25 Ocak 2015 Pazar

ERMENİLERİN 4T PLANI VE GERÇEKLER

4T Planı
İşin ucunu insanların canına kastetmeye kadar götüren Ermeni terörünün amacı, sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır. Nihai hedef ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır. Büyük Ermenistan'a giden yolda atılması gereken en önemli adım, sözde iddialar konusunda kamuoyu oluşturmak ve Türkiye'ye yönelik emelleri gerçekleştirmektir.
Bunun için uygulamaya konan ve "Dört T" şeklinde adlandırılabilecek olan plan şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak... Yani, sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiyece "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" alınacak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmek için gerekli olan "toprak" Türkiye'den koparılacaktır!...
"Dört T" plânına dayanak oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır:
1. Türkler, Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır.
2. Türkler, 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır.
3. Türkler, 1915 yılından itibaren Ermenileri plânlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır.
4. Talat Paşa'nın, Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır.
5. Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 1,5 milyondur.
Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için iddiaların ve Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel gelişimini
»Ermeni Tarihine Kısa Bir Bakış
Ermeniler, tarih boyunca başka devletlerin yönetimi altında kalmışlar ve bağlı oldukları devletlerin hizmetinde bulunmuşlardır.
Ansiklopedik kaynaklarda, Erivan, Gökçegöl, Nahcıvan, Rumiye gölü kuzeyi ve Mako bölgesine, yukarı memleket anlamına gelen Armenia, bu yörelerde yaşayan halka ise Ermeni denildiği yer almaktadır.
Ermeni tarihçilerin bir kısmı, M.Ö. 6. yüzyılda kuzey Suriye ve Kilikya bölgesinde yaşayan Hititlerden olduklarını; bir diğer kısmı ise Nuh'un oğullarından Hayk'a dayandıklarını söylemektedirler. Bunun yanında, Ermenistan denilen coğrafyada yerleşen ve bugün Ermeni diye adlandırılan toplumun, bölgenin kesin olarak neresinde yaşadıkları, sayıları ve aynı yörede ikamet eden diğer halklara kıyasla nüfus oranları bilinmemektedir. Ermeni tarihçileri bile kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildir.
Tarihsel olarak bakıldığında, Ermenilerin sırasıyla, Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşadıkları görülür. Ermeni derebeyliklerinin bir çoğu, bölgeye hakim olan ve Ermenileri kendi saflarına çekerek kullanmak isteyen devletler tarafından kurdurulmuştur.
Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur. Osmanlı idaresinde Ermeniler dini görevlerini tam bir hürriyet içinde yerine getirirlerken, kendi din adamlarını da yine kendilerinin tayin etmelerine izin verilmiştir.
Aynı şekilde Anadolu'nun Türk idaresine girmesinden sonra burada yaşayan Ermeniler, kendi dillerini de tam bir serbestlikle konuşmaya devam ettiler. Osmanlı yönetimi, diğer cemaatlere uyguladığı politikayı onlara da uygulayarak Ermenice'yi ve Ermeni adlarının kullanılmasını serbest bıraktı. Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza 1567'de İstanbul'da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi. İstanbul'dan başka İzmir (1759),
Van (1859), Muş (1869), Sivas (1871) gibi taşra şehirlerinde de yeni Ermeni matbaaları faaliyete geçmiştir. 1908'de bütün ülkede Ermeni matbaası sayısı 38'e ulaşmıştır. Nitekim 1910 yılında İstanbul'da Ermenice 5 gazete ve 7 dergi çıkarılmaktaydı.
Osmanlı idaresinde Ermeniler, Türk insanının hoşgörüsünden de yararlanarak, adeta altın çağlarını yaşamışlardır. Askerlikten ve kısmen de vergiden muaf tutulan Ermeniler, ticaret, zanaat ve tarım ile idari mekanizmalarda önemli görevlere yükselme fırsatını elde etmişlerdir. Devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermeniler, Osmanlı devletince kendilerine tanınan bu hoşgörüye karşılık verdikleri hizmetten dolayı "millet-i sadıka" olarak adlandırılmışlardır. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlıların bir Ermeni sorunu olmadığı gibi, Ermeni halkının da Türk yöneticileriyle halledemedikleri bir mesele mevcut değildir.
»Yer Değiştirme Kanunu Ve Uygulaması
Yer Değiştirmenin Nedenleri:
Ermeni isyanları ve katliamları karşısında Osmanlı Hükümeti, öncelikle bölgesel tedbirlere başvurmuş ve olayları yerinde bastırmayı ve savunma durumunda kalmayı tercih etmiştir. Ermenilerin silahlarıyla firarlarına, dini liderlerinin isyanlardaki büyük rollerine rağmen, Hükümet bu isyanları münferit bazı teşebbüsler şeklinde kabul etmeyi uygun bulmuştur. Aynı zamanda başta Ermeni Patriği ve Ermeni milletvekilleri olmak üzere, komitelere ve Ermeni cemaatinin önde gelenlerine yeni karışıklıklar çıkması durumunda "ülke savunmasını sağlamak amacıyla sert önlemler almak zorunda kalınacağı" anlatılmıştır.
Osmanlı hükümetinin bu gayretleri belgeleriyle sabittir. Fakat daha savaş başlamadan önce her türlü isyan hazırlığına girişmiş olan Ermeniler, savaş başlar başlamaz toplu bir isyana yönelmemişlerdir. Ermenilerin eylemleri, Osmanlı orduları cephede savaşırken, "Ermeni bağımsızlığı için, müttefik davasına hizmet gayesiyle" hazırlanan plâna uygun yürütülmüştür. Ancak, Ermeni çetelerinin cephe gerisindeki faaliyetlerinin, devletler hukukuna göre hıyanet sayıldığı gerçeği göz ardı edilmiştir.
Ermeni isyanları özellikle Doğu Anadolu'dan başlayarak diğer bölgelere yayılmıştır. Erzurum ve çevresinde Rus işgalinin genişlemesiyle Ermeniler, "müslüman halkın kanını kendilerine mubah" görmüşler ve bir Alman generalinin ifadesiyle, "Bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürmeye başlamışlar"dır.
Ermeni çetelerinin bu tür zulüm ve eylemleri sürerken, güvenlik kuvvetleri tarafından Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde yapılan aramalarda pek çok silâh ve cephane ele geçirilmiştir. Artık devletin varlığını ağır bir şekilde tehdit bu durum, biraz daha hoşgörü gösterildiğinde, telafisi mümkün olmayan sonuçlara sürükleneceğini göstermekteydi.
Osmanlı devletinin savaşa girmesinden ve özellikle Kafkas Cephesindeki bozgundan sonra, Ermenilerin Müslüman halka karşı baskıları, askerden firarları, asker ve jandarmaya saldırıları, silahlı ve mühimmatla yakalanmaları, Fransızca, Rusça ve Ermenice şifreli yazışmaların ele geçirilmesi gibi gelişmeler, ülke çapında bir karışıklık çıkaracaklarını gösteren en önemli kanıtlar olmuştur.
Osmanlı hükümeti, isyan ve katliamlara karşı güvenlik tedbirleri almakla beraber, "Yer Değiştirme Kanunu"ndan önce de, bu tedbirlerin yeterli olmadığı durumlarda Ermenileri başka yerlere yerleştirme yoluna gitmiştir. Ancak bu uygulamanın genelleştirilmesi fikrini doğuran olay, Van Ermenilerinin isyanı olmuştur. Çevredeki Ermenilerin, Osmanlı devletinin savaşa girdiği tarihlerde Van'da toplandıkları ve silahlanarak Rusların iyice yaklaşmasını bekledikleri resmi belgelere yansımıştır.
Ermenilerin başlattıkları isyanlar, -katliamlar ve tahriplerin dışında- Rusların bir ay içinde Van, Malazgirt ve Bitlis'i işgali ile sonuçlanmıştır. Van örneği, Türk ordusunun daima arkadan vurulacağını ve ihanete uğrayacağını göstermiştir. Bu durumda hükümet, ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşayan bazı Ermenilerin, "yer değiştirmelerine" karar vermek zorunda kalmıştır.
İtilaf Devletleri ve Rusya ile birlik olan Ermenilerin başlattıkları isyan ve katliamlar savaşın kaderini etkileyecek noktaya ulaşınca, Başkomutan Vekili Enver Paşa duruma bir çare bulmak amacıyla, 2 Mayıs 1915'te İçişleri Bakanı Talat Paşa'ya bir yazı göndererek, "Van bölgesindeki isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir halde bulunan Ermenilerin, isyan çıkaramayacak şekilde dağıtılmaları gerektiğini" bildirmiştir.
Bunun üzerine Talat Paşa, 23 Mayıs 1915'te, 4. Ordu Komutanlığına bir şifre göndererek, "Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı, Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerinse Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu'na sevk ve iskân edilmelerini" istemiştir. Sevk işlemlerini takip etmek üzere Adana, Halep ve Maraş bölgesine mülkiye müfettişleri tayin edilmiştir.
