17 Eylül 2014 Çarşamba

ŞEHİD İ ALA GAZİY İ NAMDAR ENVER PAŞA



“Osmanlı’nın çöküşü de kuruluşu gibi bir destandır. Çöküşün kahramanları olan neslin bayraktarı Enver Paşa’dır. Onların varlığıyla imparatorluğun çöküşünü birlikte düşünmek şaşırtıcıdır ve haksızlık gibi görünür. Onların yürekleri dağ gibiydi; hayalleri de öyle…” –Nevzat KÖSOĞLU

İsmail Enver…
Birçok dönemde oldukça tartışmaya açılmış, üzerinde haklı-haksız olarak birçok yorum yapılmış bir isim. Enver Paşa, Osmanlı Devleti’nin son dönemi ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin büyük bir kısmını etkilemiş bir kahramandır. Kahraman diyorum, çünkü Osmanlı Devleti’nin son dönem neslinin bayraktarlığını yapmış bir komutandan söz etmekteyiz. Bu nesil ki, daha sonra Anadolu’da milli mücadelenin başında yer alacak ve Türkiye’nin geleceğinde başrolü oynayacaktır.

Kişiliği ve Manevi Dünyası
Bu hususta çeşitli kaynaklardan örnek vermek istiyoruz ki, Enver Paşa hakkında salt duygusal bir betimleme yapmadığımız belli olsun.

Enver Paşa ile henüz yüzbaşı iken kendisi ile 3 yıldan fazla çalışmış olan ve onun Genel Kurmay Harekât Dairesi Müdürü olarak atamış olduğu İsmet İnönü, Paşa’nın kişiliği ile ilgili şu açıklamalarda bulunmaktadır;

“Enver Paşa ihtilalden önce ahlak, cesaret ve kahramanlık misali olarak tanınmıştır. Enver’e en çetin kıt’a hizmetleri tam ve itimatla emniyet edilmiştir. Enver Paşa şahsi meziyetleriyle iyi bir asker, iyi bir subay olarak, cemiyetin kusur olarak bildiği unsurlardan, insanın tasavvur edemeyeceği kadar nasibi olmayan bir tiptir. Askeri vasıfları bakımından vazifesever, çalışkan ve korku nedir bilmez müstesna kahraman olarak askerliğin aradığı ölçülerin en yukarı seviyesinde yer almıştır… Kahramanlığını, cesaretini, gözüpekliliğini tekrar belirtmeliyim. Büyük emeller gütmüştür; mesela belki de Timurleng’i düşünmüştür.” [1]

Ramazan Balcı’nın çeşitli kaynaklardan derlediği Enver Paşa’nın kişilik değerlendirmesi ise şöyledir;

“O’nu yakından tanıyan herkesin üzerinde birleştiği nokta Enver’in bir insan olarak mükemmel ahlaki değerlere sahip olduğudur. Bir gün bile hiddetlendiğini, ağzından çirkin ve kaba bir sözün çıktığını gören olmamıştır. Kızıp öfkelendiği zamanlarda bile ölçülü konuşmasını bilir. Sır saklamak ve niyeti dışa vurmamak hususunda olağanüstü bir kudreti vardır. Bir insanın çıkabileceği en yüksek makamlara yükseldiği halde samimiyetini ve alçakgönüllülüğünü kaybetmemiştir. Keskin bir zekâ ve yaradılışından edeb ve terbiye sahibidir… Ruhunda o kadar azim ve sebat vardı ki, bunu yenmek mümkün değildi. Hayatında attığı adımların hiç birini geri çektiği görülmemiştir…. Makedonya’daki çete savaşlarındaki haklı ününü de bu şekilde, en az on kere ölümden dönerek kazanmıştır. Trablusgarp’ta gülleler arasında dolaşır, Başkomutan’dır ve yine avcı hattındadır. Nihayet Belcivan’da ölüme giderken bir avuç atlının en önündedir.” [2]

Paşa’daki İslam ahlakı ve peygamber sevgisi hususunda General Ali Fuat Erden tarafından ifade edilenler onun manevi dünyasını gözler önüne sermektedir.

