29 Ağustos 2014 Cuma

Osmanlı Devletindeki Amerikan Misyoner Okulları ve Faaliyetleri


Osmanlı Devletindeki Amerikan Misyoner Okulları ve Faaliyetleri


Osmanlı Devletindeki Amerikan Misyoner Okulları ve Faaliyetleri
Emperyalizm çağı olarak adlandırılan 19. yüzyılda özellikle dini propaganda altında yürütülen her türlü politika misyonerlik olarak adlandırılmıştır. Misyonerlik, ilk olarak Hıristiyanlığın yayılmasını amaç olarak taşıyan bir faaliyet olarak tanınmıştır. “Mission” terimi Latince asıllıdır. Gönderme anlamına gelen “mittere” fiilinden türetilmiş “ missio” kelimesinden gelmektedir. Propaganda çalışmaları yapmak için gönderilmiş kadın veya erkek anlamı da taşımaktadır. Bu propagandanın dini ve siyasi olmak üzere başlıca iki temel amaç güttüğü bilinmektedir.
Misyonerliğin dini amacı hiç kuşkusuz ki Hıristiyanlığı tüm dünya üzerinde tek din haline getirmektir. Siyasi amacı ise, Hıristiyanlık haricinde ilahi ve batıl dinlerin hâkim olduğu milletler ve topluluklarda, eğitim hususunda ve kültürel sahalarda yozlaşmaya yönelik faaliyetler yapmak, ilgili milletlerde çeşitli çatışmaları körüklemek ve buna bağlı olarak etnik farklılıkları göz önünde bulundurarak, bünyesinde varlıklarını devam ettirdikleri devletlerden bu unsurları ayırmaya yönelik tertipler içerisinde bulunmak olarak özetlenebilmektedir.
Bu doğrultuda dünya üzerinde bulunan pek çok emperyalist güç; dini, siyasi ve ekonomik hedeflerine ulaşmak adına misyonerlik çalışmaları yürütmüştür. İslam dünyasının ezelden beridir düşmanı olan batı dünyası, misyonerlik konusuna çok büyük derecede önem vermiştir. Yüzyıllarca İslamiyet’i ortadan kaldırmak için savaşan, yüzbinlerce insanını bu uğurda kaybeden Hıristiyan âlemi, bu konuda başarılı olamayacaklarını anladıkları için bu tür tertipleri planlamaya başlamıştır.
İslam dünyasında o dönemdeki en önemli aktör Osmanlı İmparatorluğundan başkası değildir. Hemen hemen tüm İslam coğrafyasının yönetimini elinde bulunduran Osmanlı, batılı Hıristiyan güçlerin hedef tahtasında yer alarak, anlatmaya çalıştığımız bu çetrefilli sistemin pek çok hain saldırısına maruz kalmıştır. Fransız, İngiliz, Amerikan, Alman, Rus vb. pek fazla sayıda misyonerlik teşkilatının faaliyet sahası olarak seçilen bu coğrafya, etkisi uzun yıllar hissedilecek trajedilerin merkezi konumuna gelmiştir.
İcra edilen bu misyon politikalarının birbirlerine benzerlikleri olduğu gibi, bazı zamanlarda da birbirlerinden keskin bir biçimde ayrılmışlardır. Amerika Birleşik Devletleri de Osmanlı coğrafyasında icra ettiği Misyonerlik çalışmaları ile uzun uğraşlar vermiştir. Bu yüzden yaptıkları her türlü propaganda da araştırılmaya ve irdelenmeye değer nitelikler taşımaktadır.
İlk olarak 1810 yılında Boston’da kurulan “American Board of Commisioners for Foreign Missions” kısaca ABCFM veya BOARD adlı protestan teşkilatı misyonerlik çalışmalarını başlatmıştır. Bundan başka, 1868 yılında kurulan “Woman’s Board of Missions” ve “Woman’s Board of Missions of the Interior” gibi kadın dernekleriyle “American Bible Society”, “The Near East Relief” gibi cemiyetler ve örgütler, İslam coğrafyasında ve bilhassa Anadolu topraklarında misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür.
Bahsi geçen bu teşkilatlar içerisinde en fazla gayret sarf edeni BOARD adını taşıyan misyonerlik topluluğu olmuştur. Anadolu’yu, ileride ele geçirmeyi düşündükleri Asya’nın anahtarı olarak nitelendiren BOARD ajanları, 1820 yılında Osmanlı topraklarına ayak basmışlardır. Plenky Fisk ve Levi Parson adındaki bu ilk ajanlar, uzun yıllar süresince tüm Osmanlı coğrafyasını gezmiş, Osmanlı tebaasının arasına karışmış, ülkenin ekonomik, dini ve coğrafi yapısını araştırmış, halkın psikolojik durumunu, tebaanın eğitim durumunu, kültürel ve sosyal yapısını tahlil eden raporlar hazırlamışlardır. Hazırlanan raporlarda Türklerin ve diğer Müslüman unsurların kesinlikle dinlerinin değiştirilemeyeceği, bu sebeple diğer gurupların öncelikli hareket noktaları olacağı hususlarının altı çizilmiştir. Aynı misyonerlerin hazırladıkları başka raporlarda da Arap toplulukları hakkında farklı seçeneklerin değerlendirilebileceği, dini yönden olmasa bile, siyasi yönden misyon politikalarının uygulanabileceği yetkili mercilere iletilmiştir.