Yer değiştirmeyi zorunlu kılan; Birinci Dünya Savaşı'nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermenilerin, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaları ve isyanlarıdır. Kafkas ve İran cephelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.
Yer değiştirme uygulaması nedense bu gözle görülmek istenmemekte, Ermenistan ve Ermeni diasporası Osmanlı aleyhine olumsuz, yalan ve iftiralarla dolu propagandalar yapmaktadır. Halbuki, tarihi gerçek şudur: yer değiştirme kararı ile Osmanlı Devleti, Ermenileri yok olmaktan kurtarmış ve eşine az rastlanır bir şekilde korumuştur. Bugün Ermeni milleti varlığını devam ettiriyorsa, bu Osmanlıların iyi niyeti ve başarısı sayesindedir.
Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu:
Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır. Keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, "savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri" içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir:
İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915'te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, "Ermenistan" diye adlandırdıkları Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'da Ermenilerin öldürüldüklerini ileri sürmüşler ve olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.
Konunun bu şekilde uluslar arası bir boyut kazanması üzerine Talat Paşa, yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı bir yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başvekalet'e (Başbakanlığa) göndermiştir. Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum, Başbakanlık'ça derhal Meclis gündemine getirilmiştir.
Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun bir usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915'te Meclis'ten çıkan "Yer Değiştirme Kanunu", 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Kanunun;
1. maddesinde "Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi",
2. maddesinde "Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi",
3. maddesinde kanunun yürürlüğe giriş tarihi ve
4. maddesinde de kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. En önemli özelliği ise; "kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin zikredilmemiş veya ima edilmemiş" olmasıdır. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.
Başbakanlık tarafından 30 Mayıs 1915'te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezâretlerine (Bakanlıklarına) gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şöyle denilmiştir(1):
"Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir;
Yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği'nden karşılanacaktır;
Eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazî verilecektir;
Muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecek; çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir;
Geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;
Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir;
Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir tâlimatnâme hazırlanacaktır."
Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırımını isteyen telgrafı var mıdır?
Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığı, Talat Paşa tarafından her fırsatta dile getirilmiştir. Nitekim 29 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlerin vali ve mutasarrıflarına gönderilen bir şifre telgrafta kullanılan üslup, bunun en açık delilidir. Şifrede şöyle denilmektedir:
"Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen bölgelere sevklerinden hükümetçe takip edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki millî emellerini takip edemeyecek bir hale getirilmelerini temin etmektir. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirîn tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azledilerek Divan-ı Harplere teslim edilmelidir(2)."
Talat Paşa'nın verdiği emir böyle olmasına rağmen, sözde Ermeni soykırımı iddiacıları, gerçeği çarpıtmışlar; Talat Paşa'nın Ermenilerin katledilmesine yönelik emir verdiğini ileri sürmüşlerdir. Dayanakları ise Aram Andonian adlı bir Ermeni'nin, 1920 yılında Londra'da yayınladığı "Naim Bey'in Anıları/Ermenilerin Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri" isimli kitabıdır. Kitapta yer alan ve Talat Paşa'ya atfedilen telgraflar; bir soykırım suçlusu yaratmak amacıyla üretilmiş sahte belgelerdir. Bu belgelerin sahteliği, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca tarafından yapılan inceleme sonucunda kanıtlanmıştır(3).
Yer Değiştirme Sırasındaki Uygulamalar:
Kanuna göre hazırlanan uygulama emri ile yer değiştirmenin nasıl yapılacağı tüm ayrıntıları ile belli kurallara bağlanmıştır. Bu emirde; menkul ve gayri menkullerin nasıl teslim alınacağı, araziler ve üzerindeki mahsulün durumu, bunların kayda alınması, göç edenlere sıcak ve etli yemek verilmesi gibi konulara dahi yer verilmiştir. Uygulama emrinde, menkul ve gayrimenkulun yok edilmesi ya da insanların öldürülmesi yönünde herhangi bir işaret olmadığı gibi; tam tersine uygulamada hata yapanların idam cezasına kadar uzanan ağır cezalarla cezalandırılacağı belirtilmektedir.
Yukarıda verilen uygulama emrinden anlaşıldığı gibi, yerleri değiştirilenler taşınabilir mal ve eşyalarını beraberlerinde götürecekler veya bunlar sonra kendilerine ulaştırılacak, taşınmaz malları ise açık attırma ile satılacak ve bedelleri kendilerine ödenecektir.
Bu esaslar içinde göç ettirilen Ermeni kafileleri, yerleştirilecekleri yerlere gönderilmek üzere, yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbakır, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplanmışlardır.
Kafilelerin sevk edildikleri güzergâhlar, göçmenlerin zorluklarla karşılaşmamaları ve güvenlikleri için mümkün olduğu kadar kendilerine yakın yollardan seçilmiştir. Güzergâhların seçiminde tren yolları ve "şahtur" denilen nehir kayıklarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir.
Bir yandan Birinci Dünya Savaşı'nın sürmesine rağmen, yer değiştirmenin düzenli bir şekilde yürümesi ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramaması için azami dikkat gösterilmiştir. Nitekim, Amerika'nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915'te Büyükelçi Morgenthau'ya gönderdiği raporda, "Tarsus'tan Adana'ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu; kalabalık yüzünden birtakım sıkıntıların olmasına rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare ettiğini; şiddete ve düzensizliğe yer vermediğini; göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını; muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu" belirtmiştir(4).
Eğer Osmanlı hükümeti bir grup insanı yok etme maksadıyla bu uygulamaya girişmiş olsa idi, göç edenlere yolda sağlanacak imkanları, kafilelerin eşkıya baskınlarına karşı korunmasını, hastalara yardım yapılmasını, çocukların korunmasını, geride bıraktıkları menkul ve gayrimenkullerin kayıt altında tutulmasını, etli yemek verilmesine ilişkin kararları uygulamaya geçirmezdi. İşte bu nedenlerle, yer değiştirme, Ermenileri yok etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür.
Yer Değiştirme Sırasında Yapılan Harcamalar:
Yer Değiştirme Kanunu ile yerleri değiştirilen Müslüman, Rum ve Ermeniler ile Anadolu'ya yönelen göç hareketlerine ilişkin ihtiyaçları karşılamak amacıyla, Göçmen Genel Müdürlüğü kurulmuş, bu kurum tarafından göçmenlerin, yerleştirme, geçim ve diğer sorunları çözülmeye çalışılmıştır.
Uygulamaya ait belgelerde hangi il ve ilçelerde hastane kurulduğu, Ermeni çocuklarından yetim kalanlar için hangi binanın ayrıldığına kadar detaylı bilgiler verilmektedir. Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin, sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı belgelerden anlaşılmaktadır(5).
Göç esnasında oluşturulan kafilelere, vasıta veya binek hayvanı sağlanmış, kadın, yaşlı ve çocuklarla, hastalara özel ilgi gösterilmiştir. Dönemin İçişleri Bakanlığınca yayınlanan yönetmeliğin 2. maddesinde, "nakledilen Ermenilerin taşınabilecek bütün mallarını ve hayvanlarını birlikte götürebilecekleri", 3. maddesinde ise, "yerleştirilecekleri yerlere sevk edilen Ermenilerin yolculuk sırasında canlarının korunması, yiyeceklerinin temini ve istirahatlarının, geçtikleri yerlerde bulunan yönetim makamlarına ait olduğu; bu konuda meydana gelecek gevşeklik ve ilgisizlikten sırasıyla bütün memurların sorumlu olduğu" ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