“Enver Paşa’nın bu iman ve itikadına Medine’yi ziyaretinde yakından şahit olmuştum. İstasyondan doğru Ravza-i Mutahhara’ya yaya olarak gitti… O asıl Komutanın, Peygamer’in huzuruna gitmekte idi; ona saygılarını sunmağa, asilin vekile emanet ettiği vazifenin hesabını arzetmeğe gitmekteydi. Enver Paşa benliğinden geçmiş, ellerini göğsünün üzerinde saygı ve taatle bağlamış; başını öne eğmiş, sessiz sessiz ağlıyordu. Ve bütün bu yürüyüş esnasında biteviye ağlıyor, gözlerinden yaşlar döküyordu.” [3]

İslam’ı benliğinde oldukça dolu bir şekilde yaşaması ve mükemmel bir kader inancına sahip olması, onun, birçok zaman üstün ahlakı ve cesareti ile tanınmasını sağlamıştır. İnatçı ve azimkâr yönüne bakıldığında bunun bir ihtiras sonucu edinilmiş huy olmadığı, tam aksine Osmanlı Devleti’nin geleceği ve cihad anlayışının Paşa’da bıraktığı manevi etkiden kaynaklandığı görülmektedir.

Milli Mücadele Dönemi ve Hakkında Yapılan Propagandalar
Milli mücadelenin uğraşını veren askerlerin önünü Enver Paşa’nın açmış olması bakımından kendisinin milli mücadele ruhunun temelini attığını açıkça ifade edebiliriz.[4]

-Orduda kurmay heyeti gençleştirme politikası sayesindedir ki, bir Mustafa Kemal’den, İsmet İnönü’den, Kazım Karabekir’den, Fahrettin Altay’dan, Ali Fuat’tan büyük bir minnet ile söz edebiliyoruz. Aynı zamanda Paşa’nın ordunun siyasetten ayrı tutulması hususundaki çabaları da Osmanlı Ordusu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna değin ayakta durmasının altında yatan büyük etkenlerden birisidir. Anlattığımız bu iki uygulamanın daha sonra aynı şekilde Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mustafa Kemal tarafından yapılmağa çalışıldığını görmekteyiz.-

Ne yazıktır ki, milli mücadele sırasında Enver Paşa’nın varlığından ve Anadolu’da varolan etkisinden rahatsız olan birçoğu, Paşa hakkında Anadolu’da yoğun bir propaganda içerisine girmişlerdir. Aşağıda yer alan Kazım Karabekir bahsi bu durumun örneklerinden bir tanesidir:

Balkan Savaşı sırasında, İttihatçılık yaptığı için asker içinde bozgun çıkartma gerekçesi ile Divan-ı Harb’e verilen Karabekir, cezalandırılarak ordudan atılmıştır. Savaş Bakanı olan Enver Paşa, “Kazım iyi insandır; bu hatasını telafi eder.” diyerek Divan-ı Harb kararını yırtıp atmıştır.[5] Buna rağmen Milli mücadelenin başlatıldığı yıllarda Enver Paşa’nın Sovyet Rusya’da bulunmasına binaen Karabekir Paşa’nın, Mustafa Kemal Paşa ve İnönü ve Fevzi Çakmak’a çekmiş olduğu telgraflarda, Anadolu’da Enver Paşa aleyhine propaganda yapmak gerektiğini, Enver Paşa’nın etkisinin artması durumunda milli mücadelenin tehlikeye düşeceği gibi ifadeler yer almaktadır. 26 Mayıs 1921 tarihinde Fevzi Çakmak’a çektiği telgraf işin esasını açıkça ortaya koymaktadır;

“Bilhassa Acara ve Batum’da Enver’in programını izahla Bolşevik olduğunu, dinden çıkarak kadınların erkeklerle birlikte açık gezeceklerini halka anlatarak dini duyguları tahrik olunuyor. (Burada anlatanlar Karabekir’in görevlendirdiği propagandacılardır) Programın memlekete vuracağı felaket dâhil olunarak Enver’in şahsına saldırılmalıdır…” [6]

Kazım Karabekir’in bu propagandaları pek başarılı olmayınca bu dönemden sonra propagandalar özellikle Sarıkamış yenilgisi üzerine yoğunlaşacak ve ortaya atılan abartılı ifadelerle gerçekler saptırılacaktır. Bu harekât üzerinden yapılan propagandalar günümüze değin etkisini sürdürmüştür. Ne yazıktır ki, “Doksan bin kişinin Allahu Ekber Dağları’nda tek kurşun atmadan donduğu” safsatalarının Enver Paşa’yı değil, Sarıkamış’ın büyük kahramanlarını ve aziz şehitlerini aşağıladığı fark edilememiştir. Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekât Planı günümüz birçok askeri otoritesi tarafından mükemmel olarak görülmektedir.