Bu süreci Osmanlı devleti idaresindeki şehirlerde Amerikalı misyonerlere ait pek çok “kültürel ve sosyal müessese” nin kurulması izlemiştir. Bu müesseseler önem sırasına göre listelendiğinde, okul, hastane, yetimhane, kilise, çocuk yuvası gibi gruplar altında hayat bulmuştur. Bunlar içerisinde en fazla etki yaratan ve yüksek ihtimalle Osmanlı’nın çökmesinde de en önemli etken olarak adlandırabilecek olduğumuz kuruluş elbette ki okullardır.
Kurulan bu ajan okullarının öncelikli amaçları;
-Faaliyet gösterdikleri bölgedeki halka Hıristiyanlık inancını yaymak
-Mensubu oldukları yabancı ülkenin, Osmanlı Devleti üzerindeki menfaatlerinin takipçisi olmak ve Osmanlı Devletini parçalamak
-Kendi ülkelerinin ihtiyaç duyduğu hammaddeler için yeraltı ve yerüstü kaynaklarını araştırmak ve özellikle bu bölgelerde faaliyetlerini yoğunlaştırmak
-Her türlü siyasi ve ekonomik karışıklıkları desteklemek ve muhtemel çatışmalara zemin hazırlamak
-Osmanlı topraklarını sömürge haline getirecek fikri yapıyı kendi okullarında hazırlamak
-ABD çıkarlarına hizmet edebilecek yönetici zümresini yetiştirmek olmuştur.
Nitekim açılan bu okullar, misyoner teşkilatlarının gizli emellerinin hayata geçirilmesi konusunda oldukça başarılı olmuştur. Gayri Müslim tebaanın çocukları bu okullarda eğitime tabi tutulmuş, bu çocuklara devamlı suretle, Türklerin kendilerini sömürdükleri, yıllardır boş yere bu sıkıntılara katlandıkları, eğer bağımsızlık çalışmalarına girerlerse kendilerinin maddi ve manevi her şekilde destek vereceklerini ve buna benzer pek çok çirkin teklifler devamlı surette empoze edilmiştir. Balkan coğrafyasında yer alan ülkelerin Osmanlı’dan kopmaları, Arap dünyasının batı ile işbirliği yaparak Osmanlıyı sırtından vurması, özellikle Ermeniler gibi “Millet-i Sadıka” olarak adlandırılan bir topluluğun dahi Türklere karşı kudurmuşçasına saldırması, bu misyon politikalarının ve bahsi geçen okullarda eğitime tabi tutulan öğrencilerin yüzünden gerçekleşmiştir.
Bütün Osmanlı coğrafyasında bu faaliyet için 350’nin üzerinde misyoner görev yapmış, 1000’e yakın okul bu doğrultuda teşkilatlandırılmış, 30000 civarında öğrenci bu okullarda eğitilmiş ve Amerika bu işler için milyonlarca dolar kaynak tahsis etmiştir.
Fakat yaşanan bu süreç Osmanlı’nın yıkılmasıyla son bulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde başlatılan bağımsızlık savaşı sonucunda kurulan yeni cumhuriyetin her türlü politikasında, yabancılara tanınan olağan üstü ayrıcalıklar reddedilmiştir. Bu dönemden itibaren yabancı okullarına en ufak bir müsamaha dahi gösterilmemiştir. Türk yasa ve yönetmeliklerine aykırı bulunan tüm yabancı ve azınlık okulları kapatılmıştır. Ancak günümüzde bazı çevrelere ait yabancı okulların tekrar açılması fikri yeniden canlanmaya başlamıştır. Unutulmamalıdır ki tarih tekerrürden ibarettir. Eğer Osmanlı’nın akıbetine uğramak istenmiyorsa, bu konularda çok dikkat edilmelidir. Aksi takdirde sonumuz Osmanlı’nınkinden daha vahim olacaktır.
Kemal Oğuz ÇAKIR
Ahi Evran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
KAYNAKLAR
Adnan Şişman, XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti’nde Yabancı Devletlerin Kültürel ve Sosyal Müesseseleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2006
Necdet Sevinç, Ajan Okulları, Dede Korkut Yayınları, İstanbul, 1975
Sezen Kılıç, Türk-Alman İlişkileri ve Türkiye’deki Alman Okulları (1852’den 1945’e Kadar), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005

