28 Şubat 2015 Cumartesi

Ermeni İllüzyonu Gölgesinde Hocalı Soykırımı Gerçekleri

lar hakkında, Alman faşistlerinin     gaddarlığı hakkında çok şeyduydum, fakat Ermeniler 5-6 yaşındaki çocukları, sivil halkı katletmekle onları gölgede bıraktılar ".
Fransız gazeteci Jan-İv Gnet

Soykırımın Hocalı kolu...

Soykırım insanlık tarihinin en ciddi ve karmaşık sorunlarındandır. Soykırım bir etnik toplumun dil, din, kültür vb. malum nedenlerle bilinçli şekilde yok etmeğe yönelik bir eylemdir. Bir grubun varlığının tamamen silinmesi amacıyla her türlü şiddet ve vahşeti içeren kuramdır.

Tarih boyunca ezeli Azerbaycan topraklarını sahiplenmeye çalışan, kendi menfur ve sahte niyetlerini gerçekleştirmek ümidiyle yaşayan Ermeniler zaman-zaman bu isteklerini gerçekleştirmek için fırsat kazanmışlardır. Yirminci yüzyılın sonlarında da SSCB`nin çökmesi, yeni çatışma ocaklarının kurulması "Büyük Ermenistan" düşü ile çırpınan Ermenilerin aktifleşmesine ortam yaratıyordu. 1988-1991 yılları arasında Dağlık Karabağ çevresinde çok çelişkili, karmaşık bir durum idi. "Türksüz Ermenistan" sloganı altında mücadeleye kalkan Ermeni milliyetçileri Azerileri kendi dede-baba yurtlarından zorla çıkarıyor, etnik temizlenmeye maruz bırakıyorlardı. 1991 yılının Ekim ayından 1992 yılının Şubat ayına kadar, yani 5 ay süreyle ise Ermeniler Dağlık Karabağ`ı Azerbaycanlılardan neredeyse, "temizlemişlerdi". 
Hocalı faciası Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun en korkunç sayfalarından biridir. Yüz yıllardır Azerbaycanlılara karşı şovenist, antoqonist ilişki yürüten Ermeni vahşetinin iğrenç ve hain sayfalarından biri (1905-1907; 1918-1920; 1948-1953 ve s.). 1992 yılı 25 Şubat 26`sına bağlayan gece Ermeni-Taşnak silahlı kuvvetleri ve eski Sovyet 366. motorlu alayı Hocalı bölgesine saldırdı, yüzyılın en dehşetli soykırımlarından biri gerçekleştirildi. Henüz 1991 yılının sonlarına doğru Ermeni silahlı birlikleri tarafından Hocalı, ablukaya alınmış, Dağlık Karabağ`dan ordusu çıkarıldıktan sonra tam kuşatılmıştı. Fakat bağımsız devlet yapılanması yoluna yeni temel atmış Azerbaycan`ın iktidarını eline geçirmek isteyen daireleri Hocalıdan daha "önemli" nitelendirdikleri kişisel çıkarlarıyla meşgul idiler. Devlet yetkililerinin aciz ve suskun pozisyonları da Hocalı faciası için zemin hazırlamıştı.
Hocalı` nın ele geçirilmesi için gerçekleştirilen askeri operasyon sırasında şehrin yerli halkına karşı toplu şiddet gerçekleştirilmiştir. Bağımsız koridor hakkında ise Hocalı nüfuzu, hemen bilgilendirilmiştir. Olay tanıklarının ifadelerinden, Hocalı soykırımına dair dünya basınında demeçlerinden, fotoğraflardan, Ermeni katılımcıların itiraflarından görüldüğü gibi Hocalı faciası Ermeni milliyetçilerinin Azerbaycan halkına karşı yaptığı soykırım ve etnik temizlik politikasının en kanlı biçimidir. Bu soykırım eylemi başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olmak üzere, birçok uluslararası hukuki-normatif düzenlemelere (İnsan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasına ilişkin Avrupa Sözleşmesi, Cenevre Sözleşmesi vb.) Kaba şekilde ihlal edilmesine yol açmıştır. Barış, insanlık restore etmeye çalışan dünya birliği bu facianın organizatörleri ve katılımcılarına karşı kesin tutumdan vazgeçmesi, onların suçlanmasının edilmemesi adalet ve hümanizme yönelik faaliyetleri şüphe altına düşürüyor. 


Hocalı katliamı Ermenistan`ın Azerbaycan`a karşı uzun yıllardır yürüttüğü kasıtlı soykırım politikasının bir parçasıydı. Hocalı soykırımına siyasi değer verilmesi
1993 yılında halkın ısrarı ile iktidara getirilen Haydar Aliyev iç istikrarın sağlanması, siyasi, ekonomik çöküşün önlenmesi yönünde faaliyete başladı. 1994`de ateşkesi sağlamayı başardı. Dış politikada temel görev Azerbaycan`ın bağımsızlığının tanınması ve Azerbaycan hakkında objektif fikrin oluşumu idi. Ayrıca Hocalı Soykırımı Azerbaycan`ın sosyal-politik fikir tarihinde önemli yerlerden birini tutmalı, bundan sonra devletin hem iç, hem de dış politikasında Hocalı soykırımı, onun objektif şekilde anlatılması, tanınması ön plana geçmeli, bu yolda fiili adımlar atılmalı idi. Maalesef, Azerbaycan`ın başının iç işlerine karıştığı, yeni ilerlemeye doğru attığı adımların zamanında yurt dışındaki imkanları kullanan Ermeniler dünya birliğine Hocalı Soykırımı hakkında çarpık bilgiler aktarmaya çalışmış ve bunu bir anlamda başarmışlardır.  Hocalı soykırımına siyasi değerin verilmesi Ulu önder Haydar Aliyev`in girişimleri ile olmuştur. Halen Cumhurbaşkanlığı yetkilerini kullanırken Yüksek Sovyet Başkanı Haydar Aliyev Ermeni saldırısının önlenmesi amacıyla acil önlemler alınması için BM Güvenlik Konseyi`nin derhal çağrılması talebi Güvenlik Konseyi Başkanına 26 Temmuz 1993 tarihli yazılı başvuru ile yapılmıştır. 1994 yılı 24 Şubat`ta Milli Meclisin kararı ile her 26 Şubat «Hocalı Soykırımı Günü" olarak anılması ve bu konuda uluslararası kurumlara bilgi verilmesi ile Hocalı soykırımına ilk kez siyasi değer verilmiş oldu. Milli lider Haydar Aliyev`in girişimi ile yüzyılın bu büyük faciası devlet tarafından yüksek düzeyde değerlendirildi. 1995 24 Şubat`ta Milli Meclisin dünya parlamentolarına ve uluslararası kuruluşlara Hocalı Soykırımı ile ilgili başvurusu yapıldı. Milli lider Haydar Aliyev Hocalı Soykırımının tanınmasının temel müsebbibi, girişimcisi olmuştur. Bu konudaki fikrini Ulu önder şöyle ifade etmiştir: "... 1994 26 Şubat arifesinde ben Milli Meclis`e teklif verdim. Milli Meclis karar aldı ve Hocalı Soykırımı Hocalı faciası günü ilan edildi. Bugün bizim tarihimizde, bizim takvimimizde matem günüdür, hüzün günüdür. Bunu biz kanunla kabul ettik...".

Soykırım kurbanlarını her zaman anarak, şehitlerin anısını aziz tutan milli lider Haydar Aliyev 1997 25 Şubat`ta "Hocalı soykırımı kurbanlarının anısına 1 dakikalık saygı duruşu ilan edilmesi hakkında" ferman imzaladı. Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev , Hocalı Soykırımının onuncu yıldönümü ile ilgili Azerbaycan halkına 2002 yılı 25 Şubat tarihli ulusa sesleniş konuşmasında belirtiyordu ki: "Bugün Azerbaycan hükümeti ve halkı önünde Hocalı Soykırımı ve tamamen Ermenilerin Dağlık Karabağ`da yaptıkları vahşetler hakkında gerçekleri olduğu gibi, bütün gerçeklik ve dehşetleri ile dünya devletlerine, parlamentolarına, geniş kamuoyuna duyurmak, tüm bunların asıl soykırımı eylemi olarak tanınmasını görevi durmaktadır. Bu Hocalı şehitlerinin ruhu karşısında bizim vatandaşlık ve insanlık borcumuzdur. Öte yandan, facianın asıl uluslararası hukuki-siyasi değer alması, onun ideologlarının, organizatörlerinin ve gerçekleştirenlerin layıkıyla cezalandırılması tamamen insanlığa yönelik böyle acımasız eylemlerin gelecekte tekrarlanmaması için önemli şarttır ".

2003 15 Şubat`ta Hocalı göçmenlerinin Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı`na başvurusu yapıldı. Başvurunun amacı dünyanın nüfuzlu uluslararası örgütleri olan Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı`na 1992 Şubat`ında Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ bölgesinde Ermeniler tarafından işlenmiş Hocalı soykırımı hakkında gerçekleri dünya kamuoyunun dikkatine sunmak ve bu kanlı cinayete hukuki-siyasi değer verilmesini sağlamaktan oluşmaktaydı.
Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından da her yıl soykırım ülkemizin her yerinde soykırım kurbanları anılıyor. Soykırımın 20.yıldönümü ise 2012 yılında halk yürüyüşü ile yapılmıştır. 

Başkentin Hürriyet meydanından başlayan, 60 binden fazla kişinin katıldığı halk yürüyüşü Hocalı faciası kurbanlarının hatırasını anmak ve Ermeni faşistleri tarafından insanlığa karşı işlenen vahşi cinayeti yeniden dünya kamuoyunun dikkatine sunmak amacı taşıyordu.

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev 2011 yılı 23 Şubat tarihli konuşmasında belirtmiştir ki: " ...bizim siyasetimiz, özellikle yurtdışındaki faaliyetimiz, Hocalı hakkında gerçekleri dünya birliğine göstermemiz bu durumu, neredeyse, tamamen değiştirdi... Hocalı Soykırımı Ermeni vahşetini göstermiştir... Ben eminim ki, gün gelecek Hocalı faciasını işleyen, sivil halka karşı zulüm eden, ahalini öldüren Ermeni suçluları yargı önünde cevap vereceklerdir. O gün gelecektir".

Benzeri görülmemiş vahşeti, vahşetle işlenmiş, insanlığa sığmayan Hocalı Soykırımı ve genellikle, Azerbaycan halkının adaletsizliğe maruz kaldığı Ermenistan-Azerbaycan, Dağlık Karabağ sorununun tüm gerçekleri dünya kamuoyuna detayları ile iletilmesi, onların kesin konumlarını bildirmeleri için ciddi ve hedefli çalışma yapılmalıdır. Çünkü soykırıma siyasi tutumun bildirilmemesi yeni katliamların vuku verebileceği kanaatini, ayrıca zeminini oluşturur. Aynı zamanda soykırım faciasının objektif şekilde tanınması birliğin, dayanışmanın, hümanizmin onayı, uluslararası ispatının sonucu olarak zorunludur. Hocalı Soykırımı Ermenistan tarafından gerçekleştirilen kasıtlı ve düşünülmüş siyasetin bir parçası olmakla Ermeni barbarlığının, vahşetinin de en tepe noktasıdır. Bu trajedi her şeyden önce insanlığa, hümanizme karşı işlenmiş bir eylemdir. 

Soykırımı tanıyan devletler Hocalı Soykırımı aynı zamanda Ermenistan tarafından gerçekleştirilen kasıtlı ve düşünülmüş siyasetin bir parçası olarak beyan edilmelidir. Tesadüf değildir ki, yirminci yüzyılın en kanlı ve korkunç cinayetlerinden biri olan Hocalı soykırımının dünya devletleri tarafından tanınması ve soykırım olarak kabul edilmesi, ona siyasi değer verilmesi yönünde gerçekleştirilen siyaset artık olumlu sonuçlar göstermektedir, dünyanın birçok devletleri tarafından bu soykırım eylemi kötülenmiştir.

Hocalı Soykırımı`nı Tanıyan Devletler ve Eyaletler:

Devletler

Meksika;
Pakistan;
Kolombiya;
Çek Cumhuriyeti;
Bosna Hersek;
Peru;
Sudan

ABD Eyaletleri

Massachusetts eyaleti;
Texas eyaleti;
New Jersey eyaleti;
Georgiya eyaleti;
Men eyaleti;
New Mexico;
Arkansas eyaleti;
Mississippi;
Oklahoma eyaleti;
Tennessee eyaleti;
Pensilvanya eyaleti;
Batı Virginia eyaleti;
Connecticut eyaleti;
Florida eyaleti


"Hocalı`ya Adalet - Karabağ`a Özgürlük":Uluslararası Bilgi ve Kışkırtma Kampanyası

Hocalı gerçeklerinin dünyaya ulaştırılması, uluslararası dağıtım ve katliamın objektif değerlendirilmesi yönünde atılan adımlarda Haydar Aliyev Vakfının müstesna rolü göz ardı edilemez. Fonun emeği ve maksatlı faaliyetleri sonucunda dünya ülkeleri Ermeni saldırganlarının insanlığa sığmayan katliamları hakkında daha dolgun bilgilendirilmektedir. Bir takım devletler, uluslararası kuruluşlar, etkili kurumlar insanlığa karşı işlenmiş bu cinayetin asıl mahiyetini anlayarak katliamı şiddetle kınıyorlar. Haydar Aliyev Vakfı tarafından Hocalı soykırımı ile ilgili 100e kadar malzemenin yurtdışında sergisi düzenlendi, Azerbaycan kültürel mirasının düşman tarafından çiğnenmesi, kültürel-tarihi yapıların yıkılması ile ilgili çeşitli dillerde yayınlanan kitap ve kitapçıklar yurtdışında yayınlandı.
Haydar Aliyev Vakfı Başkan Yardımcısı, İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) Gençlik Forumu`nun kültürlerarası diyalog üzere Genel Koordinatörü Leyla Aliyeva`nın girişimiyle 2008 yılından itibaren faaliyete başlamış "Hocalı`ya adalet" kampanyası Hocalı gerçekliklerinin tanıtımı yönünde yorulmadan faaliyet göstermektedir. Geçtiğimiz dönemler boyunca başarılı propagandası ile eyleme dünyanın birçok ülkelerinden yüzlerce gönüllü katıldı. Propaganda kampanyası sadece Hocalı soykırımını dünyaya tanıtmakla kalmamakta, aynı zamanda, Ermenistan`ın yıkıcı ve saldırgan politikalarının ortaya çıkarılması ile ilgili aktif çalışma yapıyor. Genellikle, İKÖ` nün Diyalog ve İşbirliği uğrunda Gençlik Forumu da Ermenistan`ın işgalci tutumunun dünya çapında kötülenmesi yönünde net faaliyet gerçekleştiriyor. Onlarca ülkenin gençlik örgütlerini birleştiren İKÖ` nün Gençlik Forumu İslam Konferansı Teşkilatı  onaylanmış   tesisatı, hem de BM "Medeniyetler alyansı" kurumunun resmi ortağıdır. İKT Gençlik Forumu Yönetim Kurulu 2008 yılının Nisan ayında Kuveyt`te düzenlenen 6`ncı oturumunda Haydar Aliyev Vakfı Rusya Delegasyonu Başkanı Leyla Aliyeva forumun kültürler ve medeniyetler arası diyalog konularında birinci baş koordinatörü seçilmesi ise İKT Gençlik Forumu`nun Azerbaycan topraklarının Ermenistan tarafından işgaline daha çok dikkat ayırmasında önemli rol oynadı. İşte bunun sonucuydu ki, bu yıl 17 Mayıs İstanbul`da İKT Gençlik Forumu ve İSESKO - nun organizasyonu ile düzenlenen İKT uzmanlarının iki günlük toplantısında Leyla Aliyeva`nın girişimiyle başlatılan "Hocalı` ya adalet - Karabağ`a özgürlük" kampanyası İKT uzmanları tarafından desteklendi ve 26 Şubat - Hocalı soykırım gününün İKT ülkelerinde insani felaketler kurbanlarının hatırasını anma günü olarak kutlanması konusunda karar alındı. Ayrıca, Hocalı katliamının islam ülkelerinde ders kitaplarına dahil edilmesi ile ilgili teklifin de İKT bakanlarının toplantısına sunulmasına karar verildi. İKT Dışişleri Bakanları toplantısının 35. oturumunda "Hocalı` ya adalet - Karabağ`a özgürlük" kampanyası ile ilgili kararın dışişleri bakanları tarafından desteklenmesi dünyanın 57 ülkesinde ilgili kampanyanın gerçekleştirilmesi için siyasi-hukuki tabanı oluşturulmasına yol açtı.
2009 yılının Mayıs ayında ise İKT Dışişleri Bakanları Konseyi Şam`da geçen 36. toplantısında bakanlar Gençler Forumu hakkında kabul ettikleri nihai kararda "Hocalı` ya adalet - Karabağ`a özgürlük" kampanyasını tam destekleyerek üye ülkeleri bu kampanyada aktif katılmalarının çağırdı. Bununla da Hocalı faciası hakkında gerçeklerin dünya kamuoyuna iletilmesine ve olayın dünya kamuoyu tarafından hukuki-siyasi ve manevi değerlendirilmesine ulaşmaya yönelik uluslararası bilgi ve kampanyası faaliyete başladı.

  2011 yılında İslam Konferansı Örgütü Parlamentolar Birliği (İKÖ PB) Leyla Aliyeva`nın girişimi ile gerçekleştirilen "Hocalı `ya adalet" uluslararası kampanyasına destek olarak beyanname kabul etti. İKÖ Parlamentolar Birliği Konseyi`nin Birleşik Arap Emirliklerinin (BAE) başkenti Abu Dabi`de düzenlenen 13`üncü oturumunda konseye üye ülkelerin kabul ettikleri Ebu-Dabi beyannamesinde Hocalı faciasını insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suç olarak tanımaya çağırdı. Kararın 3`üncü fıkrasında yer aldı ki, İKÖ PB-ye üye parlamentolar Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından Azerbaycan Cumhuriyeti`nin Hocalı kentinde sivil Azerbaycanlı nüfusa karşı işlenen toplu katliamı insanlığa karşı suç olarak tanıyor. Belge üye devletler belirtilen suça ulusal düzeyde gerekli değerin verilmesine çağırıldılar.
Kampanyanın doğrudan yararlı tarafı Hocalı gerçeklerinin dünyanın birçok ülkelerinde yayılması, yüzyılın soykırım vahşetinin gösterisi ile sonuçlanmıştır. 2013 Aralık 9-11-de Gine Cumhuriyetinin başkenti Konakri de 57 ülkenin üye olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı Dışişleri Bakanları Konseyi (İİT DİBK) 40. toplantısında temsil olunan Diyalog ve İşbirliği Uğrunda İslam Konferansı Gençlik Forumu tarafından oturuma Hocalı faciasını soykırım belgesi olarak tanınması hakkında karar tasarısı sunuldu. İİT DİBK bu kararı kabul etmekle Hocalı faciasını soykırım eylemi olarak tanıdığını bir kez daha beyan etti. Oturumun beyannamesinde "Hocalı` ya adalet" kampanyasına dair özel madde konulmuştur. Aynı paragrafta der ki: "İİT DİBK" Hocalı` ya adalet "uluslararası bilgi kampanyasını alkışlıyor ve üye devletlerden bu soykırımı yasasını ulusal ve uluslararası düzeyde insanlığa karşı suç olarak tanınması için kampanyanın çalışmasında aktif yer almaya ve gerekli çaba göstermeye çağırmaktadır". Kampanya kapsamında görülen amaçlı faaliyet sonucunda 2013 yılının Şubat ayında Kahire`de yapılan İİT yüksek kurumu olan devlet başkanlarının zirve toplantısında Hocalı faciası insanlığa karşı suç ve soykırım eylemi olarak tanındı.
"Hocalı` ya adalet" uluslararası bilgi ve kışkırtma kampanyası şimdi dünyanın birçok ülkesinde yüzlerce gönüllü tarafından başarıyla uygulanmaktadır. Bu yıl da kampanya "Yalanla mücadele için ateş yak" ("Light a fire to fight the liar") başlığında propagandaya başladı ve artık dünyanın çeşitli ülkelerinde anma eylemleri gerçekleştirilmiştir.

İyileşmeyen Yaramız...

1992 yılı 26 Şubatı Hocalı faciası halkımıza karşı işlenen soykırımdır. Hümanizme, barışa, güvenliğe, insanların en temel ve önemli haklarına yönelik bir eylemdir. Bu tarih bir şehrin nüfusunun bilinçli, düşünülmüş şekilde yok edilmesi amacını taşıyan adımdır. Bu facia bir daha onu gösteriyor ki, Ermeniler sadece bizim topraklarımızı işgal edip, sahiplenmekle değil, hem de bizim bir millet olarak varlığımızı sonlandırmak hırsı ile yaşıyorlar. Ermeni milliyetçileri kendi bebeklerine bile Türk nefreti ile göz açtırıp, Türk düşmanlığının aşılıyorlar. Türkün azapla yok edilmesi, tarihten silinmesi bir görev gibi her Ermeni`nin karşısına konulmaktadır. Böyle bir gösterişli, acımasız, cellat, kinci bir ruhla büyümüş milletten hangi hümanizmi beklenir?  Soykırım sonucunda şehrin 5 bin kişi nüfusundan 335 kişi şehit olmuş, Ağdamın merkezine ulaşmak umuduyla şehri terk eden 2500 Hocalı vatandaşından 613-ü düşman mermisiyle katliamın kurbanı olmuştur. Aynı zamanda 63`ü çocuk, 106`sı kadın, 70`i yaşlı ve kadın olmak üzere - 613 kişi Hocalı sakini katledildi, 8 aile tamamen yok edildi, 25 çocuk her iki ebeveynini, 130 çocuk ebeveynlerinden birini kaybetti. Düşman mermisiyle yaralanan 487 kişiden 76 tanesi çocuktu. 1275 Hocalı lı esir, 150 Hocalı lı ortadan kayboldu. Devletin ve vatandaşların malvarlığına 1 Nisan 1992 tarihindeki fiyatlarla 5milyar ruble değerinde hasar vurulmuştur. "Ermeni soykırımı" altında dünyaya yalan haberler yayan, tarihi ve insanlığı lekelemeye çalışan Ermeniler yakın geçmişte yaşanan trajediyi "Hocalı savaşı" adı altında sunuyor, vahşi niyetlerini gizlemeye çalışıyorlar. Maalesef, taraflı tutum sergilemeyen uluslararası birlikler Azerbaycan`ın hak sesini duymazdan geliyorlar. Bugün çok uluslu Azerbaycan milletinin önündeki temel görevlerden biri nerede yaşamasına bakılmaksızın Ermenilerin Dağlık Karabağ`da yaptıkları vahşetler hakkında gerçekleri olduğu gibi, tüm boyut ve dehşetleri ile dünya devletlerine, parlamentolarına, geniş kamuoyuna duyurmak, tüm bunların asıl soykırım eylemi olarak tanınmasını ulaştırmak görevi durmaktadır. Bu en azından Hocalı şehitlerinin ruhu karşısında bizim vatandaşlık ve insanlık borcumuzdur. Soykırıma siyasi değerin verilmemesi, Ermenistan hükümetinin yıkıcı politikalarının ortaya çıkarılması dünyanın enerji güvenliği için önemli rol oynayan Güney Kafkasya bölgesinde istikrarın ciddi şekilde bozulmasına yol açabilir. İnsanlığa karşı en büyük suçlardan biri olan Hocalı soykırımında bulunanlar, bu soykırıma ortak olanlar uluslararası hukuk kanunlarında yaptırımlarla yargılanmalı cezalandırılmalıdırlar.

                                                             Naile MEMMEDOVA
                    Azerbaycan Realities Analitik Grubu Üyesi

27 Şubat 2015 Cuma

ERMENİ KOMİTECİLİĞİNDE BULGARİSTAN ÖRNEĞİ

ERMENİ    KOMİTECİLİĞİNDE BULGARİSTAN ÖRNEĞİ
''1915'den 2015'e Tarih Muhasebesinde Ermeni Meseleleri'' üst başlığı ile gerçekleştirilen Konferans/Panel/Açıkoturum dizisinin Ocak ayı ilk konuğu Yrd. Doç. Dr. Bülent Yıldırım. Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi olan Yıldırım, Yurt Dışındaki Ermeni Komite Faaliyetleri: Bulgaristan Örneği adlı konferansıyla, 17 Ocak 2015 Cumartesi günü Vakfımız Erol Güngör Kültür Merkezinde bizlerle idi. Geniş katılımın olduğu konferans, Prof. Dr. Musa Taşdelen'in açış konuşmasıyla başladı.
Prof. Dr. Musa Taşdelen "Günümüzde yaşanan birçok mesele bize geçmişten miras kalan meseleler. Osmanlı Dönemi’nden kalmıştır Ermeni meselesi. Büyük devletlerin bir diplomatik alet olarak vasıta ve araç olarak kullandığı bir meseledir. Her devlet kendi menfaatleri istikametinde bu meseleyi kullanmıştır. Ermeniler hedeflerine ulaşabilmişler midir? Hayır, aslında ulaşamamışlardır. Bundan sonra ulaşabilirler mi? O da zor görünüyor. Biz Anadolu’ya geldiğimizde İsmail Hami Danişment de Osmanlı Tarihi’nde belirtir, belki Müslüman Türkler’e en yakın davranan Ermeni azınlıktı. Onlar bu nedenle Millet-i Sâdıka adını almışlardı’’ dedi.  
Açılış konuşmasının ardından kürsüye gelen Yrd. Doç. Dr. Bülent Yıldırım konuşmasına soykırım iddiaları çerçevesinde sadece 1915 olaylarına odaklandığımızı meselenin önü ve ardıyla ilgilenmediğimizi vurgulayarak başladı. Bu vurgunun ardından sözlerine şöyle devam etti:
"Burada aktarmaya çalışacağım konu da özellikle 1890 ve 1915’e kadar Ermeni komitelerinin yurtdışındaki faaliyetlerinden Bulgaristan’daki faaliyetleri üzerine olacak. Öncelikle Bulgaristan ile Ermeni nasıl ikisi bir araya geldi ondan bahsedelim. Bizans imparatorluğu mezhep farklılığı dolayısıyla Ermeniler’ e pek iyi davranmıyor zaten daha sonra ki dönemlerde de özellikle mesela 1600lü yıllarda Polonyalı Simeon diye bir Ermeni bir seyyah var o Anadolu’yu dolaşıyor, İstanbul’a da uğruyor bu tarihte diyor ki Bizans Dönemi’nde tüccar olarak bile İstanbul’a giremeyen Ermeniler şimdi çok rahat bir şekilde İstanbul’ da yaşıyorlar hatta padişah üç tane Rum kilisesini de Ermeniler’ e bahsetmişti, övgüyle bahsediyor. Bizans İmparatorluğu’nun bir metodudur sürgün. Bunu başka halklara da uygulamıştır. Bir iskân metodudur sürgün. Ermeniler’ in yaşadığı coğrafya da Bizans kontrolünde olduğu için o dönemde. Bu 578’de başlıyor yaklaşık olarak 1170’lere kadar dönem önem Ermeniler’ e çeşitli bölgelere olduğu gibi, Trakya ve Balkanlar bölgesine, Bulgaristan’a da gönderiyor. Tabi bunların sayısı çok fazla değil o dönemlerde.
Bulgaristan’a dönecek olursak, Bulgaristan’da bu Ermeni komiteleri nasıl örgütlenmeye başlıyorlar? 1887de Hınçaklar kuruluyor. Berlin Antlaşması’yla uluslararası siyasi bir metinle Ermeni meselesi 61.maddesiyle girmiş oluyor. Ayestefanos’da da 13.maddedeydi. Sonra silahlı mücadele başlıyor. 19.yüzyılın ortaları kültürel bir uyanışın uyandırılışın insan hakları vasıtasıyla sonra uluslararası bir süreç sonrasında da silahlı komitelerin kurulması başlıyor. Süreç olarak ilk Amerikan komitesi var. 1887de Hınçaklar var. 1890da da Taşnak komitesi var. Bu komiteler kurulduktan kısa bir süre sonra bakıyoruz ki bunlar yurtdışında pek çok noktada örgütleniyorlar. Bu örgütlendikleri yerlerden bir tanesi de Bulgaristan. Hınçaklar ikiye ayrılıyor. 1896’da başka bir komite kuruluyor. Bunlar ikiye ayrılıyor, her örgütün Bulgaristan’da şubeleri var. 1890’da kurulan Taşnaklar da yine Bulgaristan’da örgütlendiklerini görüyoruz. Niye Bulgaristan’ı tercih ediyorlar? Birincisi, Bulgar milliyetçiliğiyle o dönemdeki ermeni milliyetçiliğinin hedefleri örtüşüyor. Her ikisinde de düşman Osmanlı Devleti. Bulgarlar hem resmen bağımsız olmak istiyorlar hem de Makedonya’nın da kendilerine bağlı olmasını istiyorlar. Batı Trakya tarafından Ege denizine çıkış sağlamak istiyorlar. Bize karşı toprak talepleri var. Makedon-Bulgar komitelerini kuruyorlar. Ermenilerle aynı tarihlerde komite faaliyetleri başlıyor ve sonra Bulgarlar için Ermeni komite faaliyetlerinin Doğu Anadolu bölgesinde olması büyük bir avantaj getirecek. Hem Makedonya ile Batı’da gayr-i nizami harple mücadele verecek Osmanlı Devleti hem de Doğu’da pek çok yerde Ermeni komiteleriyle mücadele edecek. Bu sebepten dolayı Ermeni komitelerini o zamanki Bulgar yönetimi kucak açıyor. Bulgaristan’ın Ermeni komiteleri için jeopolitik bir önemi var. Eğer Bulgaristan’da örgütlenirseniz Karadeniz yoluyla kontrolündeki Kafkasya’ya geçebilirsiniz Varna’dan Burgaz’dan. Rusya’ya rahat gidebilirsiniz. Osmanlı-Bulgaristan sınırından karayoluyla İstanbul’a geçebilirsiniz. Coğrafya olarak çok uygun bir nokta. Bir de hedefiniz aynı buradaki komitelerle, ülkeyle ve ciddi bir teşkilatlanma oluyor. Neler yapıyorlar Bulgaristan’da Ermeni komiteleri? Bizim için dikkat çekenler biri 1901 yılında Filibe’de Taşnaklar’a bağlı Patorik isimli bir örgüt kuruluyor. Fırtına manasına geliyor. Bu örgütün kuruluş sebebi ise o sırada bir maddi darboğaz yaşıyor Taşnaklar, zengin Ermenilerden haraç toplamak. Bunu vergi toplamak diye yazmışlar. Bu amaçla çeşitli kişileri tehdit edip para almaya çalışıyorlar. O sırada bakıyoruz ki Ermeni komiteleri kendilerine destek vermeyen Ermeni din adamları olsun tüccarlar zenginler olsun, Ermeniler’ in Ermeniler’ i öldürmeye başlandığınızı görüyoruz. Bu şekilde Ermeni kamuoyunu kendi kontrolleri altına almaya çalışıyorlar silah yoluyla. Patorik örgütü gerçekten de başarıya ulaşıyor. 1904’de 3.dünya komitelerini topluyor Taşnaklar Sofya’da yapıyorlar bunu.  432.500 frank bir para topluyor. Bu parayı Abdülhamid suikastında kullanıyorlar. 1905de yine Azerbaycan’da Ermeniler’ in saldırıları var oradaki Azerbaycan Türkler’ ine yönelik, o saldırılarda kullanıyorlar. Birinci dünya savaşının başlarında tekrar bu örgüt harekete geçmeye çalışıyor ama başarılı olmuyor pek çünkü o zaman da para kaynağı lazım, bir sürü faaliyet yapacaklar. İnandıkları şey; artık birinci dünya savaşı başladı, Osmanlı Devleti parçalanacak ve Ermeni devletini kuracağız. Ama bu başarısız oluyor. 2. Abdülhamid suikastının planlanması yer Taşnaklar’ın Bulgaristan şubesi vasıtasıyla olmuştur." diyerek konuşmasına son veren Yıldırım Ermeni soykırımı ve Ermenilerin yaptığı zulümler hakkında bilinmeyen birçok noktaya ışık tuttu ve bu şekildeki birçok noktayı aydınlattı. Sorulan soruların ardından program sona erdi.


                                                                                                                                                                                                                                                                Samet ÖZDEMİR

24 Şubat 2015 Salı

Türkiye’nin Ermeni Soykırım İddialarına Cevabı

Türkiye’nin Ermeni Soykırım İddialarına Cevabı

Türkiye Cumhuriyeti’nin “soykırım” konusunda ilkesel tavrı ve politikası bellidir. 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’ni imzalayan, ulusal parlamentosunda onaylayarak yürürlüğe girmesini sağlayan ve soykırım suçunu ulusal hukukuna dahil eden devletlerden biri olan Türkiye, soykırım suçunun işlenmesinin önlenmesi, bu suça karışanların yargılanması ve cezalandırılması konusundaki çabalara destek vermektedir. Uluslararası camianın saygın bir üyesi olan Türkiye, bu konudaki katkılarını başta BM olmak üzere tüm ilgili platformlarda yapmaktadır.

“Soykırım” nedir ?

Soykırım suçunun tanımı, ülkemizin de taraf olduğu 1948 tarihli “Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde yapılmıştır.
Sözleşmenin ikinci maddesine göre; “soykırım” suçunun temel ögesini, belirli bir grubun tamamını veya bir bölümünü, sırf o gruba mensup olduğu için yok etmeye yönelik “kasıt” oluşturmaktadır.
Bir eylemin “soykırım” olarak nitelendirilmesi için; a) Yetkili ve özel olarak kurulmuş bir mahkeme kararının mevcut olması b) “soykırım” tartışmasına konu olan belirli bir insan topluluğunun, belirli bir etnik-dini kökene mensup olması nedeniyle ortadan kaldırılması niyetinin taşındığının kesin olarak ispatlanabilmesi gerekmektedir.
Sözleşmenin altıncı maddesi uyarınca, herhangi bir olayın “soykırım” olarak nitelendirilip, nitelendirilemeyeceğine yalnızca yetkili bir mahkeme karar verebilmektedir. Bu mahkeme, topraklarında soykırım yapıldığı iddia edilen devletin mahkemesi olabileceği gibi, Roma Tüzüğü uyarınca oluşturulmuş bir uluslararası ceza mahkemesi de olabilir.
Keza, soykırım suçunun dünya çapında en yaygın olarak bilinen örneği olan “Yahudi Soykırımı-Holokost”ta, Nazi dönemi Almanyası’nda Yahudilere ve Romanlara karşı işlenen suçlar, spesifik olarak bu dönem için kurulan “Nürenberg Mahkemeleri”nde yapılan yargılama sonrasında karara bağlanmıştır. Böylece, işlenen suçlar Mahkeme kararıyla sabit bulunmuştur.
Benzer şekilde, yakın dönemde vuku bulan “Sarebrenica” ve “Ruanda Soykırımları”nda da, spesifik olarak bu suçları işleyen kişileri yargılamakla görevli mahkeme kararları uyarınca, her iki olayın da “soykırım” olduğuna, mahkeme kararıyla hükmedilmiştir.
Dolayısıyla, yetkili bir mahkemenin kararının olmaması durumunda, herhangi bir olayın soykırım olarak nitelendirilmesi hukuken mümkün değildir. Bu çerçevede, yetkili mahkeme kararı bulunmayan, “soykırım iddiaları” hukuki geçerlilikten yoksun bir iddiadan öteye gidememektedir.
Bu bağlamda, başta Parlamentolar olmak üzere, yetkisiz kurumların soykırım kararları almaları, soykırım kavramının istismar edilmesine ve soykırım tanımının hukuk dışı kullanımının yaygınlaşmasına neden olmasının yanısıra ülkelere ve kişilere yönelik asılsız iddia niteliği taşımakta, ifade ve bilimsel araştırma özgürlüğünü kısıtlama tehdidi içermektedir.

1915’te ne yaşanmıştır ?

1915’te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekten ne yaşandığının tam olarak anlaşılabilmesi için, 1915’ten önceki gelişmelerin incelenmesi gereklidir.
Türkler ile Ermeniler sekiz yüzyıldan daha uzun süre Anadolu’da barış içinde yaşamışlardır. Ermeniler, 19. yüzyıla kadar, Osmanlı Toplumu ile bütünleşmeleri ve Millet sistemi içerisindeki uyumları nedeniyle “Millet-i Sadıka (Sadık Millet)” olarak adlandırılmışlardır. Ermeni toplumu, Osmanlı İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı tebaası olarak Osmanlı Devlet Yönetimi içerisinde bakan, general, büyükelçi, vali, ticari temsilci ve bu gibi üst düzey görevler almışlar, etnik-kökenleri ve dinleri dolayısıyla bir ayrımcılığa ve kısıtlamaya maruz kalmamışlardır.
Osmanlı Dönemi’nde:
– 29 Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı, üst düzey hükümet rütbesi olan “Paşa” sıfatını almıştır.
– 22 Ermeni, Hariciye, Maliye, Ticaret ve Posta Nazırlığı dahil olmak üzere Bakan olarak görevlendirilmiştir.
– 1912-1913 yıllarında Hariciye Nazırı olarak görev yapan Gabriel Noradunkyan Ermeni asıllıdır.
– Çok sayıda Ermeni; tarım, nüfus ve ekonomik kalkınma konularıyla ilgilenen devlet dairelerinin başkanlığını yürütmüştür.
– 1876 yılı sonrası Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda 33 Ermeni milletvekili yer almıştır.
– Hariciye Nezareti’nde 7 Ermeni Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos görev yapmıştır.
– Mekteb-i Sultani (bugünkü Galatasaray Lisesi) ve Mekteb-i Mülkiye (bugünkü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde) 11 Ermeni kökenli profesör ders vermiştir.
Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi ve Avrasya coğrafyasındaki büyük güçler çekişmesinde, 19’uncu yüzyılın sonuna doğru, dönemin Büyük Güçleri, Ermenileri de, Osmanlı Devleti’ne karşı kendi çıkarları için kullanabilecekleri önemli bir araç olarak görmeye başlamışlar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu vilayetlerinde bağımsız bir devlet kurma vaadiyle kışkırtmışlardır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra düzenlenen Berlin Konferansı’yla Ermeniler siyasi açıdan büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Konferansta kabul edilen 61’inci madde ile (Osmanlı İmparatorluğu “Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı tedbirleri ilgili devletlere bildirecek, ilgili devletlerde tedbirlerin icrasına nezaret edecekler”) “Ermeni Meselesi” uluslararası siyasi sistemin gündemine girmiştir.
1887’de Cenevre’de Hınçak, 1890’da ise Tiflis’te Taşnak komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki komitenin de ortak hedefi Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren, siyasi ve etnik olarak saf bir Ermeni devleti kurulması olmuştur. Daha sonra Osmanlı sınırları içinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları ve dış yardımların desteğiyle çeşitli vilayetlerde ayaklanmalar başlamış ve 1896 yılında Van’da ilk büyük Ermeni isyanı çıkmıştır. Bu isyanın bastırılmasından sonra bölgedeki Ermeni örgütleri faaliyetlerine devam etmişler ve bir çok yerde Ermeni isyanları düzenlemişlerdir.
Ayrılıkçı Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasını ve Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletlerine karşı savaşa girmesini büyük bir fırsat olarak görmüşlerdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında isyan ederek işgalci Rus Ordusu ve diğer yabancı kuvvetlerle işbirliği yapan Ermeniler, Türklere ve diğer Müslümanlara yönelik katliamlar yapmışlar, Rus işgalini kolaylaştırmak için Osmanlı askerlerine saldırıp, ikmal yollarını kesmişlerdir. Sarıkamış Harekatı’nın başarısızlığından sonra Ermeni çevrelerinin 15 Nisan 1915 tarihinde ikinci Van isyanını çıkarması ve dışarıdan Rus saldırılarıyla karşı karşıya olan Osmanlı Devleti’ni içeriden vurmaya başlaması Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilen, bugün yaygın olarak bilinen ismiyle “Tehcir Kararı” olarak adlandırılan “Sevk ve İskan Kanunu”nun en önemli nedenlerinden birini oluşturmuştur.
1915 olaylarının tarihsel gelişimi ele alındığında, Osmanlı Hükümeti’nin, Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında bazı uyarılar ve idari tedbirlerle Ermeni isyanlarını önlemeye çalıştığı ve Ermenilerin terör olayları, isyanlar ve düşmanla işbirliği gibi faaliyetlerine paralel olarak alınan tedbirleri artırdığı görülecektir. Dolayısıyla, Osmanlı Hükümeti’nin aldığı tedbirlere bakıldığında önceden planlı ve siyasi amaçla olmadığı, aksine bunların gelişen olaylara bağlı olarak askeri kaygılar ve güvenlik gibi nedenlerle alındığı görülmektedir.
Askeri tarihçiler, 27 Mayıs 1915 tarihli tehcir kararının askeri zorunluluk kapsamında alındığını ve Osmanlı Hükümeti’nin, Doğu Cephesi’nde karşılaştığı ayrılıkçı tehdit nedeniyle bir anlamda böyle bir tedbir almaya mecbur kaldığını ifade etmektedirler.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, Ermenilerin ülke sınırları dışına sevk edilmelerinin öngörülmemesi, İmparatorluk topraklarının savaş alanı dışında bulunan bölgelerine doğru yer değiştirmeye tabi tutulmalarıdır. Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfus, Savaş Koşulları’nın sona ermesinden sonra yaşadıkları topraklara geri dönme hakları saklı tutulmak kaydıyla, İmparatorluğun, savaş ve çatışma tehdidinden uzak başka bir bölgesine sevk edilmiştir.
Sevk işlemi, gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra başlamıştır. Bu arada, askeri harekat dışı bazı bölgelerde yaşayan Ermeniler bu uygulamanın haricinde tutulmuştur. Böylelikle, İstanbul, Kütahya ve Aydın vilayetlerinde yaşayan Ermeniler bu karardan etkilenmemişlerdir. Osmanlı Hükümeti’nin aldığı karar herhangi bir ideolojinin uzantısı değildir.
Yasada, sevke tabi Ermenilerin güvenliğini sağlayacak her türlü önlem öngörülmüştür. Osmanlı Hükümeti, yerel makamlara, Ermenilerin yeniden yerleşmelerinin düzenli şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak önlemlerin alınması yönünde talimat vermiş, verilen talimata uymayan kişiler hakkında soruşturma yapılması ve yapılacak soruşturma sonucuna göre, suçlu bulunan ve görevlerini kötüye kullananların Divan-ı Harbe sevk edilmelerini emretmiştir. Osmanlı Devleti’nde “Divan-ı Harbi Örfi Mahkemeleri” olarak bilinen bu mahkemelerde göç yolundaki Ermenilere kötü davrandıkları gerekçesiyle yargılanmak üzere 1916 yılında 1673 kişi tutuklanmış, 67 kişi idam cezasına çarptırılmıştır. Bu yargılamalara ilişkin belgeler Osmanlı arşivlerinde mevcuttur. İntikam ve soygun amacıyla koruması zayıf göç kafilelerine saldırıldığı maalesef bir gerçektir. Öte yandan, yer değiştirme (tehcir) sırasında, devlet otoritesinin güçlü olduğu bölgelerde ise Ermeni kafilelerine yapılan saldırılar oldukça sınırlı kalmıştır. Savaş zamanında yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemelerinin yetersiz olması, ağır iklim koşulları ve tifüs gibi salgın hastalıkların başlaması bazı bölgelerde can kaybının yüksek olmasına yol açmıştır. Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, sadece Güneydoğu Anadolu’da bir milyonun üzerinde sivil nüfus hayatını kaybetmiştir. Bu kaybın nedenlerinden birisi de Ermeni çetelerin silahlı saldırılarıdır.
Ermenileri yok etmek isteyen ve katliam yapmak amacında olan bir devletin, Ermeni kafilelerine kötü muamele edenleri ve görevlilerini nasıl olup da yargıladığı ve cezalandırdığı ve soykırım propagandacılarının ileri sürdükleri gibi gizli amaçları olan bir devletin, neden tehcir sürecinde Ermeni grupların güven içinde nakillerini sağlayacak özel bir kanun çıkardığı gibi soruların tabiatıyla, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendiren çevreler tarafından cevaplanması mümkün değildir. Zira, bu sorulara verilecek cevaplar Osmanlı Hükümeti’nin Ermenileri “yok etme” yönünde bir niyeti olmadığını ortaya koymaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Osmanlı döneminde, Ermeniler Osmanlı toplumu ve bürokrasisine tamamen entegre olmuş bir toplumdur. Hatta, tehcir kararını alan İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara geliş sürecinde ve sonrasında Ermeni gruplarla da işbirliği yaptığı bilinmektedir. 1908, 1912 ve 1914 genel seçimlerinde bir çok Ermeni, İttihat ve Terakki Cemiyeti listesinden milletvekili olarak seçilmiştir. Bunlardan Bedros Hallaçyan iki defa Ticaret ve Nafia nazırı olmanın yanısıra bir dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez-i Umumi azalığını yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İşgal Kuvvetleri tarafından 1919-1922 yılları arasında Osmanlı resmi görevlilerine karşı yürütülen yasal sürecin bir parçası olarak Ermeni iddiaları araştırılmıştır. 144 üst düzeyli Osmanlı yetkilisi tutuklanmış ve yargılanmak üzere İngiltere tarafından Malta adasına sürgüne gönderilmiştir.
Tutuklamalara yol açan bilgiler çoğunlukla yerel Ermeniler ve Ermeni Patrikliği tarafından sağlanmıştır. Aydınlardan, sürgüne gönderilenler Malta’da gözaltında tutulurken, başkent İstanbul’da bulunan ve burada mutlak yetkiye ve güce sahip İngiliz işgal kuvvetleri de bu görevliler hakkında suçlamada bulunmak üzere kanıt aramışlar, ancak, Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı görevlilerinin ve İttihat ve Terakki mensuplarının Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilerin öldürülmesi yönünde emir verdiklerini veya teşvik ettiklerini gösteren herhangi bir kanıta rastlanmamıştır.
ABD ve Fransa arşivlerinde de bu yönde kanıt bulunamamıştır. Malta’da iki yıl dört ay süren tutukluluk döneminin ardından, sürgünler yargılanmadan serbest bırakılmışlardır.
Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Ermeni Meselesi hakkında tarihin sessiz tanıkları olan arşiv belgelerine bakıldığında; sadece Ermenilerin değil, Türklerin de büyük acılar çektiği görülmektedir. Nitekim Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan Ermeniler Tarafından Türklere Yapılan Katliam Belgeleri adlı iki ciltlik kitapta, 1914-1922 yılları arasında Ermeni komitelerinin 523.955 Türk’ü öldürdükleri belgelerle ortaya konulmaktadır.
Son dönemde Ermeni propagandası; 1915 olaylarını Holokost ile özdeşleştirme gayretleri çerçevesinde, 1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’ni, Sosyal Darwinci bir yaklaşımdan hareketle baskıcı bir Türkleştirme politikası uygulamak ve bunun bir ayağı olarak “Ermeni soykırımını” hayata geçirmekle itham etmektedir.
Bu bağlamda kullanılan kavramlardan biri; biyolojik anlamda reddetmeye dayalı ırkçılık yerine, kolektif kimliği hedef alan bir ırkçılık olarak ortaya çıkmaktadır. İttihat ve Terakki dönemi uzmanı birçok tarihçi bu yorumun tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuştur. İttihat ve Terakki hiçbir zaman yeknesak bir ideolojiye sahip olmamıştır. Holokost’un gerisinde ise yüzyıllara dayalı bir Yahudi düşmanlığı mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda buna benzer bir Ermeni düşmanlığına hiçbir zaman rastlanmamış, Yönetim bakımından hiçbir zaman bir “Türk-Ermeni” ayırımı gözetilmemiştir.
Öte yandan, o dönemdeki Osmanlı Yönetimi, Ermeniler konusunda ileri sürülen katliam iddialarının araştırılması için Birinci Dünya Savaşı’nda taraf olmayan İspanya, İsviçre, Hollanda, Danimarka ve İsveç’e, Şubat 1919 tarihinde gönderdiği notalarla ikişer hukukçu gönderilmesini ve bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etmiştir. Bu girişim, İngiltere’nin anılan ülkelere yönelik müdahalesi ile sonuçsuz kalmış, konunun soruşturulması engellenmiştir.

Tehcire tabi tutulan Ermeni sayısı kaçtır?

Ermeni iddialarını savunanlar, tehcire tabi tutulan ve hayatını kaybeden Ermenilerin sayısını, tarihsel gerçeklerin çok ötesinde, abartılı rakamlarla ileri sürmektedirler.
1914 yılında yapılan son Osmanlı nüfus sayımına göre, nüfus sayımının düzenlendiği dönemde İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı 1.295.000 (bir milyon iki yüz doksan beş) kişidir.
İmparatorluğun Doğu Sınırlarını güvence altına almak amacıyla bir savaş zarureti olarak ve geçici bir süreliğine alınan karar kapsamında tehcire tabi tutulan toplam Ermeni sayısının 600.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

İddia edildiği gibi, tehcire tabi tutulan tüm Ermeniler hayatını mı kaybetmiştir?