Verilen talimatların kimisinde kolordu komutanlarının gevşek davranmaları, Rusların aldıkları geri çekilme kararının alınan ikinci bir kararla uygulanmaması, Rus Plaston Tugayı’nın[7] tesadüfen Sarıkamış garnizonunda bulunmaları, Rusların Aras boyundaki birliklerin geri çekilip bunların Sarıkamış’a takviyesinin durdurulamaması, hava şartları, askerin yorgunluğu gibi nedenler Sarıkamış’ta yenilgiyi hazırlamıştır.[8] Kösoğlu, Sarıkamış Harekâtı’nın zaferden hezimete dönüşmesinde meydana gelen olaylar hususunda;[9]

“Bu harekâtı Rusların kazanması için bütün şartların meydana gelmesi lazımdı, bizim kazanmamız için ise, bunlardan herhangi bir şartın olmaması yeterliydi. Bütün bu şartlar bir araya geldi ve zafer Ruslara güldü.”

Bu harekât gerçekleşirken Enver Paşa’nın İstanbul’da partide eğlendiğini öne sürenler, aynı kişinin İstanbul’da değil de, Sarıkamış’ta askerleri ile donma tehlikesi geçirdiğini ve doktorunun atın karnını yarıp Paşa’yı içine sokarak bu şekilde donmaktan kurtardığını bilmezler.  -Yine 90 bin efsanesi de o günlerin Rus propagandasından gelmektedir. Fakat daha sonra Sarıkamış’taki Rus ordusunun generali Maslovski’nin verdiği bilgilerde, ölen Osmanlı askerlerinin sayısının 23 bin olduğunu ve bu sayıya Hamamlı’daki esir kampında can veren 5 bin askerimizin de dâhil olduğu bilinmektedir. Bu sayı Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinde 26 bin, Nevzat Kösoğlu’nun edindiği ve o tarihte şehitlerimizin cenazelerini kaldıran imamların vermiş olduğu sayı 12 bin olarak belirlenmiştir.-

Kazım Karabekir’in telgraflarında göz önüne almadığı husus şudur ki, milli mücadelede itilaf devletlerine karşı Sovyet desteğinin alınması için Enver Paşa olanca gücü ile çalışmaktadır. Birçok okuyucu bu yazılanlara katılmayabilir ya da Paşa’yı Rusçuluk yapmakla itham edebilirler. O kişilere şunu sormak lazımdır; Sovyet desteğini kabul eden Mustafa Kemal Paşa hakkında, ‘günün şartlarına uygun davrandı’ şeklinde savunu yapılırken, neden Enver Paşa için aynı şey söz konusu olmuyor? Diğer yandan şunu da unutmamak gerekir ki, eğer Enver Paşa milli mücadelenin başına geçmeyi isteseydi Sakarya Muharebesi esnasında Batum’da beklemek yerine doğrudan emrindeki kuvvetlerle Anadolu’ya girip komutayı eline çok rahat bir şekilde alabilirdi. – Kafkas-İslam Ordusu’nun ve Anadolu’daki (Karadeniz Ahalisi başta olmak üzere) Enver Paşa’ya olan desteğin yadsınamaz derecede etkili olacağını da hesaba katmak gerekir.- Yunanların Ankara’ya yakın olduklarını ve Anadolu’ya girdiği takdirde çıkacak olan en ufak bir karışıklıkta bile Yunan ilerleyişinin hızlanacağını düşünerek Paşa, Sakarya Savaşı sonucunu bekleme kararı almıştır. O zamanlar onca şeyi akıl edenler bunu mu gözden kaçırmışlardır?!