13 Ağustos 2014 Çarşamba

ittihat ve terakki cemiyeti - teşkilat ı mahsusa said nursi teşkilatın son fedaisi mi ?


ittihat ve terakki cemiyeti  -  teşkilat ı mahsusa

 

 Said Nursi teşkilatın son fedaisi mi?

Teşkilat-ı Mahsusa; Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nın lağvedilmesinden sonra, Almanların telkini ve başkumandan vekilinin emriyle kurulmuştu. Teşkilat-ı Mahsusa’nın amacı, İmparatorluk sınırları dâhilinde ihanet şebekelerini ortadan kaldırmak, milliyetçilik hareketlerini kontrol altında tutmak, işgal güçlerine karşı sabotajlarda bulunmak ve Osmanlı toprağında cirit atan bütün yabancı servislerle boy ölçüşmektir. Almanlar hariç! Teşkilatın bir diğer vazifesi de, devlet sınırları içindeki ve dışındaki Türk ve Müslümanlar arasında propaganda yapmaktı.

Teşkilatın ideolojisi Pantürkizm’dir. Gerçi İslam Birliği de hedeflerden birisidir ancak ana temel Türkçülüktür. Almanlar teşkilatı, kendi casuslarının ulaşamadığı alanlarda beşinci kol faaliyetlerinde değerlendirmeyi düşünmüşlerdi. Evdeki hesap pek çarşıya uymadığından Teşkilat kendi gündemini takip etti. Teşkilat hem Çarlık Rusya’sında yaşayan Türkleri hem de İngiliz işgalindeki Hindistan gibi İslam memleketlerini faaliyet sahasına dâhil etti.

Hatta Bolşevik devrimin önderlerinden, Kalmuk Türklerinden olduğu sanılan Vladimir İlyiç Ulyanov yani Lenin’in Rusya’ya girmesini teşkilatın sağladığına dair söylentiler var. Lenin Rusya’ya ulaştığında devrim gerçekleşmiş, Çarlık Rusya ordusu Osmanlı sınırlarından çekilmek zorunda kalmıştı. Birçok cephede Rus askerleri silahlarını bırakmıştı.

19. yüzyılın sonları İslam milletleri için ölüm kalım günleri. İslam coğrafyası işgal altında. İngilizler, Ruslar, Fransızlar, İtalyanlar orduları ile Müslüman halkların yaşadıkları yerleri ezip geçiyor. Sorumluluk sahipleri kendi güçleri nispetinde yangını söndürmeye koşturuyor. Kimi kalemiyle halkı uyandırmaya uğraşıyor kimi orduya yazılıyor kimi de yardım kuruluşlarında gönüllü çalışıyor. O dönemde birçok tanınmış edip, mütefekkir ve din bilgini teşkilatın üyesi.

İlmiye sınıfının ileri gelen isimlerinden Musa Kazım, Mustafa Asım, Elmalılı Hamdi Yazır, son Şeyhülislam Mustafa Sabri, İttihat ve Terakki’nin ilk iktidar yıllarında üye olmuşlar ancak bu isimlerden Said-i Nursi Teşkilat-ı Mahsusa’ya alınmıştır. Mehmet Akif Ersoy merhumla birlikte teşkilat saflarında destansı faaliyetlerde bulunmuşlardı.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Osmanlı İmparatorluğu Hükümeti, dünya Müslümanlarını Halifeye yardıma çağıracak bir fetvanın yayınlanması doğrultusunda girişimlerde bulundu. Fetvanın hazırlanmasında dönemin ileri gelen din adamlarının görüşü alındı. Fetva, Said Nursi’nin içinde bulunduğu bir heyet tarafından imzalandı.