Tehcire maruz kalan tüm Ermenilerin, katliama maruz kalarak, ortadan kaldırıldıkları yönündeki iddia, tarihsel gerçeklerden ve bilimsellikten uzaktır.
Tehcir sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin varlığı bir gerçektir. I. Dünya Savaşı sonrasında 1915 olayları sırasında 600.000 kişinin öldüğünü iddia eden bu radikal çevreler, bu rakamı önce 800.000’e, günümüzde de 1.5-2 milyon kişiye çıkartmışlardır.
Öte yandan, savaş koşullarında hayatını kaybeden Ermenilerin tam sayısını tespit edebilmek mümkün değildir. Esasen, bu husus, sadece Ermeniler için değil Osmanlı İmparatorluğu döneminde savaşlarda hayatını kaybeden tüm kişiler için geçerlidir. Zira, Osmanlı Yönetimi sırasında, ölü sayısının tutulması gibi bir uygulama olmadığı için I. Dünya Savaşı sırasında kaç kişinin hayatını kaybettiğini tam olarak bilebilmek mümkün değildir.
Bu bağlamda, yapılabilecek en iyi tahmin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan Ermenilerin tahmini sayısını hesaplamak ve buradan bazı çıkarsamalara ulaşmaya çalışmaktır.
Radikal Ermeni propagandasına katkı sağlamak için sonradan üretilmiş abartılı istatistiki rakamlar bir kenara bırakıldığı takdirde, güvenilir akademik kaynakların, tehcir öncesi Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı olarak ortaya koydukları rakamlar; 1.056.000 ila 1.555.000 arasında değişmektedir. Bu da, yukarıda belirtilen, 1914 yılında gerçekleştirilen son Osmanlı nüfus sayımındaki 1.295.000 kişilik rakamla paralellik arzetmektedir.
Tehcir sırasında yaşanan can kayıpları konusunda, Talat Paşa, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1 Kasım 1918 tarihindeki son kongresinde yaptığı konuşmada, hayatını kaybeden toplam Ermeni sayısının 300.000 civarında olduğunu söylemiştir.
1918 yılında Paris Barış Konferansı’nda bir konuşma yapan, Ermeni bağımsızlık hareketinin önemli liderlerinden birisi olan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar Paşa, I. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye topraklarında 280.000 Ermeni kaldığını, 700.000 Ermeni’nin başka ülkelere göç ettiğini ifade etmiştir.
Bu rakam ile I. Dünya Savaşı koşullarında yaklaşık 300.000 Ermeni’nin hayatını kaybettiği yönündeki tahminler örtüşmektedir.

Türkiye’nin, bir bütün olarak 1915 Olayları’na ilişkin yaşanan tartışmaya dair çözüm önerisi nedir?

1915 olayları konusunda Türk ve Ermeni halkları arasında bir hafıza çatışması bulunmaktadır.
Türkiye’nin kimseye kendi hafızasını dayatmak gibi bir niyeti yoktur. Ancak, tabiatıyla hiç kimsenin de Türkiye’ye kendi hafıza kayıtlarını dayatmak gibi bir hakkı bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, 1915 olayları arasında yaşananların tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini savunagelmiştir.
Sayın Başbakanımız 10 Nisan 2005 tarihinde zamanın Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’a bir mektup göndererek Türk ve Ermeni tarihçiler ile diğer uzmanlardan oluşacak bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları sadece Türk ve Ermeni değil, ilgili üçüncü ülkelerde yer alan tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları çağrısında bulunmuştur. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi de 13 Nisan 2005 tarihinde Ermeni iddiaları konusunda kabul ettiği bildiride, Başbakanımızın bu tarihi önerisini desteklediğini açıklamıştır. Sayın Başbakanımızın mektubuna, resmi bir yanıt alınması mümkün olamamıştır.
Öte yandan, Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2010 tarihinde Zürih’te imzalanan “Türkiye ile Ermenistan arasında İlişkilerin Geliştirilmesine dair Protokol”de, tarafsız akademisyen ve tarihçilerden oluşan ve ilgili tüm arşiv ve kayıtlarda çalışma yapmakla görevli bir “tarihsel boyut alt komisyonu” kurulması öngörülmektedir.
Türkiye, bahsekonu tarihsel boyut alt-komisyonunun, 1915 olaylarına ilişkin adil hafızaya ulaşılmasında önemli bir rol oynayacağına inanmaktadır.

Türkiye’de, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmek suç mudur ve yasal takibata mı maruz kalmaktadır?

1915 olaylarının yegane serbestçe ve özgürce tartışıldığı ülkenin Türkiye olduğunu söylemek mümkündür.
Bazı kişilerin Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesi kapsamında adli kovuşturmaya ve takibata tabi tutulduğu yönündeki iddiaları da gerçek dışıdır. Zira, Türk Ceza Kanunun ne 301. Maddesinde, ne de başka bir bölümünde “Ermeni soykırımı”nın inkarı gibi bir hüküm bulunmadığı gibi, halihazırda 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu ileri sürmesi nedeniyle adli kovuşturmaya maruz kalmış herhangi bir kimse bulunmamaktadır.
Öte yandan, “soykırımın inkarı yasası” bulunan pek çok ülkenin aksine, Türkiye’de 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu ileri süren kitap, makale ve benzer yayınlar gerek orijinal olarak yazıldıkları dillerde, gerek Türkçe çevirileriyle satılmaktadır. Bu kitapların arasında, bilimsel araştırmadan çok ateşli propaganda malzemesi olarak nitelendirilebilecek eserler de mevcuttur.
Türkiye’deki bu özgürlük ortamının aksine, aralarında AB üyesi olan pek çok ülkenin de bulunduğu Avrupa ülkelerinin arasında, “soykırımın inkarı”nı suç sayan ve bu konuda vatandaşlarımız aleyhinde adli kovuşturma başlatan ülkeler mevcuttur.
Ermeni diasporasının aşırı unsurlarının baskı ve yönlendirmeleriyle yürütüldüğü bilinen bu girişimler tarafımızca üzüntüyle karşılandığı gibi, 1915 olayları konusunda açık ve serbest bir tartışma ortamının yaratılmasına da engel teşkil etmektedir.
Kaynak: Bu makalenin içeriği, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesinin çeşitli sayfalarından alınmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin resmi tutumunu yansıtmaktadır.
Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesi

Türkiye’nin Ermeni Soykırım İddialarına Cevabı

Türkiye Cumhuriyeti’nin “soykırım” konusunda ilkesel tavrı ve politikası bellidir. 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’ni imzalayan, ulusal parlamentosunda onaylayarak yürürlüğe girmesini sağlayan ve soykırım suçunu ulusal hukukuna dahil eden devletlerden biri olan Türkiye, soykırım suçunun işlenmesinin önlenmesi, bu suça karışanların yargılanması ve cezalandırılması konusundaki çabalara destek vermektedir. Uluslararası camianın saygın bir üyesi olan Türkiye, bu konudaki katkılarını başta BM olmak üzere tüm ilgili platformlarda yapmaktadır.

“Soykırım” nedir ?

Soykırım suçunun tanımı, ülkemizin de taraf olduğu 1948 tarihli “Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde yapılmıştır.
Sözleşmenin ikinci maddesine göre; “soykırım” suçunun temel ögesini, belirli bir grubun tamamını veya bir bölümünü, sırf o gruba mensup olduğu için yok etmeye yönelik “kasıt” oluşturmaktadır.
Bir eylemin “soykırım” olarak nitelendirilmesi için; a) Yetkili ve özel olarak kurulmuş bir mahkeme kararının mevcut olması b) “soykırım” tartışmasına konu olan belirli bir insan topluluğunun, belirli bir etnik-dini kökene mensup olması nedeniyle ortadan kaldırılması niyetinin taşındığının kesin olarak ispatlanabilmesi gerekmektedir.
Sözleşmenin altıncı maddesi uyarınca, herhangi bir olayın “soykırım” olarak nitelendirilip, nitelendirilemeyeceğine yalnızca yetkili bir mahkeme karar verebilmektedir. Bu mahkeme, topraklarında soykırım yapıldığı iddia edilen devletin mahkemesi olabileceği gibi, Roma Tüzüğü uyarınca oluşturulmuş bir uluslararası ceza mahkemesi de olabilir.
Keza, soykırım suçunun dünya çapında en yaygın olarak bilinen örneği olan “Yahudi Soykırımı-Holokost”ta, Nazi dönemi Almanyası’nda Yahudilere ve Romanlara karşı işlenen suçlar, spesifik olarak bu dönem için kurulan “Nürenberg Mahkemeleri”nde yapılan yargılama sonrasında karara bağlanmıştır. Böylece, işlenen suçlar Mahkeme kararıyla sabit bulunmuştur.
Benzer şekilde, yakın dönemde vuku bulan “Sarebrenica” ve “Ruanda Soykırımları”nda da, spesifik olarak bu suçları işleyen kişileri yargılamakla görevli mahkeme kararları uyarınca, her iki olayın da “soykırım” olduğuna, mahkeme kararıyla hükmedilmiştir.
Dolayısıyla, yetkili bir mahkemenin kararının olmaması durumunda, herhangi bir olayın soykırım olarak nitelendirilmesi hukuken mümkün değildir. Bu çerçevede, yetkili mahkeme kararı bulunmayan, “soykırım iddiaları” hukuki geçerlilikten yoksun bir iddiadan öteye gidememektedir.
Bu bağlamda, başta Parlamentolar olmak üzere, yetkisiz kurumların soykırım kararları almaları, soykırım kavramının istismar edilmesine ve soykırım tanımının hukuk dışı kullanımının yaygınlaşmasına neden olmasının yanısıra ülkelere ve kişilere yönelik asılsız iddia niteliği taşımakta, ifade ve bilimsel araştırma özgürlüğünü kısıtlama tehdidi içermektedir.

1915’te ne yaşanmıştır ?

1915’te Türkler ve Ermeniler arasında gerçekten ne yaşandığının tam olarak anlaşılabilmesi için, 1915’ten önceki gelişmelerin incelenmesi gereklidir.
Türkler ile Ermeniler sekiz yüzyıldan daha uzun süre Anadolu’da barış içinde yaşamışlardır. Ermeniler, 19. yüzyıla kadar, Osmanlı Toplumu ile bütünleşmeleri ve Millet sistemi içerisindeki uyumları nedeniyle “Millet-i Sadıka (Sadık Millet)” olarak adlandırılmışlardır. Ermeni toplumu, Osmanlı İmparatorluğu’nun ayrıcalıklı tebaası olarak Osmanlı Devlet Yönetimi içerisinde bakan, general, büyükelçi, vali, ticari temsilci ve bu gibi üst düzey görevler almışlar, etnik-kökenleri ve dinleri dolayısıyla bir ayrımcılığa ve kısıtlamaya maruz kalmamışlardır.
Osmanlı Dönemi’nde:
– 29 Ermeni kökenli Osmanlı vatandaşı, üst düzey hükümet rütbesi olan “Paşa” sıfatını almıştır.
– 22 Ermeni, Hariciye, Maliye, Ticaret ve Posta Nazırlığı dahil olmak üzere Bakan olarak görevlendirilmiştir.
– 1912-1913 yıllarında Hariciye Nazırı olarak görev yapan Gabriel Noradunkyan Ermeni asıllıdır.
– Çok sayıda Ermeni; tarım, nüfus ve ekonomik kalkınma konularıyla ilgilenen devlet dairelerinin başkanlığını yürütmüştür.
– 1876 yılı sonrası Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda 33 Ermeni milletvekili yer almıştır.
– Hariciye Nezareti’nde 7 Ermeni Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos görev yapmıştır.
– Mekteb-i Sultani (bugünkü Galatasaray Lisesi) ve Mekteb-i Mülkiye (bugünkü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde) 11 Ermeni kökenli profesör ders vermiştir.
Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkisi ve Avrasya coğrafyasındaki büyük güçler çekişmesinde, 19’uncu yüzyılın sonuna doğru, dönemin Büyük Güçleri, Ermenileri de, Osmanlı Devleti’ne karşı kendi çıkarları için kullanabilecekleri önemli bir araç olarak görmeye başlamışlar ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu vilayetlerinde bağımsız bir devlet kurma vaadiyle kışkırtmışlardır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra düzenlenen Berlin Konferansı’yla Ermeniler siyasi açıdan büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Konferansta kabul edilen 61’inci madde ile (Osmanlı İmparatorluğu “Doğu Anadolu’da ıslahat yapacak, asayişi sağlayacak ve bu konularda aldığı tedbirleri ilgili devletlere bildirecek, ilgili devletlerde tedbirlerin icrasına nezaret edecekler”) “Ermeni Meselesi” uluslararası siyasi sistemin gündemine girmiştir.
1887’de Cenevre’de Hınçak, 1890’da ise Tiflis’te Taşnak komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki komitenin de ortak hedefi Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren, siyasi ve etnik olarak saf bir Ermeni devleti kurulması olmuştur. Daha sonra Osmanlı sınırları içinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları ve dış yardımların desteğiyle çeşitli vilayetlerde ayaklanmalar başlamış ve 1896 yılında Van’da ilk büyük Ermeni isyanı çıkmıştır. Bu isyanın bastırılmasından sonra bölgedeki Ermeni örgütleri faaliyetlerine devam etmişler ve bir çok yerde Ermeni isyanları düzenlemişlerdir.
Ayrılıkçı Ermeniler, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasını ve Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletlerine karşı savaşa girmesini büyük bir fırsat olarak görmüşlerdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında isyan ederek işgalci Rus Ordusu ve diğer yabancı kuvvetlerle işbirliği yapan Ermeniler, Türklere ve diğer Müslümanlara yönelik katliamlar yapmışlar, Rus işgalini kolaylaştırmak için Osmanlı askerlerine saldırıp, ikmal yollarını kesmişlerdir. Sarıkamış Harekatı’nın başarısızlığından sonra Ermeni çevrelerinin 15 Nisan 1915 tarihinde ikinci Van isyanını çıkarması ve dışarıdan Rus saldırılarıyla karşı karşıya olan Osmanlı Devleti’ni içeriden vurmaya başlaması Osmanlı Hükümeti tarafından 27 Mayıs 1915 tarihinde kabul edilen, bugün yaygın olarak bilinen ismiyle “Tehcir Kararı” olarak adlandırılan “Sevk ve İskan Kanunu”nun en önemli nedenlerinden birini oluşturmuştur.
1915 olaylarının tarihsel gelişimi ele alındığında, Osmanlı Hükümeti’nin, Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında bazı uyarılar ve idari tedbirlerle Ermeni isyanlarını önlemeye çalıştığı ve Ermenilerin terör olayları, isyanlar ve düşmanla işbirliği gibi faaliyetlerine paralel olarak alınan tedbirleri artırdığı görülecektir. Dolayısıyla, Osmanlı Hükümeti’nin aldığı tedbirlere bakıldığında önceden planlı ve siyasi amaçla olmadığı, aksine bunların gelişen olaylara bağlı olarak askeri kaygılar ve güvenlik gibi nedenlerle alındığı görülmektedir.
Askeri tarihçiler, 27 Mayıs 1915 tarihli tehcir kararının askeri zorunluluk kapsamında alındığını ve Osmanlı Hükümeti’nin, Doğu Cephesi’nde karşılaştığı ayrılıkçı tehdit nedeniyle bir anlamda böyle bir tedbir almaya mecbur kaldığını ifade etmektedirler.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta, Ermenilerin ülke sınırları dışına sevk edilmelerinin öngörülmemesi, İmparatorluk topraklarının savaş alanı dışında bulunan bölgelerine doğru yer değiştirmeye tabi tutulmalarıdır. Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeni nüfus, Savaş Koşulları’nın sona ermesinden sonra yaşadıkları topraklara geri dönme hakları saklı tutulmak kaydıyla, İmparatorluğun, savaş ve çatışma tehdidinden uzak başka bir bölgesine sevk edilmiştir.
Sevk işlemi, gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra başlamıştır. Bu arada, askeri harekat dışı bazı bölgelerde yaşayan Ermeniler bu uygulamanın haricinde tutulmuştur. Böylelikle, İstanbul, Kütahya ve Aydın vilayetlerinde yaşayan Ermeniler bu karardan etkilenmemişlerdir. Osmanlı Hükümeti’nin aldığı karar herhangi bir ideolojinin uzantısı değildir.
Yasada, sevke tabi Ermenilerin güvenliğini sağlayacak her türlü önlem öngörülmüştür. Osmanlı Hükümeti, yerel makamlara, Ermenilerin yeniden yerleşmelerinin düzenli şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak önlemlerin alınması yönünde talimat vermiş, verilen talimata uymayan kişiler hakkında soruşturma yapılması ve yapılacak soruşturma sonucuna göre, suçlu bulunan ve görevlerini kötüye kullananların Divan-ı Harbe sevk edilmelerini emretmiştir. Osmanlı Devleti’nde “Divan-ı Harbi Örfi Mahkemeleri” olarak bilinen bu mahkemelerde göç yolundaki Ermenilere kötü davrandıkları gerekçesiyle yargılanmak üzere 1916 yılında 1673 kişi tutuklanmış, 67 kişi idam cezasına çarptırılmıştır. Bu yargılamalara ilişkin belgeler Osmanlı arşivlerinde mevcuttur. İntikam ve soygun amacıyla koruması zayıf göç kafilelerine saldırıldığı maalesef bir gerçektir. Öte yandan, yer değiştirme (tehcir) sırasında, devlet otoritesinin güçlü olduğu bölgelerde ise Ermeni kafilelerine yapılan saldırılar oldukça sınırlı kalmıştır. Savaş zamanında yiyecek ve diğer ihtiyaç malzemelerinin yetersiz olması, ağır iklim koşulları ve tifüs gibi salgın hastalıkların başlaması bazı bölgelerde can kaybının yüksek olmasına yol açmıştır. Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Birinci Dünya Savaşı sırasında, sadece Güneydoğu Anadolu’da bir milyonun üzerinde sivil nüfus hayatını kaybetmiştir. Bu kaybın nedenlerinden birisi de Ermeni çetelerin silahlı saldırılarıdır.
Ermenileri yok etmek isteyen ve katliam yapmak amacında olan bir devletin, Ermeni kafilelerine kötü muamele edenleri ve görevlilerini nasıl olup da yargıladığı ve cezalandırdığı ve soykırım propagandacılarının ileri sürdükleri gibi gizli amaçları olan bir devletin, neden tehcir sürecinde Ermeni grupların güven içinde nakillerini sağlayacak özel bir kanun çıkardığı gibi soruların tabiatıyla, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendiren çevreler tarafından cevaplanması mümkün değildir. Zira, bu sorulara verilecek cevaplar Osmanlı Hükümeti’nin Ermenileri “yok etme” yönünde bir niyeti olmadığını ortaya koymaktadır.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Osmanlı döneminde, Ermeniler Osmanlı toplumu ve bürokrasisine tamamen entegre olmuş bir toplumdur. Hatta, tehcir kararını alan İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara geliş sürecinde ve sonrasında Ermeni gruplarla da işbirliği yaptığı bilinmektedir. 1908, 1912 ve 1914 genel seçimlerinde bir çok Ermeni, İttihat ve Terakki Cemiyeti listesinden milletvekili olarak seçilmiştir. Bunlardan Bedros Hallaçyan iki defa Ticaret ve Nafia nazırı olmanın yanısıra bir dönem İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez-i Umumi azalığını yapmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İşgal Kuvvetleri tarafından 1919-1922 yılları arasında Osmanlı resmi görevlilerine karşı yürütülen yasal sürecin bir parçası olarak Ermeni iddiaları araştırılmıştır. 144 üst düzeyli Osmanlı yetkilisi tutuklanmış ve yargılanmak üzere İngiltere tarafından Malta adasına sürgüne gönderilmiştir.
Tutuklamalara yol açan bilgiler çoğunlukla yerel Ermeniler ve Ermeni Patrikliği tarafından sağlanmıştır. Aydınlardan, sürgüne gönderilenler Malta’da gözaltında tutulurken, başkent İstanbul’da bulunan ve burada mutlak yetkiye ve güce sahip İngiliz işgal kuvvetleri de bu görevliler hakkında suçlamada bulunmak üzere kanıt aramışlar, ancak, Malta’ya sürgüne gönderilen Osmanlı görevlilerinin ve İttihat ve Terakki mensuplarının Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilerin öldürülmesi yönünde emir verdiklerini veya teşvik ettiklerini gösteren herhangi bir kanıta rastlanmamıştır.
ABD ve Fransa arşivlerinde de bu yönde kanıt bulunamamıştır. Malta’da iki yıl dört ay süren tutukluluk döneminin ardından, sürgünler yargılanmadan serbest bırakılmışlardır.
Esasen, bu zaman dilimi bütün Anadolu insanının aynı kaderi paylaştığı dönemdir. Ermeni Meselesi hakkında tarihin sessiz tanıkları olan arşiv belgelerine bakıldığında; sadece Ermenilerin değil, Türklerin de büyük acılar çektiği görülmektedir. Nitekim Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan Ermeniler Tarafından Türklere Yapılan Katliam Belgeleri adlı iki ciltlik kitapta, 1914-1922 yılları arasında Ermeni komitelerinin 523.955 Türk’ü öldürdükleri belgelerle ortaya konulmaktadır.
Son dönemde Ermeni propagandası; 1915 olaylarını Holokost ile özdeşleştirme gayretleri çerçevesinde, 1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi’ni, Sosyal Darwinci bir yaklaşımdan hareketle baskıcı bir Türkleştirme politikası uygulamak ve bunun bir ayağı olarak “Ermeni soykırımını” hayata geçirmekle itham etmektedir.
Bu bağlamda kullanılan kavramlardan biri; biyolojik anlamda reddetmeye dayalı ırkçılık yerine, kolektif kimliği hedef alan bir ırkçılık olarak ortaya çıkmaktadır. İttihat ve Terakki dönemi uzmanı birçok tarihçi bu yorumun tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuştur. İttihat ve Terakki hiçbir zaman yeknesak bir ideolojiye sahip olmamıştır. Holokost’un gerisinde ise yüzyıllara dayalı bir Yahudi düşmanlığı mevcuttur. Osmanlı İmparatorluğu’nda buna benzer bir Ermeni düşmanlığına hiçbir zaman rastlanmamış, Yönetim bakımından hiçbir zaman bir “Türk-Ermeni” ayırımı gözetilmemiştir.
Öte yandan, o dönemdeki Osmanlı Yönetimi, Ermeniler konusunda ileri sürülen katliam iddialarının araştırılması için Birinci Dünya Savaşı’nda taraf olmayan İspanya, İsviçre, Hollanda, Danimarka ve İsveç’e, Şubat 1919 tarihinde gönderdiği notalarla ikişer hukukçu gönderilmesini ve bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etmiştir. Bu girişim, İngiltere’nin anılan ülkelere yönelik müdahalesi ile sonuçsuz kalmış, konunun soruşturulması engellenmiştir.

Tehcire tabi tutulan Ermeni sayısı kaçtır?

Ermeni iddialarını savunanlar, tehcire tabi tutulan ve hayatını kaybeden Ermenilerin sayısını, tarihsel gerçeklerin çok ötesinde, abartılı rakamlarla ileri sürmektedirler.
1914 yılında yapılan son Osmanlı nüfus sayımına göre, nüfus sayımının düzenlendiği dönemde İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı 1.295.000 (bir milyon iki yüz doksan beş) kişidir.
İmparatorluğun Doğu Sınırlarını güvence altına almak amacıyla bir savaş zarureti olarak ve geçici bir süreliğine alınan karar kapsamında tehcire tabi tutulan toplam Ermeni sayısının 600.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

İddia edildiği gibi, tehcire tabi tutulan tüm Ermeniler hayatını mı kaybetmiştir?

Tehcire maruz kalan tüm Ermenilerin, katliama maruz kalarak, ortadan kaldırıldıkları yönündeki iddia, tarihsel gerçeklerden ve bilimsellikten uzaktır.
Tehcir sırasında hayatını kaybeden Ermenilerin varlığı bir gerçektir. I. Dünya Savaşı sonrasında 1915 olayları sırasında 600.000 kişinin öldüğünü iddia eden bu radikal çevreler, bu rakamı önce 800.000’e, günümüzde de 1.5-2 milyon kişiye çıkartmışlardır.
Öte yandan, savaş koşullarında hayatını kaybeden Ermenilerin tam sayısını tespit edebilmek mümkün değildir. Esasen, bu husus, sadece Ermeniler için değil Osmanlı İmparatorluğu döneminde savaşlarda hayatını kaybeden tüm kişiler için geçerlidir. Zira, Osmanlı Yönetimi sırasında, ölü sayısının tutulması gibi bir uygulama olmadığı için I. Dünya Savaşı sırasında kaç kişinin hayatını kaybettiğini tam olarak bilebilmek mümkün değildir.
Bu bağlamda, yapılabilecek en iyi tahmin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan Ermenilerin tahmini sayısını hesaplamak ve buradan bazı çıkarsamalara ulaşmaya çalışmaktır.
Radikal Ermeni propagandasına katkı sağlamak için sonradan üretilmiş abartılı istatistiki rakamlar bir kenara bırakıldığı takdirde, güvenilir akademik kaynakların, tehcir öncesi Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan toplam Ermeni sayısı olarak ortaya koydukları rakamlar; 1.056.000 ila 1.555.000 arasında değişmektedir. Bu da, yukarıda belirtilen, 1914 yılında gerçekleştirilen son Osmanlı nüfus sayımındaki 1.295.000 kişilik rakamla paralellik arzetmektedir.
Tehcir sırasında yaşanan can kayıpları konusunda, Talat Paşa, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1 Kasım 1918 tarihindeki son kongresinde yaptığı konuşmada, hayatını kaybeden toplam Ermeni sayısının 300.000 civarında olduğunu söylemiştir.
1918 yılında Paris Barış Konferansı’nda bir konuşma yapan, Ermeni bağımsızlık hareketinin önemli liderlerinden birisi olan Ermeni Heyeti Başkanı Bogos Nubar Paşa, I. Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye topraklarında 280.000 Ermeni kaldığını, 700.000 Ermeni’nin başka ülkelere göç ettiğini ifade etmiştir.
Bu rakam ile I. Dünya Savaşı koşullarında yaklaşık 300.000 Ermeni’nin hayatını kaybettiği yönündeki tahminler örtüşmektedir.

Türkiye’nin, bir bütün olarak 1915 Olayları’na ilişkin yaşanan tartışmaya dair çözüm önerisi nedir?

1915 olayları konusunda Türk ve Ermeni halkları arasında bir hafıza çatışması bulunmaktadır.
Türkiye’nin kimseye kendi hafızasını dayatmak gibi bir niyeti yoktur. Ancak, tabiatıyla hiç kimsenin de Türkiye’ye kendi hafıza kayıtlarını dayatmak gibi bir hakkı bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, 1915 olayları arasında yaşananların tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini savunagelmiştir.
Sayın Başbakanımız 10 Nisan 2005 tarihinde zamanın Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan’a bir mektup göndererek Türk ve Ermeni tarihçiler ile diğer uzmanlardan oluşacak bir grubun 1915 dönemine ait gelişme ve olayları sadece Türk ve Ermeni değil, ilgili üçüncü ülkelerde yer alan tüm arşivlerde araştırarak, bulgularını uluslararası kamuoyuna açıklamaları çağrısında bulunmuştur. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi de 13 Nisan 2005 tarihinde Ermeni iddiaları konusunda kabul ettiği bildiride, Başbakanımızın bu tarihi önerisini desteklediğini açıklamıştır. Sayın Başbakanımızın mektubuna, resmi bir yanıt alınması mümkün olamamıştır.
Öte yandan, Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2010 tarihinde Zürih’te imzalanan “Türkiye ile Ermenistan arasında İlişkilerin Geliştirilmesine dair Protokol”de, tarafsız akademisyen ve tarihçilerden oluşan ve ilgili tüm arşiv ve kayıtlarda çalışma yapmakla görevli bir “tarihsel boyut alt komisyonu” kurulması öngörülmektedir.
Türkiye, bahsekonu tarihsel boyut alt-komisyonunun, 1915 olaylarına ilişkin adil hafızaya ulaşılmasında önemli bir rol oynayacağına inanmaktadır.

Türkiye’de, 1915 olaylarını “soykırım” olarak nitelendirmek suç mudur ve yasal takibata mı maruz kalmaktadır?

1915 olaylarının yegane serbestçe ve özgürce tartışıldığı ülkenin Türkiye olduğunu söylemek mümkündür.
Bazı kişilerin Türk Ceza Kanunu’nun 301. Maddesi kapsamında adli kovuşturmaya ve takibata tabi tutulduğu yönündeki iddiaları da gerçek dışıdır. Zira, Türk Ceza Kanunun ne 301. Maddesinde, ne de başka bir bölümünde “Ermeni soykırımı”nın inkarı gibi bir hüküm bulunmadığı gibi, halihazırda 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu ileri sürmesi nedeniyle adli kovuşturmaya maruz kalmış herhangi bir kimse bulunmamaktadır.
Öte yandan, “soykırımın inkarı yasası” bulunan pek çok ülkenin aksine, Türkiye’de 1915 olaylarının “soykırım” olduğunu ileri süren kitap, makale ve benzer yayınlar gerek orijinal olarak yazıldıkları dillerde, gerek Türkçe çevirileriyle satılmaktadır. Bu kitapların arasında, bilimsel araştırmadan çok ateşli propaganda malzemesi olarak nitelendirilebilecek eserler de mevcuttur.
Türkiye’deki bu özgürlük ortamının aksine, aralarında AB üyesi olan pek çok ülkenin de bulunduğu Avrupa ülkelerinin arasında, “soykırımın inkarı”nı suç sayan ve bu konuda vatandaşlarımız aleyhinde adli kovuşturma başlatan ülkeler mevcuttur.
Ermeni diasporasının aşırı unsurlarının baskı ve yönlendirmeleriyle yürütüldüğü bilinen bu girişimler tarafımızca üzüntüyle karşılandığı gibi, 1915 olayları konusunda açık ve serbest bir tartışma ortamının yaratılmasına da engel teşkil etmektedir.
Kaynak: Bu makalenin içeriği, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesinin çeşitli sayfalarından alınmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin resmi tutumunu yansıtmaktadır.
Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı resmi web sitesi