Mustafa Kemal Paşa İle İlişkisi ve Bu Hususta Yazılanlar
Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa ile aralarında çekememezlik, düşmanlık bulunduğu düşüncesine gelir isek, Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa’ya karşı büyük bir zaafının olduğunu öncelikle ifade etmemiz gerekir. Buna, Çanakkale Muharebeleri’nde Enver Paşa’nın karargâhları teftiş ederken Anafartalar Cephesi Grup Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın da yer aldığı karargâha gitmemesi, durumun kısa bir süre önce Albay olan Mustafa Kemal Paşa’ya oldukça ağır gelmiş olması ve işi istifaya kadar götürmesini örnek verebiliriz.[10] Bundan başka olarak bu iki başarılı Osmanlı Türk askeri mektuplaşmalarının birçoğunda birbirlerine, “kardeşim, sevgili biraderim…” gibi hitaplarda bulunmuşlardır. Yıkıcı rekabetin hitabı bu şekilde midir? Enver Paşa’nın 16 Mart 1921’de Cemal Paşa’ya yazdığı mektupta;

“Umarım Mustafa Kemal Paşa da Kazım Karabekir’in benimle ilgili Rus ordusuyla Anadolu’ya girip burada Bolşevikliği tesis edeceğime dair dedikoduların önüne geçmiş olacaktır”[11]

derken bile Mustafa Kemal Paşa’ya olan inancı gözler önüne serilmektedir.

Naciye Sultan’a yazmış olduğu şu mektup Enver Paşa’nın gözündeki Mustafa Kemal’i bize bir defa daha tam manası ile yansıtmaktadır:

“…Hayat kısa, ölüm ise mukadderdir. Öyleyse ölümden korkmak niye, bir kimse rahat yatağında ölmektense şehit olarak ölmeye niye gayret etmesin? Hâlbuki şehitlik mutlak ölüm(yokluk) değildir. O, yeni bir hayata, hem de ebedi bir hayata kavuşmaktır. Bu arada benim senden ilk isteğim, çocuklarımın da benim(askerlik) mesleğimde yetiştirilmesi ve onların da vakti zamanı gelince İslam’a hizmet için harp meydanlarına gönderilmesidir. İkinci bir arzum daha vardır: O da Mustafa Paşa ile ilgilidir. Onun başarıya ulaşması için mümkün olan hiçbir yardımı esirgeme. Zira Allah (c.c.) onu bu memleketi düşmandan kurtarmak ve korumak için seçip göndermiştir…”[12]

Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa hakkındaki düşüncelerinden bir başka örneği de şöyledir;

Kuşçubaşı Eşref Beğ, Trablusgarp’ta Enver Paşa’nın cepheleri gezdiği sırada çekmiş olduğu at üstündeki resmini daha sonra İstanbul’da Enver Paşa’nın evinde tablo olarak görür. Eşref Beğ oldukça şaşırır. Şaşkınlığı, resmin özgün halinde Paşa’nın sağ arka kısmında Mustafa Kemal Paşa olmasına rağmen, duvardaki tabloda görünmemesidir. Bunun sebebini sorunca da, Enver Paşa;

-          Mustafa Kemal şimdiye kadar kimseden geri kalmamıştır. Ya tam en önde yer almıştır ya da hiç yer almamıştır. Bu onun karakteridir. Ben de bu resimde onun şahsına karşı saygısızlık etmemek için onu göstermedim.[13]

Yine konu ile ilgili olarak Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa’nın şahadetini öğrendiği vakit söylemiş olduğu:

Enver bir güneş gibi doğmuşbir gurûb ihtişamıyla batmıştır.” sözü bizler için birçok şey ifade etmektedir.

Özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın yanındaki kimi şakşakçı güruh, kurulan yeni rejimi halka ve yeni nesillere daha iyi benimsetebilmek için bu gibi birçok asılsız iddialar ve söylemlerle bu iki yiğit komutanı birbirine düşman olarak göstermeğe çalışmışlar ve belli bir oranda da başarı sağlamışlardır. Bu sebeptendir ki, yeni neslin gözünde Mustafa Kemal Paşa kurtarıcı, Enver Paşa ise hayalperest bir haindir!