Deniz yoluyla göç edenlerin o dönemde salgın bulunan sıtma hastalığına karşı korunabilmeleri için kinin dağıtılmış, hastalar için sivil hastaneler yanında askeri hastanelerden de yararlanma imkanı getirilmiştir. Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen yerlerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların geçimleri sağlanarak meslek sahibi olmaları için eğitim imkanı sağlanmıştır.
Osmanlı hükümeti, yer değiştirme uygulaması için ciddi harcamalar yaparken, bir yandan da göçe tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan borçlarını ya ertelemiş ya da tamamen silmiştir. Bu arada Amerika'dan Ermeni göçmenlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dahilinde Ermenilere dağıtılmıştır.
Yer Değiştirmeden Önce Ermeni Nüfusu:
Ermeni komitacılar ve bugünkü destekçileri tarafından günümüzde en çok istismar edilen ve çarpıtılan konu Ermeni nüfusunun göç öncesi ve sonrasındaki durumudur. Savaş döneminde tutulan kayıtlar, resmi rakamlar, kilise kayıtları, yabancı misyonların raporlarında yer alan nüfus bilgileri ve diğer belgelere rağmen sürekli olarak o günkü gerçek nüfusun birkaç katı bir rakam gösterilerek, rakamlar akıl almaz miktarlarda abartılmakta ve sözde soykırım iddialarına dayanak aranmaktadır. Verilen rakamlardan bazıları, dünya genelinde bugün yaşayan toplam Ermeni nüfusunu bile birkaç kat aşmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusu bazı yabancı kaynaklarda şöyle belirtilmiştir:
Ermeni Patrikhanesi'ne göre 2.5 milyon
Lozan Konferansı Ermeni Heyeti'ne göre 2.2 milyon
Fransız Sarı Kitabı'na göre 1.5 milyon
Britannica'ya göre 1.5 milyon
İngiliz yıllığına göre 1 milyon
Osmanlı devleti resmi belgelerine göre Ermeni nüfusu ise şöyledir:
1893 Nüfus sayımına göre 1.001.465
1906 Nüfus sayımına göre 1.120.748
1914 Nüfus istatistiğine göre 1.221.850 (6)
Gerek Osmanlı, gerekse Ermeniler ve yabancılara ait istatistikler değerlendirildiğinde, I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin nüfusunun en fazla 1.250.000 civarında olduğu belirlenmektedir.
Osmanlı'daki Ermeni nüfusu hakkındaki en güvenilir rakamların resmi belgelerde olduğu kesindir. Osmanlı devletinde İstatistik Genel Müdürlüğü, 1892 yılında kurulmuştur. Genel Müdürlük görevini 1892 yılında Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdıç Şınabyan isimli bir Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Robert isimli bir Amerikalı, 1908-1914 yılları arasında Mehmet Behiç Bey yapmıştır. Görüldüğü gibi Ermeni meselesini siyasi alana taşıyan önemli olayların cereyan ettiği dönemde, Osmanlı nüfus bilgileri yabancıların kontrolü altındadır. Buradan hareketle, bugüne kadar aksi bir belge ve kanıt olmadığına göre Osmanlı nüfus bilgilerine itibar edilmesi gerekmektedir.
Ermenilerin Yerleştirildikleri Bölgeler:
Yer değiştirme uygulaması çerçevesinde; Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermeniler, Musul'un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermeniler ise Suriye'nin doğu kısmı ile Halep'in doğu ve güneydoğusuna yerleştirilmişlerdir.
Yeni yerleşim bölgelerinin Bağdat demiryoluna en az 25 km. uzaklıkta kurulmasına, Ermeni nüfusunun yöredeki Müslüman nüfusun yüzde 10'unu geçmemesine ve köylerin 50 haneden fazla olmamasına dikkat edilmiştir.
Yer Değiştirmeye Tabi Tutulan Ermeni Nüfusu:
Yer değiştirme uygulaması sırasında çeşitli yollardan göç ettirilen Ermenilerin ayrıldıkları ve vardıkları yerlerdeki sayıları devamlı şekilde kontrol edilmiştir. 9 Haziran 1915'ten 8 Şubat 1916 tarihine kadar Anadolu'nun çeşitli bölgelerinden yeni yerleşim bölgelerine taşınan ve yerlerinde bırakılan Ermeni nüfusun ne kadar olduğu, Osmanlı Arşivi'nin ilgili tasniflerindeki belgelerden şu şekilde derlenmiştir: Buna göre; 438.758 kişi yer değiştirme uygulaması çerçevesinde sevk edilmiş, bunlardan 382.148'i ise yeni yerleşim bölgelerine sağ salim ulaşmıştır(7).
Görüldüğü gibi, göç ettirilenlerle yeni yerleşim bölgelerine varanlar arasında 56.610 kişilik bir fark bulunmaktadır. Bu fark, belgelerden elde edilen bilgiye göre, şu şekilde ortaya çıkmıştır:
500 kişi Erzurum-Erzincan arasında; 2.000 kişi Urfa Halep arasındaki Meskene'de; 2.000 kişi Mardin civarında eşkıya ve Arap aşiretlerinin saldırısı sonucu katledilmiş, ayrıca bir o kadar, yani yaklaşık 5.000 ve belki de biraz daha fazla kişi de Dersim bölgesinden geçen kafilelere yapılan saldırılar sonucu öldürülmüştür. Bu kayıp miktarı, Ermenilere karşı, hiçbir şekilde katliam yapılmadığını göstermektedir. Katliamın olmadığı yerde ise soykırımdan hiç söz edilemez(8).
Bu bilgiler ışığında toplam 9-10 bin kişinin yer değiştirme uygulaması sırasında katledildiği tespit edilmektedir. Ayrıca yollarda açlıktan da ölümler olduğu belgelerden anlaşılmaktadır. Bunun dışında tifo, dizanteri gibi hastalıklar ve iklim koşulları sebebiyle de yaklaşık 25-30 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir ki, bu şekilde 40 bine yakın kişi yollarda kaybedilmiştir.
Kalan 10-16 bin kişinin ise bir kısmı, yola çıkarılmış olmakla birlikte, henüz iskan mahalline varmadan tehcirin durdurulması sebebiyle, bulundukları vilayetlerde alıkonulmuştur. Mesela 26 Nisan 1916'da Konya iline, ilde henüz yollarda olan Ermenilerin sevk edilmeyerek il dahilinde iskan edilmeleri için yazı gönderilmiştir. Öte yandan yer değiştirme kapsamında bulunan Ermenilerden bir bölümünün Rusya'ya, Batı ülkelerine ve Amerika'ya kaçırıldıkları da tahmin edilmektedir(9).
Yer değiştirme uygulamasının yapıldığı dönemde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000'inin Rus ordusuna katıldığı, yine Türklerle savaşmak üzere 50.000 Ermeni'nin de Amerikan ordusunda üç-dört yıldır eğitim gördüğü gibi kayıtlar yer almaktadır. Gerçekten de, Amerika'da yaşayan bir Ermeni'nin Elazığ'da dava vekili olan Murad Muradyan'a yazdığı mektupta bu türden bilgiler bulunmaktadır(10).
Mektupta, bir kısım Ermeni'nin Rusya'ya ve Amerika'ya kaçırıldıkları ve Amerika'da eğitilen 50.000 askerin Kafkasya'ya hareket etmekte olduğu açıkça ifade edilmektedir. Bütün bu belgelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı vatandaşı pek çok Ermeni, harpten önce ve harp içinde Amerika ve Rusya başta olmak üzere çeşitli ülkelere dağılmışlardır. Mesela ticaret maksadıyla Amerika'da bulunan Artin Hotomyan adlı bir Ermeni'nin 19 Ocak 1915'te Emniyet Genel Müdürlüğü'ne gönderdiği bir mektupta çeşitli yollarla binlerce Ermeni'nin Amerika'ya kaçırıldığı ve bunların aç ve perişan bir halde yaşadıkları ifade edilmektedir(11).
Bu bilgiler, Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli bölgelerinden yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerin sayıları ile, yeni iskan merkezlerine ulaşanların sayılarının birbirini tuttuğunu göstermekte ve dolayısıyla sevk ve iskan sırasında herhangi bir katliam olayının olmadığını ortaya koymaktadır.
1918 yılında, Ermeni Delegasyonu Başkanı olan Boghos Nubar Paşa'nın Fransa Dışişleri Bakanlığı Yüksek Yetkili Bakanı Monsieur Gout'a gönderdiği raporda: Kafkasya'da 250.000, İran'da 40.000, Suriye-Filistin'de 80.000, Musul-Bağdad'da 20.000 olmak üzere 390.000 kişinin Türkiye'den sürgün edildiğini, aslında sürgünlerin toplam sayısının 600-700 bin kişiye ulaştığını ve bunlardan ayrı olarak çöllerde şuraya buraya dağılmış sürgünleri kapsamadığını bildiriyor(12).
Boghos Nubar Paşa'nın verdiği rakamlardan 290 bin kişinin yer değiştirme uygulaması dışında Osmanlı topraklarını terk edenler olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla göç ettirilenlerin toplam sayısı olarak verilen 600-700 bin kişiden 290 bin kişi çıkarılacak olursa, yer değiştirmeye tabi tutulan nüfusun 400 bin civarında olduğunu gösteriyor ki, bu da Ermeni delegasyonu başkanının, yer değiştirmenin gerçekleştirilmesi sonrasına, yani 1918 yılına ait verdiği sayılarla, Osmanlı belgelerinde verilen rakamlar arasında büyük ölçüde uygunluk görünmekte ve Ermenilerin iddia edildiğinin aksine sağ salim iskan yerlerine vardıklarını ve dolayısıyla soykırım iddialarının ne kadar dayanaksız olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu konuyla ilgili yabancı ve özellikle de Ermeni kaynaklarında şu bilgiler yer almaktadır:
Noradungian Gabrial'in Lozan Konferansı Tali Komisyonu'na sunduğu rapora göre; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin, İran'a 50 bin olmak üzere toplam 695 bin Ermeni 1. Dünya Savaşı döneminde ülke dışına gitmiştir.
Ermeni ileri gelenlerinden Hatisov, (daha sonra Ermenistan Cumhurbaşkanı olmuştur), Trabzon Konferansı'na (14 Mart-14 Nisan 1918) katılan Hüseyin Rauf Bey'e gönderdiği mesajda, Kafkasya'da Osmanlı memleketinden kaçan 400 bin Ermeni'nin bulunduğunu bildirmiştir(13).
Ermeni Prof. Dr. Richard Hovannisian, Ermeni nüfus incelemelerini ortaya koyduğu eserinde; Suriye dışındaki Arap ülkelerinden; Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, Irak'a 25 bin, Fransa ve Amerika'ya 35 bin Ermeni'nin göç ettiğini belirtmektedir(14).
Ermeniler ve yabancıların verdiği bu rakamlardan hareketle; göç ettirme dışında çok sayıda Ermeni'nin Türkiye'den kendi iradesiyle ayrıldığını göstermektedir. Ayrılanlara genel baktığımızda; Kafkasya'ya 345 bin, Suriye'ye 140 bin, Yunanistan ve Ege Adalarına 120 bin, Bulgaristan'a 40 bin. İran'a 50 bin, Lübnan'a 50 bin, Ürdün'e 10 bin, Mısır'a 40 bin, lrak'a 25 bin, Fransa, ABD, Avusturya vd. 35 bin olmak üzere, toplam 855.000 Ermeni'nin gittiği anlaşılmaktadır.
O halde Ermenilerin iddia ettiği gibi bir Ermeni soykırımı veya 2-3 milyon Ermeni'nin yok edilmesi mümkün değildir.
Bunun da ötesinde eğer Osmanlı devleti Ermeni tebaasından kurtulmak isteseydi; bunu asimilasyon yoluyla veya savaşı gerekçe göstererek halledebilirdi. Oysa Ermeniler, imparatorluk içerisinde Türklerden bile rahat bir yaşam sürmüşlerdir. Belirtildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı'nda ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsız bir Ermenistan kurulacağı gibi hayallere kanan Ermeniler, vatandaşı bulundukları Osmanlı devletini arkadan vurmaya başlayınca, yer değiştirme uygulaması zorunlu hale gelmiştir. Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi, onları imha etmek değil, devlet güvenliğini sağlamak, onları korumak amacını gütmüştür ve dünyanın en başarılı yer değiştirme uygulamasıdır.
Ermeni Kafilelerine Yapılan Saldırılar ve Devletin Önlemleri:
Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine nakilleri sırasında bazı kafilelere, özellikle Halep-Zor arasında bölge haklı tarafından saldırılar düzenlenmiştir. 8 Ocak 1916 tarihli bir telgraftan anlaşıldığına göre; Halep'e bir saat mesafeden Meskene'ye kadar olan yollarda Arap eşkıyasının gasp için yaptığı saldırılar sonucu pek çok Ermeni'nin öldürüldüğü; Diyarbakır'dan Zor'a ve Suruç'tan Menbiç yoluyla Halep'e nakledilen Ermenilerden 2.000 kadarının yine Arap aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyuldukları anlaşılmıştır. Diyarbakır bölgesinde çeteler ve eşkıya tarafından 2.000'e yakın kişinin öldürüldüğü; Erzurum-Erzincan arasında 500 kişilik başka bir kafilenin de bazı aşiretlerin saldırısı sonucu öldürüldüğü anlaşılmaktadır.
Osmanlı hükümeti, bir yandan cephelerde düşmanla savaşırken bir yandan da kafilelerin emniyetlerini sağlamak için olağanüstü gayret sarf etmiştir. Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tespit etmek üzere inceleme heyetleri kurulmuş ve göç bölgelerine gönderilmiştir. Bu heyetler, suçu sabit görülenleri Divan-ı Harp'e sevk etmiştir. İhmali bulunan görevliler işten el çektirilirken, bir kısmı da ağır cezalara çarptırılmıştır.
Yerleri Değiştirilmeyen Ermeniler:
Yer değiştirme kararı bütün Ermenilere uygulanmamıştır. 2 ve 15 Ağustos 1915 tarihlerinde ilgili valiliklere gönderilen telgraflarda, Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde, reji idaresinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmayacakları bildirilmiştir. Göçe tabi tutulan sadece devlete baş kaldıran Gregoryan mezhebine mensup Ermenilerdir.
Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar da göçe tabi tutulmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında yayınlanan 30 Nisan 1916 tarihli genel bir emirde ise; erkekleri sevk edilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin Ermeni dışında yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilmesi, geçimlerinin göçmen ödeneğinden sağlanması bildirilmiştir(15).
Göç Ettirilen Ermenilerin Geri Getirilmesi:
Ermenilerin yeni yerleşim bölgelerine gönderilmeleri 8 Şubat 1916'da durdurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nın bitmesinin ardından yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin eski yerlerine dönebilmeleri için bir kararname çıkarılmıştır. İçişleri Bakanı Mustafa Paşa'nın 4 Ocak 1919'da Başbakanlığa gönderdiği yazıda, dönmek isteyen Ermenilerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere tâlimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir(16).
Yer Değiştirme Uygulamasının Yurtdışındaki Yansımaları:
Yer değiştirmenin yapıldığı bölgelerde bulunan yabancı gözlemciler, Birinci Dünya Savaşı'nın içinde birçok cephede savaşmasına rağmen Osmanlı Hükümeti'nin bu işi büyük bir titizlikle ve iyi bir şekilde yürüttüğünü yazdıkları halde, Batı basını olayları saptırarak vermeyi tercih etmiştir. Nitekim Amerika'nın Mersin'deki konsolosu Edward Natan, sevkiyatın son derece düzen içinde yapıldığını raporunda belirttiği halde, İstanbul'daki büyükelçi Morgantau, olayları gerçeklere tamamen ters şekilde ülkesine bildirmiş ve Amerikan basını da bunları Türkler aleyhine kullanmıştır.
İran'da bulunan İngiliz konsoloslarının raporları çerçevesinde 1.000.000 Ermeni'nin öldürüldüğü gibi iddialar İngiliz parlamentosunda tartışılmış ve Türk Hükümeti'nin protesto edilmesi kararı alınmıştır. Ayrıca, İngiltere'de Ermeni olayları hakkında yayınlanan "Mavi Kitap"ta Osmanlı ülkesinde bulunduğu savunulan 1.800.000 Ermeni'den üçte birinin katledildiği iddia edilmiştir.
Yabancıların İncelemeleri:
Bu konuda ilk inceleme, Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden hemen sonra İstanbul'un işgali sırasında İngilizler tarafından yapılmıştır. Savaş suçu işledikleri gerekçesiyle tutuklanan 143 Türk'ü mahkum ettirebilmek için, savaştan galip gelmelerinin üstünlüğünü de kullanarak yaptıkları incelemelerde soykırımın varlığına yönelik bir bilgi ve belgeye ulaşamamışlardır.
Sonraki yıllarda soykırıma yönelik uydurmalar durmamış, sahte bilgi ve belgelerle kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış, bazı ülkelerin siyasileri de bu oyuna alet edilmiştir. 1985'te ABD Temsilciler Meclisi'nin sözde Ermeni soykırımına yönelik bir karar alma çalışması üzerine, 69 bilim adamının 19 Mayıs 1985'te Temsilciler Meclisi'ne sundukları rapor, son derece önemlidir. Raporda özetle şöyle denilmiştir(17):
"14. yüzyıldan 1922'ye kadar, günümüzde Türkiye olarak, daha doğrusu 'Türkiye Cumhuriyeti' olarak adlandırılan bölge, çok dinli, çok uluslu bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıydı. Nasıl Habsburg İmparatorluğunu günümüz Avusturya Cumhuriyeti ile eş saymak yanlışsa, Osmanlı İmparatorluğunu, Türkiye Cumhuriyeti ile bir tutmak da yanlıştır.
Türk, Osmanlı araştırmaları ve Ortadoğu üzerine uzmanlaşmış, aşağıda imzaları bulunan Amerikalı akademisyenler, ABD Temsilciler Meclisi'nin 192 sayılı kararında kullanılan dilin birçok açıdan yanıltıcı ve yanlış olduğu görüşündedirler. Çekincelerimiz 'Türkiye' ve 'soykırım' sözcüklerinin kullanılması konusunda odaklanmakta olup aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
Günümüz Türkiye Cumhuriyetinin 1923 yılında kurulmasıyla sonuçlanan Türk Devrimiyle 1922'de tarih sahnesinden silinmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, şu anda Güneydoğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da bulunan ve sadece bir tanesinin Türkiye Cumhuriyeti olduğu 25'ten fazla devletin topraklarını ve halklarını bünyesinde barındıran bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında gerçekleşen hiçbir olaydan sorumlu tutulamaz.