Said-i Nursi teşkilatta vazife aldıktan sonra, Alman denizaltılarıyla Trablusgarp’a giderek kendisinin de hazırlanmasına katkı verdiği Cihat beyannamesi dağıtmıştı. Hatta Edirne’nin Bulgar işgalinden kurtuluşuna milis kuvvetleri ile iştirak ettiği söyleniyor. Sultan Reşad’ın Edirne’yi ziyaretinde heyette Said Nursi’nin de bulunduğu biliniyor.

Birinci Dünya Savaşı’nda gönüllü milis albayı olarak savaşa iştiraki, yaralanıp Ruslara esir düştüğü bizzat kendi ifadeleri ve resmi evraklar sayesinde kayıtlara geçmiş. Bugünkü ifadeyle tam bir özel harpçi. Gayri nizami harp taktiklerini iyi biliyor. Medrese öğrencilerinden milis teşkil ediyor. Ermeni ve Rus müfrezelerine karşı yerel halkın direnişini örgütlüyor.

Esir kampından kaçışında kendisine yardımcı olan Yusuf Akçura, Hilâl-i Ahmer yani Kızılay Başkanı sıfatıyla dolaştığı esir kamplarından birisinde Bediüzzaman Said Nursi ile karşılaşmış, Kostroma’da bir Tatar köyünün camisinde misafir kalan Said Nursi’den; “Kürt ulemasından ve milis zabitanından bir zat” ifadesiyle söz etmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın önde gelen isimlerinden Kuşçubaşı Eşref’in ve Mehmet Akif’in kadim ve samimi dostudur. Bu dostluk savaş bittikten sonra da devam etmiştir. Said Nursi Akif’in bazı şiirlerini, Farsça, Kürtçe ve Arapçaya çevirmiştir. Küresel kraliyetçilerle, Masonlarla arası hiç iyi değil. Said Nursi 1957’de gazeteci İlhami Soysalla Isparta’daki görüşmesinde, Demokratların vatanperver insanlar olduklarını, onların içlerinde masonların bulunmasından hoşnut olmadığını ifade etmiştir.

Said Nursi’nin Cumhuriyet sonrası Teşkilatla bağlarını koparmadığı teşkilatın sivil ve asker unsurlarıyla görüştüğü ve zaman zaman onların kendisine yardımcı oldukları anlaşılmaktadır. 1925’de Burdur’da bulunduğu günlerde, Genel Kurmay başkanı Mareşal Feviz Çakmak’a Burdur Valisinin Said Kürdi’yi şikâyet tarzında; “Hükümeti tanımıyor, İspat-ı vücuda gelmiyor, dini dersler veriyor” serzenişlerine Mareşal Çakmak’ın; “O’na ilişmeyiniz. Saidi Kürdi’den zarar gelmez. O’na hürmet ediniz” şeklinde bir tür emir ve talimat verdiği belirtilmektedir.

Nitekim Barla’ya nefyedildiğinde en has talebesinin de bir asker olduğu görülecektir. Bu asker; 1928’de Eğirdir askeri dağ talimgâh muallimliğine tayin edilen Yüzbaşı İbrahim Hulusi Yahyagil’dir. Yüzbaşı İbrahim Hulusi Yahyagil vasıtasıyla, 1930 senesinin ilk ayında Eğirdir’e gelen Mareşal Fevzi Çakmak ve Fahrettin Altay Paşaya selamlarını, ayrıca Fahrettin Altay’a verilmek üzere, ‘Onuncu Söz’ isimli el yazması risalesini göndermişlerdir. Hüseyin Üzmez hatıralarında, Ahmet Emin Yalman suikastından önce Elazığ’a gittiğinde İbrahim Hulusi Yahyagille görüştüğünü ve kendisinin tavsiyesiyle cemaatinden bir teğmenin evinde kaldıklarını anlatır.

Askerle ilişkilerine başka bir örnek ise, 1957 Nisanında Isparta’da yapılan askeri Tugay Camiinin harcını koymak için bizzat Tugay Komutanı Fevzi Fırat tarafından temel atma törenine davet edilmiştir. Said Nursi’nin daveti kabul etmesi için Isparta İmam Hatip okulunda Kur’an hocası ve Kesikbaş Camiinde imamlık yapan Hafız Fevzi Efendi aracı olmuşlardır. Ruhları şad mekânları cennet olsu

5 Ağustos 2014 Salı

HAÇLI SEFERLERİ


HAÇLI SEFERLERİ
Hristiyanların mukaddes toprak ve haç yeri olarak adlandırdıkları Kudüs ve civarının, 11'inci yüzyıldan itibaren Müslüman Türk İmparatorluğu Selçukluların eline geçmesi sonucunda, bölgenin sanki Hristiyanların haç vazifelerini yapmasına kapatılmış olarak gösterilmeye çalışması çabaları Avrupalı Devletlerin Müslüman halka ve devletlerine karşı tutum almalarına sebebiyet vermiştir. Bu durum Müslümanlara ve Türklere karşı siyasi politika aracı olarak sıklıkla kullanılmıştır.
Asya ile temasta bulunan Avrupalı gemicilerin, tüccarların, iş adamlarının gördükleri zenginlik, refah, medeniyet ve toprak zenginliklerini kendi memleketlerindekilere kıyasla methetmeleri, o dönemlerde yoksul ve perişan bir şekilde yaşayan Avrupa halkını içinde din düşmanlığına hırs ve tamahı da eklemiştir.
Dönemim din lideri Papa Ürben'in tutum ve davranışları, Avrupa halkını, Müslüman halka karşı kışkırtma şeklinde olmuştur. Söylemlerinde Müslüman halkla ilgili yanlış bilgiler ve vererek din düşmanlığını arttıran Papa birleşim çağrılarında bulunarak Müslümanlara karşı harp etmenin gerekli olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Müslümanlara harp ederek onları kutsal topraklardan çıkarma hedefi güden Avrupa liderleri Papa'dan aldığı destekle, çıkarları olduğu durumlarda hızlıca birlikler ve ordular teşkil etmiş ve ellerine fırsat geçince Müslümanlara karşı savaş ilan ederek emellerine ulaşmayı amaçlamışlardır.
Bu sebeplerle başlayan haçlı seferleri 1096 yılından 1270 yılına kadar sekiz sefer halinde devam etse de, her yerde İslamiyet'in koruyucusu olarak kendilerini görevlendirmiş Türklerin kahramanlıkları karşısında, Avrupalılar istedikleri başarıya bir türlü ulaşamamışlardır. Amaçlarına ulaşamayan bu seferlerin Avrupalılara en büyük katkısı, seferler sırasında doğu ve Anadolu'da gördükleri kültür ve medeniyet kavramlarının getirilerini öğrenmek ve kendi yararlarına azami fayda sağlayacak şekilde kalkınmada kullanmak olmuştur.
13 'üncü yüzyıla kadar teşkil edilen haçlı seferleri kısaca dört başlık altında incelenebilir. Bu seferler:
1. I. Haçlı Seferi (Öncüler)
2. II. Haçlı Seferi
3. III. Haçlı Seferi
4. Diğer Seferler.
I. Haçlı Seferi
Teşkil edilmek istenen ilk kuvvet, Papa Ürben'in yapmış olduğu davet üzerine hemen tepki gösteren Fransızlar, İtalyanlar ve Almanlar'ın başı çektiği bazı Avrupalı Devletler olmuştur. Alelacele karmakarışık hızlı bir şekilde oluşturulan ilk haçlı ordusu Papaz Piyer Lermit ve Şövalye Gotye'nin komutasında oluşturulmuştur. Kolay bir zafer kazanılacaklarına inanan haçlı ordusu zafer ümidi ile yola çıkmıştır. Balkanlar yolu üzerinden İstanbul'a oradan da Anadolu'ya hareket eden haçlı ordusu İznik civarlarında cephe tutan Selçuklular karşısında büyük bir mağlubiyete uğramış ve büyük bir kuvvet yok edilmiştir. Çarpışmalardan kaçarak zor bela canını kurtaran Piyer Lermit ezici mağlubiyetin ardından Avrupa'ya dönebilmiştir.
Öncü kuvvetlerin mağlubiyeti ile iyice hırslanan Hristiyanlar çok geçmeden, Fransız şövalyelerinden Godfruva bö Buyyon tarafından teşkil edilmiş yaklaşık 600.000 kişilik asıl kuvvet ile İstanbul'a doğru harekete geçmiştir. Haçlı ordusunun İstanbul'da sıkıntı yaşatacağını düşünen Bizanslı'lar, hiç vakit kaybetmeden Godfruva komutasındaki haçlı ordusunu Anadolu'ya geçirmiş, lojistik destek sağlayacağının teminatını vererek, Piyer Lermit'in kılıçtan geçirilen ordusunun mağlup edildiği İznik'e doğru ordusunun hızlıca ilerlemesi için gereken tedbirleri almıştır.