Trablusgarb savunması başta olmak üzere birçok şanlı mücadele, tarih kitaplarımızda Mustafa Kemal Paşa’nın büyük özverisi dâhilinde anlatılırken, Enver Paşa, Kuşçubaşı Eşref Beğ, Süleyman Askeri Beğ, Halit Kut Beğ, Nuri Conker Beğ ve bunlar gibi nice yiğit Osmanlı komutanları sadece bir cümle ile geçiştirilmektedir. –İlkokul ve ortaokul yıllarımızda derslerimizde gösterilen tarih konuları göz önüne getirilecek olunursa durum daha iyi anlaşılacaktır.-

Enver Paşa’nın şu sözleri onun Trablusgarb hakkındaki düşüncelerine ışık tutmaktadır;

“…Ben ve arkadaşlarım sizler gibi düşünmüyoruz. Bir vatan parçası, ona bağlı olanlar hayatta nefes aldıkça, elleri silah tuttukça ve atacak kurşun da varsa, utanç içinde terk edilemez. Biz Trablusgarb’ı Türk ordusunun şeref ve haysiyet sahibi mensupları olarak sonuna kadar savunacağız. Sizden de hükümet olarak beklediğimiz, bize engel olmamanızdır.” [14]

Enver Paşa’nın onca büyük uğraşı, zekâsı ve ileri görüşlüğü sayesindedir ki, İtalyanlar burayı ancak 1930’larda egemenlikleri altına alabilmişlerdir. Paşa balkan savaşları sebebi ile İstanbul’a dönmek zorunda kalınca mücadeleyi sürdürmesi için ilk başta kardeşi Nuri Paşa ile birlikte Süleyman Baruni’yi (Trabluslu mücahid) 1915’te Trablusgarb’a gönderir. Daha sonra Nuri Paşa’yı Kafkas-İslam Ordusu’nun başına atayarak onun yerine şehzade Osman Fuad Efendi’yi göndermiştir.[15] Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Trablusgarb ile yakından ilgili olan Paşa’ya daha önce aynı mücadelede Sunüsi Tarikatı[16] başta olmak üzere bütün Libya halkı krallık teklif etmişlerdir. Fakat kendisi Osmanlı Hanedanlığı’na ve devlete bağlılığını belirterek bu teklifi geri çevirmiştir. Bu hususta Haley, Trablusgarp’taki başarının en büyük mimarının Enver Bey olduğunun altını çizerken, ortadaki tabloyu, bir başarıdan çok mucize olarak nitelemektedir.[17]

Çanakkale bir zafer olduğu için orada Mustafa Kemal Paşa’nın büyüklüğü[18] ön plana çıkarılırken, Sarıkamış yenilgisi Enver Paşa’ya mal edilir. Nedense iki farklı muharebenin de Başkomutanının Enver Paşa’nın olduğu görmezden gelinir. Osmanlı Devleti, Sarıkamış’tan başka olarak Kanal Harekâtı’nda da başarısız olmuştur. Yemen Cephesi’nde de istenilen başarı tam anlamı ile elde edilememiştir, ama o cephelerde görevli komutanlar pek fazla eleştiriye tutulmazlar. Yoksa o cepheler aslında yok muydu? Ya da o cephelerde kaybeden Osmanlı Devleti değil miydi?

Okuyanlar, ‘Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı’nda ne işi vardı?’ diyebilirler. O dönemde Osmanlı Devleti’nin ancak denge politikası ile ayakta durmağa çalıştığı göz önünde bulundurulursa ve Avrupa’daki gruplaşmanın devamında, çıkması muhtemel bir savaşta devletin yalnız başına karşı koyamayacağı düşünülürse Osmanlı Devleti’nin neden bir ittifak arayışında bulunduğuna ve devletin savaşa girmesinin neden mecburi olduğuna cevap verilmiş olunur. O ittifakın da zaten Almanya’dan başka bir devlet ile yapılması mümkün değildir. Enver Paşa’yı sırf bu yüzden Alman hayranı olarak suçlayanlar, devletin mecburen Alman yanlısı politika uyguladığını ve savaşta Almanların büyük yardımı ve desteği sayesinde ayakta kalabildiğimizi unutuyorlar sanırım. Ziya Şakir, Osmanlı yöneticilerinin Almanya’yı isteyerek tercih etmediklerini, tam tersine yalnızlığa terk edildiğinden dolayı savaşa Almanya yanında girmek zorunda kaldıklarını belirtir.[19] Bundan başka olarak Ziya Nur Aksun bu hususta Enver Paşa’yı savunarak şunu demiştir;