24 Ocak 2015 Cumartesi

DOĞU ANADOLU ERMENİLERİN ANAYURDU MUDUR ?


DOĞU ANADOLU ERMENİLERİN ANAYURDU MUDUR ?
Bu sorunun yanıtını Anadolu tarihinde aramak gerekir. Ermeni tarihçileri kendi aralarında bile Ermenilerin kökenleri konusunda fikir birliği içinde değildirler. Bu da anayurdun neresi olduğunu tartışmalı kılmaktadır. Bu konuda Ermeni tarihçilerin çatışan ve çelişen görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

a) Ermenileri Nuh Peygambere dayandıran görüş: Bu düşünceye göre Ermeniler Nuh'un torunu olan Hayk'tan gelmektedir. Nuh'un gemisi Ağrı Dağı'na oturduğundan Ermenilerin anayurdu Doğu Anadolu'dur. Üstelik Hayk 400 yıl yaşamış ve yurdunu Babil'e kadar genişletmiştir.

Efsanelere dayanan ve bilimsellikle hiç bir ilgisi bulunmayan bu görüşün üzerinde durulamaz.

Tarihçi Auguste Carriére de bu hususu vurgulamakta ve "eski Ermeni tarihçilerin verdikleri bilgilere güvenmenin büyük bir gaflet olacağını. çünkü verdikleri bilgilerin çoğunun uydurma olduğunu" kaydetmektedir. (1)

b) Ermenileri Urartulara dayandıran görüş: Doğu Anadolu kavimlerinden biri olan Urartuların M.Ö. 3 bin yılına kadar uzandıkları, M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda önce İskitlerin, sonra Medlerin saldırısına uğrayarak ortadan kaldırıldıkları, yaşadıkları bölgenin Lydialılarla Medler arasında mücadeleye sahne olduğu ve sonunda Medlerin nüfuzuna girdiği bilinmektedir.

Bu dönemlerde Anadolu'da Ermeni adına hiç bir şekilde rastlanmadığı gibi, Urartu dili ile Ermeni dili de birbirlerine benzememektedir. Urartu dili bir Asya dilidir, Ural-Altay dilleri ile benzerlik göstermektedir. Urartu kültürü ile Ural-Altay kültürü arasmda da aynı benzerlik vardır. Erzurum yöresindeki son arkeolojik bulgular bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ermeni dilinin ise Hint-Avrupa dillerinin Satem grubuna girdiği kabul edilmektedir.

Öyle ise, Urartularla Ermeniler arasında bir özdeşlik bulunduğunu ileri sürmeye imkân yoktur. Bunu doğrulayacak hiçbir somut bulgu da mevcut değildir.

c) Ermenileri Urartu bölgesini işgal eden bir Trak-Frig soyuna dayandıran görüş: Ermeni tarihçileri arasında en çok benimsenen bu teoriye göre, Ermeniler Balkan kökenli ve Trak-Frig soyundandırlar. İllyrialıların baskısıyla M.Ö. 6. yüzyılda Doğu Anadolu'ya göçederek yerleşmişlerdir. Ermeni adına ilk kez M.Ö. 521 yılında Med (Pers) İmparatoru Dara'nın (Darius) Behistun yazıtında rastlanılması ve Dara'nın "Ermenileri yendim" demesinin bunu doğruladığı ileri sürülmektedir.

Bu görüş, Nuh ve Urartu teorilerini de kendiliğinden çökertmektedir.


d) Ermenileri Güney Kafkas ırkı olarak kabul eden görüş: Buna göre, Ermenilerin anayurdu Güney Kafkasya'dır. Kafkas boylarına yakınlıkları ve kültür akrabalıkları bu teoriye gerekçe olarak gösterilmektedir. Bir başka gerekçe de, Ermenilerden ilk kez söz eden Dara'nın "Ermenileri yendim" derken yer olarak Kafkasya'yı kasdetmesidir. Ne var ki Ermenilerin diğer Kafkas ırkları ile ilgisi yoktur.

e) Ermeniler bir Turan ırkı olarak kabul eden görüş: Bu teori ise Ermenilerin bazı Türk ve Azeri boylarıyla kültür ve gelenek akrabalığına ve dildeki benzerliklere dayandırılmaktadır.

Görüldüğü gibi, Ermenilerin kökeni ve anayurdu kendi aralarında bile tartışmalıdır.

Böylesine çelişik görüşler karşısında, Ermenilerin Doğu Anadolu da 3-4 bin yıldır mevcut oldukları herhalde söylenemeyecektir.

Ermeni çevrelerinin bu iddialarının altında Doğu Anadolu'daki Ermeni varlığını mümkün olduğu kadar eskilere uzatmak, Doğu Anadolu'ya bir anayurt olarak sahip çıkabilmek ve üstelik bunu eski bir kültür varlığı olarak sunmak hevesi yatmaktadır. Böylece Türklerin Ermenilerin binlerce yıllık topraklarını işgal ettikleri de ileri sürülmek istenmektedir.

Bu iddia gereksizdir. Tarih itibarıyla Ermenilerin Doğu Anadolu'nun otokton ahalisi olmayıp dışarıdan buralara yerleştikleri ve bu bölgedeki varlıklarının ancak M.Ö. 521 yılına kadar gidebildiği anlaşılmaktadır. Halbuki Anadolu'nun en az 15 bin yıldır meskun olduğu bilinmektedir. 15 bin yıldır meskun olan Anadolu ise yerleşik ya da göçebe çok çeşitli kavimlere ve çok zengin uygarlıklara yurt olmuştur. Bölgeye başka yerlerden ve nispeten yeni gelmiş kavimlerden biri olan Ermenilerin Doğu Anadolu'ya tek başlarına ve yurt olarak sahip çıkmaları söz konusu olamaz.

21 Ocak 2015 Çarşamba

ERMENİ KOMİTELERİ VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

 ERMENİ KOMİTELERİ VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ
1890'larda, "Çeteler teşkil etmek, hedef kitleler olan Osmanlı toplumunun maneviyatını bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak öldürmek, yok etmek, egemenlik haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtilâl, isyan ve terör için hazırlamak, ihtilâl komiteleri, katliam grupları, katliam birlikleri kurmak, hükümet kuruluşlarını tahrip edip, yağmalamak" gibi doğrudan teröre ve terörün yaygınlaşmasına çalışan Taşnaklar, Bolşevik ihtilâlinden sonra 1918-1920 yıllan arasında bugünkü "Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti" bölgesinde iktidarı ele geçirerek "Ermeni Cumhuriyetini" kurmuşlar ve siyasi girişimlere başlamışlardır. Ancak bu siyasi süreç, Taşnaklar'ın terör faaliyetlerinden geri durması sonucunu doğurmamış, 1972 yılında Taşnak tarafından kurulan "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandolar" Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine yeniden başlamışlardır.

Bunun gibi Marksist Hınçak Örgütü de 1973 -1985 yeni Ermeni terör döneminin başlıca terör uygulayıcısı olan ve varlığı ancak teröre dayanan ASALA'nın kuruluşunun fikri ve manevi kaynağı olmakla kalmamış, bu grubu veya örgütü özendirmiş, desteklemiştir.

Ermeni sorunu - Ermeni konusu veya Ermeni davası hangi anlamda ele alınırsa alınsın, hangi görüşlerle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, Ermeni örgütlerinde bu kavramlar terörle eşdeğerli olmuş, amaç ve beklentiler sürekli şekilde Türk ve Türkiye düşmanlığı, kan ve kin üzerine bina edilmiştir.

Ermeni terör örgütlerinin kuruluşları dar bir kadro ile gerçekleştirilmekte, merkezi yönetim gene1likle bu kadronun denetiminde bulunmaktadır. Merkez yönetiminin ön gördüğü eylemler içerisinde belirli sayıda ve belirli görevleri yüklenmiş özel timler tarafından uygulamaya konmaktadır. Bu timler sırasında çok değişik örgüt isimleriyle kamuoylarına yansıtılmakta bu suretle Ermeni örgüt sayısının çok olduğu görüntüsünün yayılması arzu edilmektedir.

Bu örgütlerde, merkezi yönetimler ve bunlara bağlı çeşitli organların belirli bir fiziki alanda veya aynı coğrafyada olması gerekmemektedir. Çeşitli ülkelerde olabileceği gibi, bir ülkenin çeşitli yerlerinde de bulunabilirler. Bu durum, Ermeni örgütleri hakkında "Merkezi"lik özelliğini daha demokratik, daha yaygın bir şekle sokmayı sağlamakta ise de gerçekte bütün Ermeni terör örgütlerinde çok sıkı ve disiplinli bir merkez egemenliği esas kabul edilmektedir.

Örgütlerin gerek açıklanan yapıları, gerekse lider kadroları arasındaki rekabetler ve çatışmalar sık ve çeşitli bölünmeleri ortak bir özellik haline getirmiştir. Bu durumdan da yararlanılmakta, bir örgüt, birden fazla kişinin liderliğinde ayrılınca sanki ayrı terör örgütleri görüntüsü verilmektedir.

Örgütlerde genelde bütün terör örgütlerinde ve faaliyetlerinde esas olan gizlilik başka bir ortak özelliği teşkil etmektedir. Ancak, sırasında merkezin örtüsünün devamı, korunması veya eylemin daha yaygın ve etkin propaganda aracı olarak kullanılması için özellikle alt grup veya özel tim eylemlerinde açıklığa gidilmekte, eylemler ilân edilmekte, gerçekleştikten sonra da üstlenilmektedir. Bütün bunlar propaganda amaçlarıyla, hudutlu ve bu amaçlara paraleldir.

Bütün Ermeni terör örgütlerinde, terör psikolojik harekâtın bir parçası, hatta bir aşamasıdır. Propaganda amacıyla terör uygulanabildiği gibi yalnız terör yaratmak, korku ve sindirme sağlamak. için de terör eylemlerine başvurulmaktadır. İkinciler, daha çok Ermenilere ve örgüte karşı gelenlere veya örgütün emirlerine uymayanlara uygulanmaktadır.

Bu örgütler, halkla ilişkiler, haberleşme ve bunları gerçekleştiren araçlar hakkında geniş bilgi ve deneyimlere sahiptirler: Ayrıca; bu faaliyetleri yerine getiren kişi, kurum: ve kuruluşlarla yakın temas ve ilişkiler içerisinde bulunmaktadırlar. Bu et-kinlikleri, örgütlere yeterli yaşama ve yayılma zamanını hazırlamaktadır.

Ermeni terör örgütleri daima bir veya birden fazla devle-tin açık veya kapalı desteğine sahiptirler. Bu devletler örgütleri birer araç şeklinde kullandıkları gibi, kendi gizli örgütlerini ve psikolojik harekât kuruluşlarını örtmek için de kullanmaktadırlar.

Bütün Ermeni örgütleri için Türk ve Türkiye düşmanlığı, kuruluşlarının ve devamlarının manevi unsuru halindedir. Ayrıca, bu düşmanlık üzerine haklar ve çıkarları bina etmektedirler. Türkiye ile ilişkisi, teması ve bağlantıları olan ülkelerle görüntü-de olan düşmanlıklar gelip geçicidir. Terörün bu ülkelere sıçraması veya bir ve birden fazla olayın bu ülkelere karşı veya bu ülke vatandaşlarını da hedef olarak almak suretiyle uygulanması tamamen "tehdit" niteliği taşır, düşmanlık unsurunu kapsamaz.

Tarihi süreci içerisinde Ermeni terörü üç aşama gösterir:

Birincisi, terörle Ermenileri, Ermeni topluluklarını kazanmak veya kendilerine çekmek bu suretle Ermeniliği sağlamaktır.

İkincisi, Ermeni olmayan kamuoylarına. "gücü" ve "boyutlarını" kabul ettirmek, ilgiyi sağlamaktır.

Üçüncüsü ise, siyasi gelişmelere ve uluslararası çıkar çatışmalarına Türkiye ve Türklük hakkında kullanılabilecek "düşmanlık kaynakları" hazırlamaktır.

19. yüzyılın sonlarında "hürriyetsizliğe - yoksulluğa - haklardan eksikliğe uğratılmış azınlık" teması - 20. yüzyılın sonlarına doğru "soykırımına - katliamlara uğramış halk-millet" teması tamamen uluslararası ilişkilerde kaynak sağlama amacına, yönelik-tir. Ve ilk fırsatta, bu kaynaklar hiç tereddütsüz Türkiye'ye rakip devletler tarafından hatta uluslararası teşkilâtlar tarafından kullanılacaktır. Bütün terör örgütlerinin gizli kalan amaçlan ve hedefleri uluslararası çatışmalardan doğacak fırsatların değerlendirilmesidir. Bu ise tarihi sürecine uygun olarak kendileri dışında gerçekleşmesini bekledikleri bir hedef hatta emeldir.

YENİ TERÖR DÖNEMİ (1973 -1985)

Yeni Ermeni terör döneminde, terörü özendiren, geliştiren, ha-zırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına insan gücü manevi ve psikolojik destekler, temaslar ve ilişkiler ortamı hazırlayıp veren; geleneksel Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında açıklanan dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.

Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise, bağımsız görünümü altında, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA'da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır. Bu yaklaşımla denebilir ki, gerçekte geleneksel terör bütünü ile devam etmiş, 1960'larda hazırlanan ortamdan yararlanmış, fırsatları değerlendirerek bir süre daha Türk ve insanlık avına çıkmıştır.

Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini "Armenian National Liberation" başlıklı etüdünde, Michael M. GUNTER şu şekilde açıklamaktadır: "Şurası açıktır ki, günümüzde Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri, birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi desteklemesi ve teröristleri bu eyleme sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini öne sürmesidir..."

Amerika'nın Massachusetts Eyaletindeki Cambirigge kentinde bulunan "Zoryan Çağdaş Ermeni Araştırmaları Enstitüsü" yöneticisi ve "Armenian Review" gazetesinin yazı işleri müdürü Gerard J. Libaridyan ise bu dönemi şu cümlelerle özetlemektedir: "Türk devletinin ve dünyanın büyük devletlerinin altmış yıl süren barış çabalardan sonra bile, Ermenilerin duygularını kabul etme yönündeki isteksizliği yeni bir terörizm döneminin açılmasıyla sonuçlanmıştır."

ASALA lideri Agop Agopyan ise "geleneksel Ermeni partilerinin sürdürdüğü politikanın başarısızlıklarının anlaşılmasından sonra" Ermeni şiddet olaylarının ortaya çıktığını iddia iddia etmektedir. Bütün bu terörü meşru gösterme gayretleri, tarihi süreç içerisindeki Ermeni terörünü makul göstermeye elbette yetmemektedir.

8 Ocak 2015 Perşembe

ERMENİ MESELESİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA FRANSA’NIN ROLÜ

ERMENİ MESELESİNİN ORTAYA ÇIKMASINDA FRANSA’NIN ROLÜ

 
0
 
0
 
Rate This

 Prof. Dr. Dündar AYDIN

“Ermeni Meselesi”, ilk defa, XIX. Yüzyıl sonlarına doğru, Avrupa ga­zetelerinin bazı siyasi yazarları tarafından ortaya atılmıştır. Mesele, sonra, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşları sonunda imzalanmış olan Yeşilköy ve Berlin Antlaşmalarının maddelerinde yer almak suretiyle, milletlerarası siyasi bir terim haline gelmiştir. Bu antlaşmalarda, İngiltere, Fransa ve Rusya tarafın­dan ortaya atılan bu mesele diğer bazı Avrupa devletleriyle Amerika Birle­şik Devletleri’nce de desteklenmiştir.
Ermeni meselesi, aynı devletler tarafından, daha önce ortaya atılan ve bölgelerinde çoğunluğu teşkil ettikleri için, bunları Osmanlı Devletinden ko­parmak gayesine yönelik, Sırp, Yunan ve Bulgar meseleleri gibi değerlendi­rilmek istenmiştir. Hâlbuki Türkiye Ermenileri, Türk hâkimiyetine girdik­ten sonra iddia edildiği gibi, hiç bir zaman, büyük bölgele itibariyle çoğunlukta olmamışlardır. Ancak, onların, grup grup çoğunlukla olduğu bazı küçük bölgeler de vardı. Bununla beraber çoğu yerde, Ermeni-Türk ka­rışımı köylerin sayısı da büyük bir yekûn tutmakta idi.. Ancak, müslümanların Avrupa’da yaşamalarına imkan verilmediği hatta protestan Hristiyanların takibe uğradığı tarihlerde, Hristiyan Türk Ermenileri, Türk-İslâm kanun ve kaideleri çerçevesi ve Türk hoşgörüsü içinde, hiç bir zaman rahatsız edil­meden, aynı zamanda devlete sadık olarak, sakin, müreffeh ve mutlu bir hayat yaşıyorlardı. Osmanlı arşiv belgelerinde, mahkeme kayıtlarında, hattı Batılı seyyahların seyahatnâmelerinde, Türklerin, devlet olarak, millet ola­rak, Ermeni toplumuna karşı, Türkler için de görülen, günlük olağan olay­lar dışında, hiç bir kötü hareketine rastlanmaz. Aksine, devletin, Ermeni toplumunun varlığını devam ettirmek ve onları teşkilatlandırmak için tedbirler aldığını görüyoruz.
NİTEKİM, FATİH SULTAN MEHMET, İSTANBUL’U ALDIKTAN SONRA, BURSA EVEK’İNİ İSTANBUL’A GETİRTEREK, ONU, ERMENİ TOPLUMUNA PATRİK TAYİN ETMİŞTİ.
Bundan başka, Kanunî Sultan Süleyman devrinde, bilhassa Doğuanadolu’da Ermenilerin topluca bulundukları nahiye, köy ve mahallelerde, onla­rın devlet katında her türlü işlerini ve şikâyetlerini takip etmek için, kendile­rine, “melik” adı verilen temsilci ve idareciler tayin edildiğini de görüyoruz. Osmanlı arşiv belgelerinden bu meliklerin, o birimin Ermenileri tarafından seçildiklerini, sonra kadıların arzı ile merkezi hükümet tarafından tayin edildiklerini öğreniyoruz. Ancak bu melikler, diğer hrıstiyan toplumları ile Türk toplumunun nahiye, köy ve mahalle kethüdaları karşılığı olup, onlar gibi görev yapıyorlardı.
Bu şekilde Osmanlı devleti, müslüman olsun hrıstiyan olsun, bütün teb’asına düzenli, ahenkli ve sağlam bir idare sağlamıştı. Bu idare ve düzen, batılı devletlerin Osmanlı devleti ile ilişki kurmaları ve Türkiye’deki hrıs­tiyan toplumlarla doğrudan temasa geçmelerine kadar devam etmiştir. Fakat bu ilişki kurulduktan sonra, Türk-hrıstiyan toplumu ahengi bozul­maya başlamıştır. İşte “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkmasında, Fran­sa’nın rolü burada başlamaktadır.

Fransa, bu konudaki rolünü, çok yönlü faaliyetleriyle ortaya koymuştur. Bu faaliyetleri, genel olarak, altı ayrı grupta toplayabiliriz:

  1. Elçilik ve Konsolosluklar

  2. Ticaret

  3. Seyyahlar

  4. Misyoner ve Dinî Kuruluşlar

  5. İhtilallerin Getirdiği Yeni Fikirler

  6. Yayınlar

Yolu ile yapılan faaliyetler.
Sırasıyla bu faaliyetlere girmeden önce, konunun nasıl sunulacağım belir­telim. Ermeni Meselesi, XIX. Yüzyıl sonlarında ortaya çıktığına göre, bu faaliyetler, başlangıçtan Ermeni Meselesinin ortaya çıktığı tarih arasında sınırlandırılacaktır. Bu süre uzun olduğu için, konu genel olarak ele alına­cak ve bu arada önemli bazı hadiselere değinilecektir. Aynı zamanda mese­leye karışan diğer Avrupa devletlerinin bazı faaliyetlerine de zaman zaman yer verilecektir. Sonra “Ermeni Meselesi”nin nasıl ortaya çıktığı belirtile­cektir. Bildirimiz kısa bir değerlendirme ile sona erecektir.
Şimdi, Fransa’nın Elçilik ve Konsolosluk faaliyetleriyle konuya giriyo­ruz.
Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti ile Fransa arasındaki ilk ilişkiler, Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa’ya ticarî imtiyazları içeren bir ahidname verme­siyle, 1535 yılında başlamıştır. Fransızlar buna “Kapitülasyon” adım ver­mişlerdi. Kanunî, bu kapitülasyonu, Fransa’yı Alman İmparatoru Şarlken’e karşı desteklemek için vermişti. Bazı tarihçile bu kapitülasyonu, bir ittifak antlaşması olarak kabul ederler. Kanunî Sultan Süleyman ise bunu, bir dostluk ve ticaret antlaşması olarak görmekte idi.
Bu yüzden bu antlaşma ile Fransa’ya İstanbul’da daimi bir elçi bulun­durma ve Türkiye’de serbestçe ticaret yapma hakkı verilmişti.
Kanunî Sultan Süleyman tarafından Fransa’ya verilen bu kapitülasyon, 1740 yılına kadar, diğer bütün Osmanlı padişahları tarafından sürekli ola­rak yenilenmiş, bu tarihten sonra ise, artık yenilenmeyip, süreklilik kazan­mıştır.
Diğer taraftan, 1579 yılından itibaren İngiltere, 1612 yılında Hollanda ve daha sonra Avrupa’nın diğer birçok devletleri, Türkiye’de ticaret yapma ve İstanbul’da elçi bulundurma hakkını elde ederek, kapitülasyonlara sahip ol­muşlardır.
FRANSIZ ELÇİLERİ,
1552 yılına kadar, Osmanlı devleti hakkında tam bilgi sahibi olamadıkları için, kendileri gibi katolik olan Venedik’in elçilik rapor­larından faydalanmışlardır. Sonra zamanla bizzat kendi müşahadelerine dayanan raporlar göndermeye başlamışlardır. Bu raporlar, bugün, Fransız Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde dosya ve kartonlar halinde muhafaza edil­mektedir. Bunlar, tarih sırasına göre muhtelif tasniflere tabi tutulmuştur.
Bu arşivde, konumuzla dolayısıyla ilgili ilk vesika, 1581 tarihli dosyala­rından biri içindedir. İmzasız ve tarihsiz olan fakat kâğıdı aynı devreye ait bu vesikada, Osmanlı devletinin artık gerilemeye yüz tuttuğu, İstanbul’dan başlamak üzere devlet içindeki bütün azınlıklar ve bunların devlete karşı sa­dakat dereceleri yazılmakta ve sonra, aynen, “eğer doğudan İran, batıdan İspanya ve Avusturya, içerden de bu azınlıklar birlikte harekete geçtikleri takdirde, bu devletin kısa zamanda yok olacağı” belirtilmektedir.
Bu vesikanın içeriği doğrultusunda Fransa’nın, çoğu zaman, Osmanlı devletine karşı dostça olmayan davranışlarda bulunduğu, elçilik ve konso­losluk raporlarında sık sık görülmektedir. Nitekim XVII. Yüzyıl başlarında yerleştirildiklerini sandığımız Kudüs ve Halep konsolosları, IV. Murat ve IV. Mehmet zamanlarında bölgedeki ayrılıkçı grupları tahrik etmişlerdi. Bu yüzden her iki devirde, Fransa ile ilişkiler, bir müddet askıya alınmıştır. Buna rağmen Fransa bu konudaki tutumunu bırakmamış, aksine, devletin zayıf olduğu zamanlarda daha da ileri gitmiştir.
Bu konuda Fransa’nın, XVIII. Yüzyılda, elçilik ve konsolosluk faaliyet­leri, Osmanlı devletinin ekonomik ve siyasi bakımlardan gerilemesine para­lel olarak daha da artmıştır.
XIX. Yüzyıla gelince, Fransa’nın, Türkiye’de, İstanbul’daki elçisinden başka muhtelif yerde yirminin üzerinde konsolosu bulunuyordu.Bunlardan sadece Kudüs, Halep, İzmir, Selanik, Trabzon, Erzurum ve o zaman küçük bir kaza olan ve Maraş’a bağlı Zeytunkonsolosluklarını belirtmekle yeti­niyoruz.
Konumuzla ilgili olarak, Trabzon, Erzurum ve Zeytun konsoloslukra­porları hayli dikkat çekmektedir. Zeytun Konsolosluk raporları ile ilgili 1825 yılına ait bir dosya bulunmaktadır. Bununla Zeytun Ermenilerinin  devlete karşı iki defa isyan etmelerinin sebebi daha iyi anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, Trabzon ve Erzurum Konsoloslarının, 1841 yılından baş­layan raporlarında da, Ermeni Meselesinde, Ermenilerin nasıl tahrik edil­diklerini, bilhassa katolik Ermenilerin nasıl desteklendiğini, kendilerine Fransa tarafından hangi yollarda güvence verildiğinin örneklerini görmek mümkündür. Diğer konsoloslukların raporları da incelendiğinde aynı tür faaliyetlerin tespit edileceğinden şüphemiz yoktur.
Ermeni meselesinde diğer devletlerin elçilik ve konsolosluk faaliyetleri yönünden rolüne bir misal olmak üzere, 1840 yıllarında Erzurum’da, Fran­sız konsolosluğunun yanı sıra İngiliz, Rus ve İran konsoloslukları ile Ame­rika Birleşik Devletlerinin bir temsilciliğinin bulunmakta olduğunu da be­lirtmek yerinde olacaktır.
TİCARET FAALİYETLERİ
Bu konuda Fransız konsolosluk raporlarının çoğu şifreli olduğu için, Er­meni meselesi konusunda tüccarların faaliyetlerini ayrıntıları ile takip ede­miyoruz. Fakat batılı devletlerin ticari faaliyetlerinde, çoğu zaman, Rum, Ermeni ve Yahudi Türk vatandaşlarından yararlandıkları, onları arıcı ola­rak kullandıkları bilindiğine göre, Fransız tüccarların, bilhassa XVIII. ve XIX. yüzyıllar boyunca Ermenilere bu konuda telkinlerde bulunmuş olduk­larını söylemek hatalı olmaz.
SEYYAHLAR
Türkiye’de ilk Fransız seyyahı olarak, aynı zamanda elçilikle görevlendi­rilmiş olan ve 1548 yılında, İstanbul’dan İran’a gidip gelmiş olan Gabriel d’ Aramon’u görüyoruz. Daha sonra, muhtelif tarihlerde, çok sayıda Fransız seyyahının Türkiye ve İran’a seyahat yapmış olduklarını tespit ediyoruz. Bu seyyahlar, özellikle, XVII. Yüzyıl başlarından itibaren Türkiye’deki azınlık­lar, bu arada Ermeniler ve onların yaşadıkları yerler hakkında bilgi vermiş­lerdir. Bu seyyahların, XVII. Yüzyıl başlarında, Paris’te açılan “Doğu Dil­ler Okulu”nda Türkçe öğrenmiş olabilecekleri dikkate alınırsa, bunların, doğrudan gezdikleri yerlerde azınlıklarla ilişki kurdukları düşünülebilir.
MİSYONER VE DİNİ KURULUŞLARIN FAALİYETLERİ.
Fransa’nın Türkiye’de misyonerlik ve dinî kuruluşlar faaliyetlerine ilk defa ne zaman başlamış olduğunu bilemiyoruz. Bununla beraber, Fran­sa’nın, Ortadoğu’da bu konudaki faaliyetleri hakkında bir kitap yayınlan­mıştır. Orada, bu tür faaliyetlerin tamamım bulmak mümkündür. Diğer ta­raftan, 1682 yılında Erivan, Erzurum ve Bitlis’te Fransız misyonerleri bulunduğuna göre, bu faaliyetlerin, XIV. Louis zamanında, Fransa’ya Tür­kiye’deki katolikleri himaye hakkı verildiği zaman başlamış olduğunu tah­min edebiliriz. Ancak, Fransa’nın Türkiye’deki misyoner ve dinî kuruluşları teşkilatı değil, konumuz yönünden, bunların faaliyetleri bizi ilgilendirmek­tedir. Bu bakımdan biz, bu kuruluşların faaliyetlerini ele alacağız.
Bu konuda, Paris’te 15 günde bir yayınlanan ve idaresi Katolik Papazlar elinde bulunan “La Terre Sainte” (Kutsal Yerler) adlı gazetenin 1875-1878 yıllarına ait sayılarında hayli bilgi verilmektedir. Gazete, özellikle Kudüs, Filistin ve Lübnan’daki olaylar üzerinde duruyor. Bu arada, Türkiye’nin çe­şitli yerlerinde geçen olaylara da yer veriyor. Gazetenin çeşitli sayılarında Fransa’nın, Papalıkla işbirliği yaparak, Türkiye’deki Katolik Ermenileri nasıl desteklediğini, onların nasıl tahrik ettiğini, Katolik Ermeni dinî liderle­rinden hangilerinin Fransa’da dinî eğitim görmüş olduklarını, bunların Tür­kiye ile ilgili mektuplarını, görmek mümkündür. Ayrıca, yine aynı sayıla­rında, Gregorien ve Katolik Ermenilerin nasıl birbirlerine düşürüldüklerini,Küpelian adı verilen Ermenilerin devlete sadık olduklarını, buna karşılık Katolik Ermenilerin, nasıl devletle karşı karşıya getirildiklerini, nasıl tahrik ve teşvik edildiklerini görmek gerekir. Türkiye’de “evek”derecesinde kato­lik papazlara gönderildiği anlaşılan aynı gazete, bunlardan başka, Fransız ve diğer hrıstiyan devletlerin misyonerlik faaliyetleri hakkında bilgi vermek­tedir. Bunlardan Fransızların Adana ve Maraş bölgesindeki faaliyetleri dik­kati çekmektedir.
Gazetenin, konumuz bakımından en önemli yanı da, “Ermeni Meselesi”deyiminin, Türkiye’de Katolik Ermenilerle Küpelian Ermenileri arasındaki mücadele dolayısıyla, 30 Kasım 1875 tarihli sayısında kullanılmış olmasıdır.
İHTİLALLERİN GETİRDİĞİ YENİ FİKİRLER.
Fransız ihtilalleri’nin getirdiği yeni fikirlerin, Türk idaresindeki azınlık­lara, özellikle Asya yakasındakilere, XIX. Yüzyıl başlarından itibaren tesir etmeye başladığını tahmin ediyoruz. Ermeni milliyetçiliği, özellikle üst ka­demedeki katolik Ermeniler tarafından başlatıldığı ve bunların birçoğunun Fransa’da dinî eğitim gördüğü bilindiğine göre, Fransa’nın bu konuda rol oynamış olduğu düşünülebilir.Fakat daha ayrıntılı bilgi verebilmek için bu konuda ayrı bir araştırma yapılması gerekir.
YAYINLAR
Fransa’nın Ermeni Meselesi’nde rolü, en açık bir şekilde, Fransa’da ya­pılan yayınlarda izlenmektedir. Bu konuda, 1604-1877 yıllan arasında Fran­sa’da Türkiye, Ermeniler ve Hayali Ermenistan konusunda yayınlanmış olan 200 kadar kitap ve makale fişlenmiştir. Bunlar hakkında bir değerlen­dirme yapılmakla beraber, yine de bu konuda kararı sayın dinleyici ve okur­lara bırakıyor ve tarih sırasına göre bazı kitapların başlıklarını alıyorum:
1604-1699 tarihleri arasında yayınlanmış-olan kitaplardan bazılarının başlıkları:
  1. Kudüs, Kıbrıs, Ermenistan (Çukurova) ve Civarlarının Genel Tarihi (1604).
  2. “Doğu ile Yeni İlişki” başlığı altında, “Pers, Ermeni vs.nin din hükmet ve adetleri” hakkında (1671).
  3. 1631-1634 yılları arasında Türkiye’de seyahatte bulunan taverniar’ın Seyahatnamesi (1676).
  4. 1682 sonrasında Fransız Cezvit Misyonerleri’nin Erivan, Erzurum ve Bitlis’teki faaliyetlerinin verilerine göre yazılmış olan, “Halihazırda Er­menistan’ın Durumu” (1694).
    1. “1698 yılında Erzurum ve Trabzon’da Astronomik Gözlemler (1699)’’
1700-1790 yılları arasında yayınlanmış olan kitaplar:
  1. “Doğu’ya Seyahat” başlığı altında, “1700yılında Erzurum ve Palu’ya Yapılan Seyahat” (1705).
  2. (1701-1702) yıllarında Türkiye’ye gelen “Tournefort Seyahatnamesi” (1717).
  3. Türkiye İran ve Arabistan Yolculukları (1790).
  4. Yukarıda 4. sırada verdiğimiz misyoner faaliyetlerinin neticeleri 1730 ve 1780 yıllarında tekrar yayınlanmıştır.
1809-1877 yılları arasında yayınlanmış olanlar:
Bu devreye ait dolaylı ve dolaysız Ermenilerle ilgili 73 kitap ve makale- başlığı gözden geçirilmiştir. Sonuç şöyledir:
  1. Ermeniler, Ermenistan Tarihi, coğrafyası ve bunların yaşadıkları Türk bölgesinde yapılan tetkik gezileri ve neticeleri hakkında, 8 kitap veya ma­kale,
  2. Ermeni Dili ve Lügati hakkında, beş,
  3. Ermenistan’a (Doğuanadolu) Seyahat hakkında, sekiz,
  4. Ağrı Dağı hakkında, beş,
  5. Aras nehri hakkında, iki,
  6. Türkiye Ermenistan’mn İnceden İnceye tetkiki ve araştırılması hak­kında, bir,
  7. Çukurova bölgesinin inceden inceye araştırılması hakkında raporla (1854) birlikte bölge hakkında, üç,
8. Hrıstiyan Ermeni Milletinin Zoro astre kanununa karşı isyanı konulu (1844), bir olmak bir olmak üzere, toplam 61 kitap ve makale yayınlanmış­tır. Daha ayrıntılı bir inceleme yapıldığında şüphesiz, bu sayı daha da arta­caktır.
Fransız hükümetlerinin ve Fransızların, bütün bu faaliyetleri neticesinde, Türk hâkimiyeti altında bulunan yerlerde hayali bir Ermenistan’ı ortaya atmak ve Ermenileri tahrik ve teşvik etmek suretiyle, Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynamış olduklarını ortaya çalıştık.
Diğer taraftan, Fransa’nın yanı sıra, başta Rusya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ile diğer bazı Avrupa devletleri de bu konuda rol oyna­mışlardır.
Fakat ERMENİ MESELESİNİN ORTAYA ATILMASINDA VE DESTEKLENMESİNDE BU DEVLETLERİN ESAS GAYELERİ, GERÇEKTE BİR ERMENİ DEVLETİ MEYDANA GETİRMEKTEN ÇOK, TÜRKİYE ÜZERİNDE EKONOMİK VE SİYASİ BİR HAKİMİYET KURMAK İDİ. Arala­rındaki çekişme ve rekabet yüzünden bu hakimiyeti kuramadıkları gibi, me­sele, Ermenilerin beklediği sonucu vermemiştir. Ancak, bu devletler tarafın­dan, kendi çıkarları uğruna, yüzyıllarca, Türk idaresinde Türklerle birlikte kardeşçe yaşamış olan Ermeniler, Türklere düşman edilerek, 1880’lerden 1920’lere varıncaya kadar, isyana itilmişler ve desteklenmişlerdir. Sonunda mesele, 1920 Gümrü Antlaşması ile kapanmıştır. FAKAT NETİCEDE, BU MESELE­DEN TÜRKLER DE ERMENİLER DE BÜYÜK ZARAR GÖRMÜŞLERDİR. BİNLERCE TÜRK VA­TANDAŞI ERMENİ, MUHTELİF TARİHLERDE, TAHRİK EDİLDİKLERİ DEVLETLERİN ÜLKELERİNE GÖÇ ETMİŞLERDİR. (Fransa ekonomisini ve nüfusunu yine güçlendirmek için bu yola günümüzde tekrar başvurmaktadır.)
Fakat, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen, Türklere karşı Ermeni terörünün ortaya çıkması ile meselenin kapanmadığı anlaşılmıştır. Ancak, Ermeni meselesinin ortaya çıkmasında rolü olan devlet ve milletlerin, Er­meni terörünün de ortaya çıkmasında da büyük rolü ve sorumluluklarının olduğu da unutulmamalıdı