Büyük haçlı ordusun karşısında Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan, düşman kuvvetleri üzerinde oyalama ve baskın muharebeleri yaparak hasmı haçlı ordusunu yıpratmaya çalışmıştır. Haçlı ordusu bu muhaberelerden büyük kayıplar vermiş ve güçlükle ilerlemeye devam etmiştir. Toros dağlarını aşan Haçlı ordusu büyük kayıplar vererek ulaşabildiği Kudüs'ü almaya muvaffak olmuş ve bölgede yaşayan Türk ve Müslüman halka ağır işkence ve zulümler yaparak Hristiyanlığın yüz karaları olduklarını ispatlamışlardır.
Kudüs'ün ele geçirilmesi ile hedeflerine kavuştukları söylenebilen ilk haçlı ordusu Suriye ve Filistin'i de ele geçirmiştir. Bölgede bir takım derebeylikler kurulmuştur. Ordu Komutanı Godfruva dö Buyyon 1096 yılında bölgede Latin Krallığı'nın tesis etmiş ve başına geçerek Kudüs'e yerleşmiştir.
II. Haçlı Seferi
II. Haçlı seferi Selçuk Türklerinin I. Haçlı seferi sonunda kaybettikleri yerleri geri almak için harekete geçmeleri üzerine gerçekleşmiştir. Musul Atabeyi İmadüddin komutasındaki ordunun harekete geçerek 1144 yılında Urfa'yı haçlıların elinde alması sonucunda, I. Haçlı seferi ile başarı kazanmış Avrupalılar, yine bir başarı sağlayacakları umudu ile hemen teşkilatlanmışlar ve ordu teşkil etmişlerdir.
Urfa'nın kaybedilmesi sonucunda mukaddes toprakların kaybedileceği tehlikesi ile halkı kışkırtan Papa'nın da desteği ile kurulan II. Haçlı orduları, Fransız Kralı yedinci Lui ve Alman İmparatoru üçüncü Konkard komutasında oluşturulmuştur. Oluşturulan iki ordu ayrı ayrı yola çıkmıştır.
Anadolu'ya Fransızlardan önce varan Konkard komutasındaki Haçlı ordusu bu sefer beklenilen zaferi görememiş ve mağlup olmuştur. Yedinci Lui komutasındaki ordu ise Antalya önlerine kadar ilerliye bilmiş ise de bir netice alamamıştır. Antalya'dan deniz yolu ile Suriye'ye geçen Lui komutasındaki ordu, Şam'a saldırmış fakat zafer kazanamamıştır. Başarısızlığa uğrayan bu ordular mahzun ve mahcup bir şekilde memleketlerine geri dönmek zorunda kalmışlardır.
III. Haçlı Seferi
Kudüs Latin Krallığı'nın Mısır'a karşı harekete geçmesi üzerine Mısır Atabeyi Nurettin Zengi, yeğeni Selehattin Eyyübi ile kumandanlarından Sirgüh'ü yardım etmeleri için ordusu ile birlikte Fatımı Devleti'ne göndermiştir. Sirgüh'ün vefatı üzerine ordunun başına geçen Selehattin Eyyübi Fatımı Devleti'ni ortadan kaldırmış ve 1174 yılında Eyyübi Devleti'ni kurmuştur.
Mısır'da düzenini kuran Selehattin Eyyübi hakimiyetinin hemen ardından ordusunu güçlendirmiş ve Kudüs üzerine sefer çıkmıştır. Taberya gölü civarında iki taraf arasında meydana gelen savaşı Selahattin Eyyübi kazanmış ve Latin Krallığı ordusu perişan düşmüştür. Selahattin Eyyubi 1187 yılında yaklaşık 3 ay kadar süren Kudüs işgali başarı ile tamamlanmış ve Kudüs ele geçirilmiştir.
Selahattin Eyyübi'nin bu zaferi Avrupa'da yeniden Türkler ve Müslümanlar aleyhinde büyük bir galeyana ve ayaklanmaya sebep olmuştur. Teşkil edilen haçlı ordusuna Alman İmparatoru Kızılsakallı Frederik, Fransız Kralı Filip Ögüst ve İngiltere Kralı Aralan yürekli Rişar katılmıştır.
Mukaddes toprakları Müslümanların elinden tez zamanda kurtarıp ülkesinin ve kendisinin şerefini diğer krallardan önce kazanma hayali ve isteği ile hızlı bir şekilde oluşturduğu kuvvetiyle kara yolu üzerinden yola çıkan Alman Kralı, Anadolu'da Silifke suyunu (Göksu) geçerken düşerek boğulmuş ve vefat etmiştir. Başsız kalan Alman ordusu dağılmış ve memleketlerine geri dönmüştür.
Deniz yolunu tercih eden İngiltere ve Fransa kralları önce Kıbrıs'a oradan da Akka önlerine gelmişlerdir. Maksatları Selehattin Eyyübi'yi yenmek olan haçlı ordusu Akka Kalesi'ni bir türlü ele geçirememiştir. Krallar arasında seferin gidişatı ve komuta konusunda ortaya çıkan anlaşmazlıklar sebebi ile Fransız Kralı Filip Ögüst ordusu ile geri çekilmiş ve memleketine dönmüştür.
Yalnız kalan İngiltere Kralı Arslan yürekli Rişar bir çok neticesiz ve ordusunu yıpratan savaşlar yapmıştır. Kudüs'ü geri almak şöyle dursun hiç bir konuda başarı sağlayamamıştır. Sonuç olarak Selehattin Eyyübi ile yaptığı anlaşmalar sonucunda Kudüs'ü Hristiyanların 3 yıl boyunca ziyaret edebilmeleri konusunda söz almış ve ülkesine geri dönmüştür.
Diğer Seferler
IV. Haçlı seferi yine Kudüs'ü kurtarmak yapılmıştır. Bu sefere iştirak eden Haçlılar İstanbul'a geldikleri vakit Bizans'ın iç karışıklıklarından faydalanmışlar ve şehir yağma etmişlerdir. Yağma ve soygunlardan sonra İstanbul'a yerleşmişler ve 1204 yılında bir Latin İmparatorluğu kurarak davalarından vazgeçmişler ve hedeflerini unutmuşlardır.
V. Haçlı seferi 1193 yılında Selehattin Eyyübi'nin Şam'da vefat etmesi üzerine durumdan faydalanmak için yapılmıştır. Macar Kralı Andre tarafından teşkil edilen ordu komutasında haçlı seferi düzenlenmiş fakat netice alınamamıştır.
VI. Haçlı Seferi Alman İmparatoru II. Frederik tarafından yapılmıştır. Selehattin Eyyübi'nin vefatı üzerine düzenlenen bu sefer de durumdan faydalanılmış Kudüs geçici bir süre içinde olsa ele geçirilmiştir. Bu zafer fazla uzun sürmemiş Kudüs Türkler tarafından kurtarılmıştır.
VII. Haçlı Seferi ve VIII. Haçlı Seferi Fransız Kralı Sen Lui komutasında meydana gelmiştir. 1248 yılında Mısır'a saldıran Sen Lui Mansure savaşlarında yenilerek ordusu ile birlikte esir düşmüştür. Muazzam bir fidye ödeyerek esirlikten kurtulan Sen Lui ülkesine geri dönmüştür. Bu mağlubiyet ve yenilginin intikamını almak isteyen Sen Lui 1270 yılında Tunus'a hücum etmiştir. Neticesiz bir kaç savaş yapan Sen Lui tutulduğu veba hastalığı sonucunda vefat etmiştir.
Tarihte Sen Lui'nin vefatı sonunda tamamlanan Haçlı seferleri resmen kapanmış ise de Osmanlı döneminde Rumeli'de Türklerin ilerlemelerini durdurmak için tekrar gündeme gelmiştir. Türklerin Rumeli'deki faaliyetlerini engellemek amacı ile yeni haçlı orduları teşkil edilmiş, hedef Kudüs'ün geri alınması olmaktan çıkmış, Türklerin durdurulması olmuştur.
Haçlı Seferleri'nin sonuçları, neticeleri
Şark kültür ve medeniyetlerine nazaran o dönemde çok geri kalan Avrupa'nın milyonlarca askeri, Kilise'nin emirleri ve Avrupa menfaatleri doğrultusunda düzenlenen Haçlı seferlerinde vefat etmiştir. Aynı kayıplar Türk ve Müslüman topraklarında da yaşanmıştır.
Haçlı seferleri sonucunda Avrupalılar Müslümanlardan bir çok şey öğrenmiş, medeniyet ve kültür konusunda Müslümanları örnek alarak düşünce yapılarını değiştirmişlerdir.
Haçlı seferlerinin çoğu düzenleniş amaçlarına ulaşmamış, yapılan mücadeleler sonuçsuz kalmıştır.
Türklerin Anadolu'daki kahramanlıkları destanlaşmış, Müslümanlığı ne denli benimsedikleri ortaya çıkmış ve İslamiyet'in koruyuculuğu Türkler tarafından sağlanmaya başlamıştır.
Avrupalılar seferler sonucunda Şark kültürünü, medeniyet eserlerini, şark insanını  Türklerin kahramanlıklarını tanımışlardır. Haçlı seferleri ile garp ile şark arasında yeni ufuklar açılmış, siyasi ve ticari münasebetlerin kurulması sağlanmıştır.
Avrupa'da Papanın ve Kilise'nin, krallar, beyler ve halk üzerindeki nüfuzları azalmış, derebeylikler zayıflamış, krallıklar kuvvetlenmeye başlamıştır.
Sonuç olarak Türk İslam Medeniyeti Avrupa'nın gözünü açmış, Avrupalılar haçlı seferlerinde görüp öğrendikleri medeniyet eserlerini kullanmaya ve geliştirmeye başlamıştır















HAÇLI SEFERLERİNİN SEBEPLERİ VE SONUÇLARI
Hristiyan Avrupalıların İslam dünyası üzerine 11 ve 13 ‘üncü yüzyılları arasında yaptıkları seferlere Haçlı Seferleri adı verilmiştir. I., II., ve III. Haçlı Seferleri Anadolu üzerinden Ortadoğu’ya doğru yapılmıştır. IV. Sefer sonunda ise Haçlılar İstanbul’u yağmalayarak Latin krallığı kurmuşlardır.
Kısaca Haçlı Seferlerinin sebepleri şu şekilde özetlenebilir:
1. Hristiyanlar kendileri için kutsal saydıkları Kudüs, Urfa ve Antakya’yı Müslümanlardan geri almayı istemişlerdir.
2. Avrupa Katolik Kilisesi ve Kluni tarikatı gibi dini güçler halkı Müslümanlara karşı kışkırtma politikası uygulamışlardır.
3. Avrupalılar Doğu’nu zenginliklerine sahip olup ekonomik durumlarını düzeltmek istemişlerdir.
4. Bazı derebeyleri şöhret ve toprak kazanmak için savaşa girmek istemişlerdir.
5. Anadolu’da Türklerin ilerleyişini bir türlü durduramayan Bizans, çare olarak Avrupa Devletlerinden yardım istemiştir.
6. Dönemin Papaları Ortodoks Kilisesi’ni egemenlikleri altına almak istemişler ve nüfuzlarını güçlendirmeyi istemişlerdir.
1270 yılına kadar aralıklarla süren Haçlı Seferleri’nin sonuçları kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1. Birçok Derebeylerinin geri dönememeleri nedeniyle Feodalite zayıflamıştır. Krallıklar güçlenmiş ve Avrupa’nın siyasi yapısında değişiklikler meydana gelmeye başlamıştır.
2. Avrupa’da Katolik Kilisesi’ne ve din adamlarına olan güven azalmıştır.
3. Türklerin Batı’ya yönelmesi geciktirilmiş ve Bizans’ın yıkılma süreci ötelenmiştir.
4. Akdeniz limanları önem kazanmaya başlamış, Doğu ve Batı arasındaki ticari faaliyetler hızlanmıştır.
5. Barut, pusula, matbaa ve kâğıt gibi icatların Avrupa’ya taşınması ile bilimsel ve kültürel hayatta yeni bir döneme girilmiştir.
6. Avrupalılar İslam Medeniyeti ve pozitif bilimlerle tanışmışlardır.
7. Köylülerin ve burjuvaların yeni haklar kazanması ile Avrupa’da toplumsal alanlarda dengeler oluşmaya başlamıştır.