“Bugün Türk ordusunun ve askerinin dünya kamuoyunda ve askeri mahfillerinde bir ismi varsa, bunu, Birinci Dünya Savaşı’nda gösterilen savaş gücüne ve yeteneğine borçluyuz. Bu sonuçta ise, büyük bir imanla dolu olan Enver’in payını unutmamak gerekir.”[20]

Hamidiye kahramanı Rauf Orbay ise olaya biraz daha farklı yaklaşır. Enver Paşa’nın Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokmakla suçlandığını belirten Orbay; “Zira biz umumi harbe girmemiş olsaydık, o zaman İngilizlerin müttefiki olan Ruslar Türkiye’ye girerlerdi. Biz eğer harbe girmemiş olsaydık, Rusya’da Bolşeviklik inkılabı olmaz, Çarlık idaresi devam eder ve bu idare hele büyük bir harbin galibi olunca, öteden beri göz diktiği Boğazlar ve İstanbul’u mutlaka ele geçirme yolunu tutardı. Öte yandan müttefikimiz olan Almanlar da para veriyorlar, top veriyorlar ve harbe girmemizi istiyorlardı. Pek sıkışmış durumdakilerin bu istekleri idare edilemezdi. Zira o zaman Almanlar biz bırakmış olsalardı, bittik demekti. Kısacası bizim 1914’te Birinci Cihan Harbi’ne girmemiz bence katiyen zaruri idi.”[21]

 Analar Çocuklarının Kulaklarına Onun Adını Fısıldayacaklardır
Sonuç olarak İsmail Enver ismi, bütün saptırılan gerçeklere rağmen güneşin balçıkla sıvanamaması misali, aslında gerçeğin ne olduğunu, gözler önüne sermektedir. Zamanın tilki politikacılarından Churchill’in Paşa’nın pilot olan oğlu Ali’ye söylemiş olduğu; “Evlat, senin baban benim politika hayatımı yirmi yıl geriye attı”[22] yine Avrupa’nın Türk devlet yöneticilerine, “Akıllı, uslu olun, Enver gibi olmayın!” ifadeleri bile Paşa’nın adındaki büyüklüğü bize gösterir.

Şehid-i Ala ve Gazi-i Namdar Enver Paşa, Türkistan’da katılmış olduğu Basmacı harekâtında da büyük yararlılıklar göstermiştir. Buhara Emiri ünvanı ile Şehit olduğu tarihte Türkistan’da dünyaya gelen birçok bebeğe onun ismi verilmiştir. Ardından birçok methiyeler, destanlar yazılmıştır. Şu an Türkiye ve Azerbaycan başta olmak üzere Orta Asya’daki Türk devletleri varlıklarını Enver Paşa’nın vermiş olduğu soylu mücadeleye borçludurlar. Makedonya dağlarında başlayıp Çeğen Tepesi’nde 4 Ağustos 1922’de son bulan şanlı mücadele dolu hayatı, “Zaten mukadder olan ölümden korkarak köpek gibi yaşarsak hem geçmişlerimizin, hem de geleceklerimizin la’netlerine müstahak oluruz. Hâlbuki kurtuluş içün ölmeyi göze alırsak hem biz, hem de bizden sonrakilerin hür ve bahtiyar olmasını temin etmiş oluruz.” diyerek taşımış olduğu Türklük bayrağını hep daha ileriye götürmeğe çalışmakla geçmiştir. O, Milleti için yaşamış ve milleti için son nefesini vermiştir. Yıllardır değeri, biz yeni nesil tarafından anlaşılamamış olan bu Turan Yürekli Yiğit elbet gün gelecek, tarih içerisindeki hak ettiği yeri alacaktır ve Cemal Kutay’ın da dediği gibi; “Analar çocuklarının kulaklarına onun adını fısıldayacaklardır.”
haver-i İslamdan küffar kâbusun.
Mesacidden dilerdi Rus asa öz nehs nakusun,
Güneşden parlak âmâlın olup Şark ehline ezher,
Yaşa, ey gazi-yi azam, yaşa, ey muhteşem Enver!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder