31 Mart 2015 Salı

sözde Ermeni soykırımını tanıyan on yedi ülke şunlardır

.. Bazı Ülke Parlamentoları Kararları 

Bu konuda dikkati ilk çeken husus Ermeni “soykırımı”nı kabul eden kararlar alınması talebinin hükümetlere değil parlamentolara yöneltilmiş bulunmasıdır. Bu hükümetlerin ülkenin dış ilişkilerini yürütmek görev ve sorumluluğuna sahip olmalarından ileri gelmektedir. Herhangi bir hükümetin sözde soykırım hususunda alacağı bir kararın o ülke ile Türkiye arasında bir soruna dönüşmesi muhakkak gibidir. Hükümetler böyle bir durumu arzu edilmediklerinden kendilerini, olanakları ölçüsünde, Ermeni soykırım iddialarının dışında tutmaya çalışmaktadır. Buna mukabil parlamentolar yabancı ülkelerin doğrudan muhatabı olmadıklarından herhangi bir ülke veya bir uluslararası bir sorun hakkında fikir beyan etmekte veya tavsiye niteliğinde olan bazı kararlar almakta bir sakınca görmemektedir. Karar alınmasını talep edenlerin oy potansiyeli de varsa Parlamentoların bu tür kararları almaları kolaylaşmaktadır.

Parlamentolarının aldığı kararlarla sözde Ermeni soykırımını tanıyan on yedi ülke şunlardır [25]:

1. Uruguay – 1965, 2004, 2005
2. Kıbrıs Rum Yönetimi - 1982
3. Arjantin – 1993, 2003, 2004, 2005
4. Rusya – 1995, 2005
5. Kanada – 1996, 2000, 2004
6. Yunanistan – 1996
7. Lübnan 1997 ve 2000
8. Belçika – 1998 
9. İtalya – 2000
10.Vatikan 2000
11.Fransa 2001
12.İsviçre 2003
13.Slovakya 2004
14.Hollanda 2004 
15.Polonya 2005
16.Almanya, 2005
17.Venezuela 2005
18.Litvanya 2005

Görüldüğü üzere bu kararların çoğu 1990’larda alınmıştır. Bu, Ermeni terörizminden sonra diaspora faaliyetlerinin soykırımı resmen tanıtmak noktasında toplanmasından ve aynı yıllarda Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra diasporanın bu çabalarına destek olmasından ileri gelmektedir.

Kararların 2000 yılından sonra yoğunluk kazanması da, esas itibariyle Türkiye’nin AB adaylığıyla ilgilidir. Ermeni “soykırımı” hakkında o zamana kadar bir karar kabul etmekten çekinen AB üyesi ülkeler Türkiye artık aday ülke olduğu için fazla bir itirazı olamayacağı düşüncesiyle hareket etmişlerdir. 

Ülke parlamentolarının aldığı kararların önemli noktaları şu şekilde özetlenebilir[26].

Uruguay (1965, 2004, 2005) 

Ermenilerin soykırım iddialarını kabul eden ilk ülkedir. Uruguay Parlamentosu’nun (Senato ve Temsilciler Meclisinin) böyle bir kararı kabul etmesinin nedeni ülkede küçük ve fakat zenginliği nedeniyle etkili bir Ermeni topluluğu olmasına karşın hiç Türk varlığı bulunmamasıdır. Uruguay Parlamentosu söz konusu kararında 1915’te öldürülenlerin onuruna 24 Nisan’ı Ermeni Şehitlerini Anma günü olarak ilan etmiştir.

Uruguay Parlamentosu bu ararı 2004 yılında teyit etmiş, 2005 yılında alınan bir diğer kararda ise 24 Nisan’ın Birleşmiş Milletler tarafından “Her Türlü Soykırımın Kınanması ve Reddedilmesi “ günü ilan edilmesi için Uruguay Dışişleri Bakanlığının girişimde bulunması istenmiştir.

Güney Kıbrıs (1982)

Güney Kıbrıs Temsilciler Meclisi kararında “Ermeni halkına karşı işlenmiş olup Ermenileri ata topraklarından söküp çıkaran ve soykırım boyutlarına ulaşmış olan suçun çekincesiz kınandığı” belirtilmektedir. Aynı kararda, neler olduğu belirtilmeden, “Ermeni halkının vazgeçilemez haklarının tam olarak geri verilmesinden” de bahsedilmektedir. Bu kararın önemli yönü Ermeni terörizminin en yoğun olduğu bir dönemde alınmış olması ve bu nedenle de teröristler için bir tür cesaretlendirme teşkil etmiş olmasıdır. 

Arjantin (1993, 2003, 2004, 2005) 

Bu ülke Senatosu “1915- 1917 yıllarında Türk Hükümeti eliyle öldürülen 1.500.000 milyon Ermeninin” anılması ve “20. asrın ilk soykırımının kurbanları olan Ermeni Cemaati ile tam bir dayanışma içinde olunduğunun” beyan edilmesi ile ilgili bir karar almıştır. Senato bu kararını 2003, 2004 ve 2005 yıllarında teyit etmiştir. Arjantin Senatoyu bu kararı almaya götüren nedenler, Uruguay gibi, ülkedeki etkin Ermeni azınlığına karşın Türkiye’nin bir ağırlığı olmamasıdır. Uruguay’dan farklı olan husus ise Türkiye’nin Arjantin ile öneli sayılabilecek ticaret ilişkileri bulunmasıdır.

Rusya (1995, 2005) 

Rus Duma’sı 1995 yılında, 1915 ila 1922 yılları arasında Ermeni halkının imha edenleri kınayan ve 24 Nisan’ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak tanıyan bir karar kabul etmiştir. Kararda ‘Türk İmparatorluğu’ sözcükleri vardır. Bu kararının temelinde biri Rusya’da 1 milyondan fazla olduğu söylenen Ermeni azınlığının etkisi; diğeri de, özellikle o yıllarda, Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği yolundaki iddialar olmak üzere iki neden bulunduğu düşünülmüştür. 

Ancak Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği iddialarının ortadan kalktığı 2005 yılında Rusya Duma’sı aldığı bir diğer kararla “soykırımın” 90. yıldönümümde kardeş Ermeni halkına üzüntülerini ifade etmiş, bu “soykırımını” şiddetle kınamış ve bütün dünyada da anılmasını istemiştir. 

Kanada (1996, 2000, 2004) 

Kanada Avam Kamarası bu konudaki 1996 yılı kararında, 1,5 milyon kişinin canını alan Ermeni “trajedisi”ve insanlığa karşı diğer suçlara atıfla her yıl 20-27 Nisan haftasını halkların diğer halklara karşı insanlık dışı davranışını anma haftası olarak kabul etmiştir. Türkiye ve Türklerden hiç bahsedilmemesi ve diğer olaylarla birleştirilmesi nedenleriyle bu karar Ermeni militanları tarafından yetersiz bulunmuş ve sadece Ermenileri ele alan yeni bir karar kabul edilmesi için aralıksız süren çabalar sonuç vererek Kanada Senatosu 2002 yılında Ermeni soykırımının tanınmasını, her türlü inkar girişimlerinin kınanmasını ve 24 Nisan’ın “soykırıma kurban giden 1,5 milyon Ermeniyi” anma günü olarak kabul edilmesini öngören bir diğer karar kabul etmiştir[27]. Avam kamarası da 2004 yılında “Bu Meclis, 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır ve insanlığa karşı suç olan bu hareketi kınar” ifadesini içeren bir başka karar almıştır. 

Kanada Dışişleri Bakanı Bill Graham kararın kabulünden sonra yaptığı açıklamada “Kanada Hükümetinin 10 Haziran 1999 tarihinde konuya ilişkin tutumunun değişmediği ve kabul edilen önergenin hükümeti bağlamadığını” bildirmiştir[28]. Kanada Hükümetinin sözü edilen 1999 tarihli tutumu ise 1915 yılı olaylarının bir trajedi olmakla beraber bir soykırım teşkil etmediği şeklindedir[29].

Türkiye Dışişleri Bakanlığı 22 Nisan 2004 tarihinde yaptığı bir açıklamada Kanada Federal Parlamentosu’nun, marjinal görüşlerin peşine takılarak bu kararı kabul etmesinin kınandığını, Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin bir yargıya varma görevleri bulunmadığını, bu tür kararların değişik kökenli insanlar arasında nefret duyguları uyandırarak toplumsal ahengi bozabileceği, bu kararın ne Kanada’daki Ermenilere ne de Ermenistan’a bir yarar sağlayacağı, kararın getireceği tüm olumsuzlukların sorumluluğunun Kanadalı siyasetçilere ait olduğu bildirilmiştir.

Kanada Meclislerinin Ermeni görüşlerini yansıtan kararlar almasının başlıca nedeni bu ülkedeki Ermeni azınlığıdır. Kanada’daki Türklerin sayısı da küçümsenmeyecek boyutta olmakla beraber etkili bir örgütlenme içinde değildirler. 

Yunanistan (1996) 

Yunan Parlamentosu 25 Nisan 1996 tarihinde kabul ettiği bir kanunla 24 Nisan’ı “Türkiye’nin Ermenilere uyguladığı soykırımı anma günü” olarak belirlemiştir. 1973 Kıbrıs barış harekatından sonra Ermenilere her türlü yardımı yapan Yunanistan’ın “soykırımı” tanımak için acele etmemiş olduğu görülmektedir. Bunun başlıca nedeni Yunanistan’ın el altından Ermenilere her türlü yardımı yapmakla beraber, bu tutumunu açıkça ortaya koymak istememesidir. 1996 Ocak ayında çıkan ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren Kardak krizinin bu ihtiyatlı davranışı değiştirerek Ermeni “soykırımı” hakkındaki kararın alınmasında başlıca amil olduğu anlaşılmaktadır.

Lübnan (1997, 2000) 

Lübnan Parlamentosu 1997 yılında aldığı bir kararla Lübnan halkını 24 Nisan münasebetiyle Ermeni halkı ile dayanışma içinde olduğunu beyan etmeye çağırmıştır. Kararda, asrın başında sömürgeci (Osmanlı İmparatorluğu) tarafından Lübnan-Ermeni halklarına ve bölgenin diğer halklarına karşı girişilen örgütlü yok etme hareketlerinden bahsedilmektedir. Lübnan parlamentosu 2000 yılında bu konuda aldığı diğer bir kararda, Osmanlılar tarafından yapılan ve 1.500.000 Ermeni’nin öldüğü katliamlara değinerek Ermeni halkına karşı girişilen soykırımın tanınmakta ve kınanmakta, ayrıca bu soykırımın uluslararası alanda tanınmasının benzer suçların önlenmesi için gerekli olduğu ifade edilmektedir. 

Böylece Lübnan Parlamentosu, söz konusu iki kararıyla Ermenilerin tüm görüşlerini benimsemiş bulunmaktadır. Bunda, Lübnan’ın dini cemaatler üzerine kurulmuş bulunmasının ve sayıları 200.000 kadar olan Ermenilerin de bu çerçevede, meclis ve hükümette, belirli mevki ve makamlara sahip olmasından ileri gelmektedir. Ermenilerin ülkedeki bu durumu Lübnan’ın Ermeni terörizminin merkezi haline getirmiş olduğu hatırlanacaktır.

Belçika (1998) 

Belçika Senatosu, sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu’nun bu konudaki kararına atfen tanımış, soykırımın tarihsel kanıtları hakkında şüphe olmadığı ve halklar arasında barışma olması için geçmiş suçların tanınması gerektiği gibi bilinen Ermeni tezlerini tekrarladıktan sonra, “Osmanlı İmparatorluğu’nun son hükümeti tarafından 1915’te yapılmış soykırımının tarihi gerçekliğini” kabul etmesini Türk Hükümetinden istenmiştir. 

Belçika’daki Ermeniler ve Ermeni yanlıları o tarihten sonra Belçika Millet Meclisinin de benzer bir karar almasına çalışmışlar, daha sonra soykırımı inkar edenlerin cezalandırılmasını ön gören kanuna Ermeni “soykırımını” dahil etmek için uğraşmışlar[30] ancak şu ana kadar başarı sağlayamamışlardır. Bunda Belçika’daki Türklerin bilinçli bir şekilde çalışmalarının rol oynadığı anlaşılmaktadır.

İtalya (2000) 


İtalyan Parlamentosu, Ermeni taraftarı bazı milletvekillerinin ısrarlı girişimleri sonucunda ancak İtalya’nın Türkiye ile yakın ilişkileri nedeniyle bir çok erteleme ve duraksamadan sonra, Avrupa Parlamentosu’nun 1999 yılı Türkiye İlerleme Raporunun sözde Ermeni soykırımı ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkındaki paragraflarına gönderme yaparak, İtalyan Hükümetinden Kafkas bölgesinde halklar ve azınlıklar arasında gerginliğin azaltılmasını ve iki devlet (Ermenistan ve Türkiye) arasında toprak bütünlüğüne riayetle, barış içinde bir arada yaşama ve insan haklarına saygı konularını güçlü bir şekilde takip etmesini istemiştir. Görüleceği üzere İtalyan Millet Meclisinin sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu kararına atfen dolaylı bir şekilde tanımakla bu konun iki ülke ilişkileri üzerinde olumsuz bir etki yapmasını önlemiştir. 

Vatikan (2000) 

Eçmiyazin Katogikos’u Karekin II’nin 2000 yılı Kasım ayında Vatikan’da Papa Jean-Paul II’ye yaptığı ziyaret sonunda yayınlanan ortak bildiri de yer alan “ Asrı başlatan Ermeni soykırımı onu takip edecek olan dehşetlerin öncüsüydü” sözleriyle Ermenilerin soykırım iddiaları Vatikan tarafından tanınmıştır. Papa’nın 2001 yılı Ekim ayında Ermenistan’ı ziyaretinde soykırım anıtında yaptığı duada ve Karekin II ile olan görüşmesinden sonra yayınlanan bildiride de bu Ermeni “soykırımıyla” ilgili ifadeler kullanmıştır. Vatikan tüm Hıristiyanların Papa’nın dini önceliğini (primacy) tanıması için çaba sarf etmektedir. Büyük kiliseleri buna ikna etmenin imkansızlığı karşısında Ermeni, Süryani, Keldani, Maruni ve diğer küçük Doğu kiliselerine yakınlaşma politikası izlenmektedir. Bu itibarla sözde soykırımın tanınmasını Ermeni kilisesini memnun etmek için yapılan bir jest olarak kabul etmek doğru olur. Bu jestin 2000 yılında yapılmasının nedeni de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye İlerleme Raporunda sözde soykırımı tanıyan ifadelerdir; diğer bir deyimle Vatikan bu konuda, İtalya gibi, Avrupa Parlamentosu’nun arkasına sığınmak yolunu seçmiştir.

Fransa (2001) 

Fransa’daki sayılarıyla (350–400 bin) orantılı olmayan derecede siyasi nüfuz sahibi olan Ermeniler öteden beri malarıdır Ermeni “soykırımının” bu ülkede tanınması için faaliyet göstermişlerdir. Bu konu 1998 yılında Fransız Meclisi’nin gündemine girmiş ancak Türkiye’nin AB adaylığının kabulünden sonra ve 2001 Mart’ında yapılacak olan mahalli ve belediye seçimlerinde Fransa’da iktidar ve muhalefet partilerinin başa baş durumu Ermenilere bu tavizin verilmesine gerektirmesiyle sonuçlanabilmiştir. Fransız Parlamentosu 29 Ocak 2001 tarihinde bir cümleden oluşan şu kanunu kabul etmiştir: “ Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır”[31] .

Türkiye’de tepkiler daha kanunun kabulünden önce başlamıştır. TBMM 9 Ocak 2001 tarihinde kabul ettiği bir önergede yasa tasarısının oy kaygısıyla gündeme geldiğini, tarihin tahrif edilmesine ve önyargılara dayandığını, tasarı kabul edildiği taktirde Fransa’da bu konuda düşünce ve ifade özgürlüğüyle bilimsel araştırma ve bulguları yayınlama özgürlüğünün ortadan kalkacağını, Türkiye’nin Fransa ile olan ilişkilerini geliştirmeyi arzuladığını ancak bu alanda olumlu sonuçlar alınmasının iyi niyetin karşılıklı olmasına bağlı olduğunu, bu yasanın kabulü halinde Fransa’nın tarafsızlık ilkesine bağlı kalamayacağını, bu nedenle Fransa’nın atacağı her adımın Türkiye tarafından kuşkuyla karşılanacağını, Fransız Parlamentosu’nun vaktiyle Cezayir’de vuku bulan acı olayları değerlendirmeyi reddederek bunların incelenmesini tarihe bırakmış olduğunu, şimdi Fransa’dan aynı davranışın beklendiğini, tarihin uluslar arasında nefret yaratmak için kullanılmaması gerektiğini ve bu bağlamda Türk diplomatlarına ve bazı Fransız vatandaşlarına karşı girişilen cinayet kampanyasının bir kez daha hatırlandığını bildirmiştir.

Tasarının kanunlaşmasından sonra yayımlanan bir hükümet açıklamasında ise kabul edilen kanun kınanmış, bütün sonuçlarıyla reddedilmiş ve kanunun Fransa ile olan ilişkilerde ciddi bir krize yol açacağı belirtilmiştir. 

Dışişleri Bakanlığı ise aynı gün yayınladığı bir basın açıklamasında bu kanunu Ermeni terörizmini yeniden harekete geçirecek sorumsuz bir davranış olduğunu bildirmiş ve bu ortamda Türk diplomatlarının ve Fransa’daki Türk vatandaşlarının güvenliği için önlem alınmasını Fransız Hükümetinden talep etmiştir.

Bu kanunun kabulünden sonra Türkiye ve Türk-Fransız ilişkilerinde ciddi bir gerileme yaşanmıştır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem Fransız Büyükelçisine bu yasanın Fransa’da yabancı düşmanlığını ve Ermeni terörünü yeniden harekete geçirebileceğini söylerken Başbakan Ecevit sayasının Türk-Fransız ilişkilerine zarar vereceğini belirtmiş, Cumhurbaşkanı Sezer Fransız Meclisinin kararını sağduyudan yoksun olarak tanımlamış, hükümet Fransa’ya karşı ne gibi yaptırımlar uygulanabileceğini görüşmüş ve Fransa’dan askeri alımlarda bir kısıntıya gidilmiştir. Diğer yandan medyanın da etkisiyle Türk kamuoyunda Fransa’ya karşı olumsuz görüşler yerleşmiştir. Bu durum Fransa’da şaşkınlık yaratmış, ancak kanundan geri dönülemediği için de iki ülke ilişkilerindeki gerginlik devam etmiştir. Fransız hükümetinin Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı konusunda olumlu tutum ve faaliyeti iki ülke ilişkilerinin ağır bir şekilde normale döndürmüştür. 

Bu arada söz konusu kanunun Fransız Ermenilerini tam olarak memnun etmediğini de belirtelim. Kanunun Ermenilerin soykırıma uğramadıklarını savunan kişilere karşı bir yaptırım öngörmemesi Ermenilerce eleştirilmiş ve Yahudi Holokostunu inkar edenleri cezalandıran”Gayssot kanunu”na benzer bir kanunun Ermeni “soykırımı” için de çıkarılması talep edilmiştir. 

Yaklaşık üç yıl sonra, 2004’te Avrupa Anayasası’nın kabulü etrafında Fransa’da başlayan tartışmalarda Fransızların büyük çoğunluğunun Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğu görülmüştür. Fransız siyasi partileri de bu durumdan etkilenmişlerdir. Sağ ve merkez partileri Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken Sosyalist Parti, ilke olarak, bu üyeliğe taraftar olmayı sürdürmüş, ancak bu üyeliğin gerçekleşmesini insan haklarında, demokrasi uygulamalarında ve Ermeni “soykırımı” konusunda ilerlemelere bağlamıştır[32]. Türkiye “soykırım” iddialarını kabul etmediğine göre, aslında Sosyalistler de aslında Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı olmuşlardır.

Bu olgu Fransız Hükümeti’nin tutumunu da etkileyerek Fransa 17 Aralık 2004 tarihli AB zirve toplantısında Türkiye’ye tam üyelik değil, özel bir statü verilmesi için uğraşmış, bu sağlanamayınca, müzakerelerin ucunun açık olması, diğer bir deyimle, müzakerelerin mutlaka tam üyelikle bitmemesi ve mesela Türkiye’ye özel statü de tanınması olanağının mevcut olması koşuluyla, Türkiye ile müzakerelere başlanmasını isteksiz bir şekilde onaylamıştır. 

Bu tarihten sonra Fransız hükümetinin Ermeni sorunundaki tutumunda da değişiklik olmuştur. O zamana kadar Türkiye’nin bu sözde soykırımı tanımasından bahsedilmezken Başkan Chirac dahil Fransız siyaset adamları Türkiye’nin “Ermenilerle ilgili hafıza çalışması” yapmasından söz etmeye başlamışlardır. Ermeni “soykırımı” konusu Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından, ayrıca Türkiye ile yapılacak müzakereleri düzenleyen AB belgelerinde de bu konu bulunmadığından müzakereler sırasında bu konun AB’nin tutumu olarak ortaya atılması beklenmemektedir. Buna karşın Fransa’nın tek taraflı olarak Türkiye’den “soykırımı” tanımasını istemesi mümkündür. Türkiye bunu reddederse Fransa’ya Türkiye’nin adaylığını veto etmekten gibi, büyük sorumluluk gerektiren bir yola başvurmak zorunda kalabilir. 

Bu vesileyle Fransız Hükümetinin. Avrupa Anayasası için yapılacak referandumu tehlikeye atmamak için, 2007’den sonra Avrupa Birliğini girecek ülkelerin adaylığını referanduma sunulması için Fransız Anayasasında değişiklik yaptığını, diğer bir deyimle ileride Türkiye’nin tam üye olması konusunda Fransız halkına veto kullanmak hakkı tanıdığını, ancak , 29 Mayıs 2005 tarihinde yapılan referandumun %55 “hayır” oyları ile reddedildiğini, Fransızlara “hayır” dedirten nedenler arasında beşinci sırada , oyların %14’üyle Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi yer almadığını, diğer bir deyimle Türkiye karşıtlığının referandum sonuçlarını nispeten az etkilediğini de belirtelim. 

İsviçre (2003) 

İsviçre Parlamentosu 16 Aralık 2003 tarihinde aldığı bir kararla sözde Ermeni soykırımını tanımıştır [33].

İsviçre’de, sayıları ile orantılı olmayan bir ölçüde nüfuz sahibi bulunan Ermeni azınlığının devamlı uğraşıları ve bölücü Kürt unsurları ile onları destekleyen bazı siyasetçilerin katkılarıyla bir süreden beri Parlamento’nun Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmesine çalışılıyordu. Buna karşın İsviçre Hükümetleri, Türkiye ile ikili ilişkileri göz önünde bulundurarak, böyle bir karara karşı çıkıyordu. 1995 ve 2000 ve 2001 yıllarında yapılan girişimler sonuçsuz kalmış, 13 Mart 2001 tarihinde yapılan bir oylamada bu konudaki bir karar tasarısı ancak üç oy farkla reddedilmişti. 20 Mart 2002 tarihinde 201 sandalyeli Parlamento’nun 115 üyesi tarafından, sözde soykırımın tanınmasını ve bunun Türkiye’ye bildirilmesini öngören bir önerge, Hükümetin aleyhte görüş bildirmesi üzerine oylamaya konmamıştı[34]. Ancak Parlamento’nun yaklaşık yarısının taraftar olması nedeniyle böyle bir kararın er geç kabul edileceği anlaşılıyordu.

Bu arada Cenevre Kantonu 10 Aralık 2001 tarihinde Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmişti. Vaux Kantonu da 23 Eylül 2003’de benzer bir karar almıştı. Bu karar bazı Ermeni basınında, Ermenistan’ı haritadan silen antlaşma bu şehirde imzalandığı için (Lozan şehri bu Kantondadır) kararın sembolik bir yönü olduğu şeklinde[35] yorumlanmıştı. 

İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey 6 Ekim’de Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapacak ve İsviçre basın haberlerine göre Ankara ve İstanbul’dan başka “Kürt Bölgelerine” de gidecekti. Ancak Ankara, Vaux Kantonunun aldığı kararı gerekçe göstererek bu ziyareti iptal etti.

İsviçre Parlamentosu’nun kabul ettiği karar “İsviçre Milli Konseyi (parlamentosu) 1915 Ermeni soykırımını tanır. Federal Konseyden (hükümetten) bu tanımayı not etmesini ve mutat diplomatik yollarla iletmesini ister” şeklindedir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı İsviçre Parlamentosu’nun aldığı karar hakkında bir açıklama yaparak bu kararın şiddetle kınandığını ve reddedildiğini, olayların çarpıtılarak tek tarafa bir soykırım olarak takdiminin kabul edilemeyeceğini, kamuoyunun yanıltılmaya teşebbüs edilmesinin hayretle karşılandığını, İsviçre Parlamentosu’nun, iç siyasal mülahazalarla, Türkiye-İsviçre ilişkileri ile ülkesindeki Türklerin duygu ve düşüncelerini göz ardı ederek aldığı bu kararın yol açacağı olumsuz sonuçları bakımından sorumluluk yüklenmiş bulunduğunu bildirmiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi de, 22 Aralık 2003 tarihinde, AKP ve CHP grupları tarafından ortaklaşa kabul edilen ve İsviçre Parlamentosu’nun kararını kınayan bir bildiriyi oybirliği ile kabul etmiştir. Bu bildiride şu hususlar yer almıştır: 

“Parlamentolar, uygarlıklar arasında çatışma isteyen çevrelerin emellerine hizmet eder durumlara düşmekten kaçınmalıdır. Uluslararası terörizme karşı dayanışma ve işbirliği içinde olunması gereken hassas dönemde, alınan yanlış kararlar çok sayıda masum insanın hayatına kıymış, İsviçre dahil birçok ülke çıkarlarını hedef almış olan ırkçı Ermeni terörünün ödüllendirilmesi olarak değerlendiriyoruz. Ulusal Meclis, Türk Milleti'ni derinden yaralayan kararıyla son yıllarda birçok alanda olumlu ilerlemeler kaydeden Türkiye-İsviçre ilişkilerinde meydana gelebilecek olumsuz gelişmelerin sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Meclis, İsviçre Ulusal Meclisi'nin tarihi gerçekleri kasıtlı biçimde çarpıtan, hatalı ve tek yanlı kararını kınamakta ve kabul edilemez olarak değerlendirmektedir”[36]. 

İsviçre Parlamentosu’nun ülkesinde 20 bini kendi vatandaşı olan toplam 100 bin Türkü ihmal ederek 5 bin Ermeni’yi tatmin etmeye çalışmasını ilk bakışta anlamak güçtür. İsviçre Parlamentosu’nun hangi cemaatin daha kalabalık olduğunu değil, hangisinin daha etkili olduğunu dikkate alarak hareket ettiği anlaşılmaktadır. 

Türkiye-İsviçre ilişkileri iki yıl kadar bir durgunluk yaşamıştır. İsviçre’den gelen ısrarlı talepler üzerine Bayan Calmy-Rey’in Mart ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi kabul edilmiştir. 

Bu ziyaretin kısa süre sonra Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ile Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in değişik tarihlerde İsviçre’de Ermenilerin soykırıma uğramadıkları yolunda İsviçre’de yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle haklarında adli soruşturma başlatmaları yeni bir krize neden olmuştur. Bu olayın siyasi alanda da etkisi görülmüş, dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 22-24 Haziran günlerinde yapılacak Türkiye-İsviçre İş Konseyi toplantısının iptal edilmesini istemiş ve ayrıca İsviçre Ekonomi Bakanı Joseph Deiss’in Eylül ayında Türkiye’ye yapacağı ziyaret de iptal edilmiştir. 

Halaçoğlu ve Perinçek bir konuda düşüncelerini açıkladıkları için haklarında soruşturma açılmış olması İsviçre’de ne ölçüde ifade özgürlüğü bulunduğu tartışılmalarını başlatmış ve böylelikle demokrasinin beşliği olmakla övünen bir ülke için hazin bir durum ortaya çıkmıştır. 

Slovakya (2004)

Slovakya Parlamentosu 30 Kasım 2004 tarihinde sözde Ermeni soykırımı konusunda şu kararı almıştır: “ Slovakya Parlamentosu, 1915 yılında, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yüz binlerce Ermeninin öldürüldüğü Ermeni soykırımını tanır ve bu olayı insanlığa karşı suç olarak kabul eder” [37]. 

Slovak Parlamentosu’nun bu kararı, hiç beklenmediği için, bir sürpriz etkisi yapmış ve nedenleri de hemen anlaşılamamıştır. Zira Slovakya’da kayda değer Ermeni yoktur ve bu ülkenin Ermenistan ile de yakın ilişkisi mevcut değildir. Sonraları Slovakya’nın tarihin bazı olayları hatırlandığında bu kararın nedeni ortaya çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çek ve Slovakların aynı devlet içinde birleştirilmiş, daha kalabalık ve daha zengin olan Çekler bu devlet içinde etkili bir konum kazanınca Slovakya’da aşırı sağcı ve ırkçı akımlar belirmişti. Naziler 15 Mart 1939 tarihinde Çekoslovakya’yı işgal edince Çeklerin oturduğu bölge Bohemya Protektorası adı altında Almanya’ya bağlanırken aynı gün sözde bağımsız bir Slovak Devleti kurulmuştu. Bu devlet Nazi Almanyası ile aynı politikaları izlemiş ve bu çerçevede ülkedeki seksen bini aşkın Yahudi’nin tüm hakları elinden alınmış, daha sonra da, Yahudilerin büyük kısmı, sınırının hemen ötesinde bulunan Auswichz toplama kampına gönderilerek ortadan kaldırılmıştı. Slovakya 1944 sonuna doğru Sovyet orduları tarafından işgal edilmiş ve bu bölge Çeklerle birleştirilerek Çekoslovakya yeniden kurulmuştur. Sovyetler yeni müttefikleri olan Polonya ve Çekoslovakya’dan asıllardan beri bu ülkelerde yaşayan Almanları çıkarmalarını istemişlerdir. Böylece milyonlarca Alman, gayet güç koşullarda Almanya’ya sürülmüştür. Slovaklar da Karpat dağları bölgesinde yaşayan Almanların sürülmesini sağlamışlardır.

Sovyetlerin dağılması aşamasında Slovaklar, Almanya’nın desteğiyle, tekrar bağımsız bir devlet olmuşlardır. Ancak gerek Yahudilere gerek Karpat Almanlarına yaptıkları muamelenin Avrupa’da saygın bir ülke olarak kabul edilmelerini engelleyeceğinin bilinci içinde Slovakya Parlamentosu, 1990 yılı Aralık ayında Yahudilerden, iki ay kadar sonra da Karpat Almanlarından özür dileyen iki karar kabul etmiştir [38]. 

Slovakya’nın bundan sonra da insan haklarına duyarlı bir şekilde davranmaya veya öyle görünmeye özen göstermiştir. Bu çerçevede Slovak Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir karar alması, AB kapısında bekleyen Türkiye’nin fazla bir tepki gösteremeyeceği inancının da yardımıyla, fazla zor olmamıştır. Diğer yandan, Alman Hıristiyan Demokratlarının bazı Slovak partilerine bu yönde telkinde bulunmuş olmaları da olasıdır. 

Hollanda (2004)

Hollanda Parlamentosu 21 Aralık 2004 tarihinde aldığı bir kararla hükümetten “Türkiye ile görüşmelerde Ermeni soykırımı konusunu devamlı olarak ve açıklıkla ele alınmasını” istemiştir [39]. O tarihte AB dönem başkanı olan Hollanda, iki gün önce, Avrupa Zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararının alınmasında önemli bir rol oynamıştı. Hollanda’ya teşekkür etmek için de bu ülkenin Büyükelçiliğinin bulunduğu caddeye “Hollanda Caddesi” adı verilmesi kararlaştırılmıştı. O itibarla Parlamento’nun beklenmeyen bu kararı Türkiye’de şaşkınlık yaratmıştır. 

Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının nedenleri pek açık değildir. Hollanda’da, fakat gayet aktif ve geniş mali imkanlara sahip bir Ermeni azınlığı bulunmaktadır. Ancak sayıları az olduğundan Hollanda Ermenilerinin Parlamentodan karar çıkartacak bir gücü yoktur ve Hollanda Parlamento’nun tüm üyelerinin de mali yönden etki altına alınması mümkün değildir. Hollandalı milletvekillerinin, Ermeni propagandası nedeniyle, gerçekten Ermenilerin soykırıma uğradığına inandıkları için bu şekilde hareket ettikleri düşünülebilir. Ancak bu durumda neden komşuları Belçika’nın Kongo’da yaptıkları veya Fransızların Cezayir’deki katliamları ile ilgilenmedikleri, neden kendi sömürgecilik geçmişine bu açıdan bakmadıkları buna karşın neredeyse bir asır önce, Hollanda’dan uzak bir ülkede, güvenlik nedenleriyle yapılmış bir göç ettirme olayını, hiçbir araştırma yapmadan, soykırım olarak nitelendirmek için ısrar ettiklerini açıklamak mümkün olamamaktadır. O nedenle Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının temelinde başka sebepler aranması gerekecektir.

Orta ve Kuzey Avrupa’nın insanları, Güney Avrupalıların aksine, genelde yabancılara ve o onların kendilerine benzemeyen örf ve adetlere karşı duyarsız ve müsamahasızdır. Hollandalılar gibi sömürgeci geçmişleri olanlar ise genelde kendilerini “Şarklılardan” üstün görmektedir. Ne var ki, büyük sermaye birikimine karşın yeter nüfusları olmaması Hollandalıları, Avrupa’nın diğer ekonomik yönden gelişmiş ülkeleri gibi, hemen tümü “şarklı” yabancı işçilere muhtaç bırakmış bu da söz konusu işçiler ve ailelerinin Hollanda’ya entegrasyonu sorunu doğurmuştur. Halen bu sorunun çözümlendiğini söylemek mümkün değildir ve Hollandalılar ülkelerindeki yabancı işçilerden ve onların ailelerinden rahatsızdır. Oysa asgari on yıl sonra olsa da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması olasıdır; bu da Avrupa Birliği’nde Türklerin sayısını arttıracaktır. Tutucu Hollandalılar böyle bir durumu önlemeye çalışmaktadırlar. Ancak Türkiye olmadan AB’nin Orta-Doğu ve Kafkaslar politikalarını başarı ile yürütmesi mümkün olmadığı da bir gerçektir. Buna göre Hollandalılar bir yandan Türkleri ülkelerinde istemezken diğer yandan Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu çelişkili durum Hollandalıları çelişkili davranmaya götürmüştür. Hollanda hükümeti Türkiye ile müzakerelerin başlaması için çaba sarf ederken, Hollanda milletvekillerinin çoğunluğu müzakereleri zorlaştıracak tertipler peşinde olmuşlardır. Ermeni “soykırımı”nın Türkiye tarafından tanınması da bu çerçevede bir çare olarak görülmüştür.

Polonya (2005) 

Polonya Parlamentosu 19 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle şu kararı almıştır: “Polonya Cumhuriyeti Parlamentosu Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Ermeni halkına karşı yapılmış olan soykırımın kurbanlarını saygıyla anar. Bu cürümün hatırlanması ve kınanması tüm insanlığın, tüm ülkelerin ve iyi niyetli kişilerin görevidir” [40]. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de gerek kamuoyunda gerek Hükümette büyük tepki ile karşılanmıştır. Türkiye’deki bu tepkilerin nedenini kamuoyunda Polonya hakkında mevcut olumlu imajdır. Bu imajın temelinde tarih boyunca iki ülkenin ortak bir düşmanı (Rusya) olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya’nın Rusya ve Prusya arasında taksim edilmesini kabul etmemesi bulunmaktadır. Bu kadar olumlu duygular beslenen bir ülkenin parlamentosu Türkiye’nin çok duyarlı olduğu bir konuda, Ermeni görüşlerini aynen benimseyen bir kararı oy birliğiyle alması Türk kamuoyu tarafından bir tür ihanet olarak algılanmıştır. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de büyük tepki ile karşılanmış ve Dışişleri Bakanlığı ertesi gün (20 Nisan) şu açıklamayı yapmıştır: 

“Polonya Meclisi 19 Nisan 2005 tarihinde, 1915 yılındaki olayları soykırım olarak tanımlamayı da içeren bir karar kabul etmiştir. Bu kararı kınıyor ve reddediyoruz.

Birinci Dünya Savaşı koşullarında cereyan eden ve Türklerle Ermenilerin büyük acılar çekmesine yol açan olayların çarpıtılarak, tek taraflı bir yaklaşımla soykırım olarak nitelendirilmesi sorumsuz bir davranıştır. 

Türkiye, ulusal parlamentoların tarihin tartışmalı dönemleri hakkında hüküm verilecek yerler olmadığını ve parlamentoların halklar arasında kin ve nefret duygularını besleyen girişimlerden kaçınmaları gerektiğini savunmuştur. 

Tarihi olaylar hakkında en sağlıklı kararın tarihçiler tarafından verilebileceğine olan inançla Türkiye, Ermenistan’a, Türk ve Ermeni tarihçilerden bir grup oluşturarak, 1915 yılındaki gelişme ve olayları, sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili diğer bütün ülkelerin arşivlerinde araştırarak, vardıkları sonuçları uluslararası kamuoyuna açıklamalarını önermiştir”

Polonya Meclisi’nin tarihi önerimizi kabul etmesi için Ermenistan Hükümeti’ne tavsiyede bulunmak yerine, 1915 olayları hakkında tahrif edilmiş bilgilere dayalı bir karar alması Türk halkını derinden üzmüştür. Polonya Meclisi’nin bu davranışı, Türk ve Polonya halkları arasında sekiz yüzyıla yakın bir süredir gelişen dostluk duyguları ile de bağdaşmamaktadır. “

Polonya Meclisi’nin bu kararı almasının çeşitli nedenleri vardır.

Önce Türkiye’dekinin aksine Polonya’ya Türkiye’ye karşı özel bir sempati beslenmediğini belirtelim. Osmanlı-Rus savaşları ve Polonya’nın taksimi gibi olaylar çok eskidir, bunlar nedeniyle vaktiyle Polonya’da Türkiye’ye için bir sempati var idiyse bunun Sovyetler Birliği döneminde silinmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de Sovyetlerin Polonya’da, NATO’nun sadık üyesi Türkiye hakkında, hem de Çarlık Rusyasının ortak düşman olmasından kaynaklanan sempati tezahürlerine izin vermemiş olduğu muhakkaktır.

Polonya’da büyük sayılabilecek bir Ermeni azınlığı olmaması ve bu ülkenin Ermenistan ile de özel denebilecek ilişkilerde bulunmaması söz konusu kararın başka nedenlerle alındığını düşündürmektedir. AB’ne yeni katılan tüm eski Komünist ülkelerde olduğu gibi, Polonya’da da, herhalde kendi eksikliklerini telafi etmek için, insan haklarının savunulmasında aşırı bir çaba gözlemlenmektedir. Diğer yandan Polonya’nın eski düşmanı yeni dostu ve hamisi Almanya’dan gelen bazı telkinlerin de söz konusu kararın alınmasını etkilemiş olması olasıdır. Polonya Parlamentosu’nun Türkiye’den gelen uyarılara rağmen bu kararı almasının başlıca iki nedeni vardır: Birincisi tüm AB üyesi ülkeler gibi Polonya’nın da Türkiye’nin AB’ye katılım süreci içinde bir çok kez veto kullanmak hakkına sahip olmasıdır. Bu durumun Türkiye’yi AB üyeleri ile iyi ilişkiler içinde olmaya zorlayacağı ve mesela bu çerçevede Polonya Parlamentosu’nun aldığı karara fazla tepki gösteremeyeceği düşünülmüş olsa gerektir. İkincisi ise Türkiye’nin itiraz ettikten sonra kısa zamanda olayları unuttuğuna inanılmasıdır. Nitekim Polonya Parlamentosu Başkanı Wlodzimierz Cimoszewicz iki ülke arasındaki bu sorunun birkaç gün içinde ortadan kalkacağını söylemiştir[41]. 

Almanya (2005)

Alman Parlamentosu 16 Haziran 2005 tarihinde “1915 Ermeni Sürgün ve Katlinin Hatırlanması ve Anılması: Almanya Türkler ve Ermenilerin Barışmasına Katkıda bulunmalıdır” başlığını taşıyan bir karar kabul etmiştir. Bu karar, bu konuda şimdiye kadar kabul edilen kararların en uzunudur. Türkiye için Almanya ile olan ilişkilerin önemi ve Almanya’da üç milyon kadar Türkün varlığı dikkate alınarak bu karar aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. 

XIX. asrın son yarısında Almanya’da ırkçılık akımları oluşmuş ve bu akımlar, I. Dünya Savaşı’nı kaybetmenin getirdiği düş kırıklığının da yardımıyla, Nazi rejiminin doğmasına neden olmuştu. Nazi rejiminin ırkçılığın doruğuna çıkarak altı milyon kişiyi sırf Yahudi oldukları için öldürdüğü bilinmektedir. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğraması, parçalanması, yıllarca galip güçlerin işgali altında kalması bu hazin olaylara neden olan ırkçılığı tamamen ortadan kaldırmasa da çok geriletmiştir. 

Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa ülkeleri için tehlike oluşturması karşısında Almanya’nın yardımına ihtiyaç duyulmuş ve bu ülkenin geçmişi bir yana bir yana bırakılarak Almanya Avrupa’nın hür ülkeleri arasına alınmıştır. Almanya kısa zamanda kalkınmaya başlamış, ancak sermaye olmasına karşın savaş nedeniyle yeterli sayıda iş gücü bulunmaması bir sorun teşkil etmiş, el emeği açığı diğer ülkelerden getirilen “misafir” işçilerle kapatılmış ve Almanya kısa sayılabilecek bir zaman içinde Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip olmuştur. 

Büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu “misafir” işçilerin başka gelenek ve kültürden gelmesi, ırkçı temelleri nedeniyle genelde hoşgörüye sahip olmayan Almanlar için bir sorun yaratmış, bu durumun çözümü için yabancı işçilerin Almanya’da erimesi anlamına gelen “entegrasyon” fikri ortaya atılmış, ancak bundan beklenen sonuç alınamamış, az sayıda yabancı işçi asimile olmuş ve büyük çoğunluk, aradan üç kuşak geçmesine rağmen milli benlikleri ile örf ve adetlerini korumuştur. Almanya’nın birleşmesinden sonra, demokrasi ve insan hakları değerlerini özümsememiş Doğu Almanyalıların Alman toplumuna katılması ırkçı davranışları ve yabancı düşmanlığını arttırmıştır. 

Alman Hıristiyan Demokrat Birliği ile Hıristiyan Sosyal Birliği partilerinden oluşan ve kısaca Hıristiyan Demokratlar olarak adlandırılan siyasi oluşum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Almanya’nın kurulmasında başlıca rolü oynamıştır. Hıristiyan Demokratlar savaş sonrasında Türkiye ile Almanya arasında her alanda yakın ve dostane ilişkiler kurulmasının da mimarıdır. Hıristiyan Demokrat hükümetler Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapmış ve Alman ekonomisinin ihtiyacı olan yabancı işçilerin büyük kısmının Türkiye’den getirilmesi kararını da Hıristiyan Demokrat hükümetler almıştır. 

Bu olumlu tablo Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın birleşmesinden, diğer bir deyimle Avrupa’nın stratejik alanda Türkiye’ye olan ihtiyacının azalmasından ve ekonomik durgunluk nedeniyle Almanya’da işsizliğin başlamasından sonra, değişmiştir. Hıristiyan Demokratlar, Türk işçilerinin Almanya’ya entegrasyon sorunlarını gündeme getirmeye başlamışlar, ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğim üyeliğine kabul edilmemesine karşı çıkmışlardır. Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinin azalması da sakıncalı gördüklerinden Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” tanınması fikrini ortaya atmışlar bu fikir gerçekleşmeyince başka bir formül arayışına girmişler ve Türkiye’yi Ermenilerin kıyımı ile suçlamanın gelecek parlamento seçimlerinde Sosyal Demokratlara oy kaybettirebileceği düşüncesiyle bu konuyu işlemeye başlamışlardır.

Bu arada Almanya’da genelde sağ kesime mensup kişilerin Yahudi soykırımı suçlamalarından çok rahatsız olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ne var ki bu suçlamaları reddetmek mümkün değildir. Buna karşın soykırım suçu Almanlardan önce başkaları tarafından da işlenmişse bu, Almanların suçunun azalması şeklinde algılanmaktadır. Bu nedenle Almanya’da sağ kesimde başkalarını soykırım yapmakla suçlamak eğilimi vardır. Hıristiyan Demokratlar Türkiye’yi suçlarken bu kesimden de destek alacaklarını düşünmüşlerdir. 

Hıristiyan Demokratlar bu hususları dikkate alarak 23 Şubat 2004 tarihinde Alman Parlamentosuna Ermeni sorunu hakkında bir karar tasarısı sunmuşlardır. Bu tasarı Alman Hükümetinin Ortağı Yeşillerce desteklenmiş ancak Sosyal Demokratlar karşı çıkmıştır. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde yapılan seçimleri Sosyal Demokratların kaybetmesi sonuncunda Parlamento seçimlerinin yenilenmesi kararı alınınca Sosyal Demokratlar, kendilerine genel seçimlerde oy kaybettireceği düşüncesiyle Hıristiyan Demokratların tasarısına karşı çıkmaktan vazgeçmişlerdir. 

Söz konusu tasarı, bazı önemsiz değişikliklerden sonra, Alman Parlamentosunda 16 Haziran 2005 tarihinde oylama yapılmadan, diğer bir deyimle oybirliğiyle, kabul edilmiştir.

Alman Parlamentosu’nun bu kararında soykırım sözcüğü yoktur. Buna karşın, “Ermenilerin neredeyse tamamen imha edilmeleri”, “Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri” gibi deyimler soykırım kavramını ile aynı anlamı taşımaktadır. Kararda soykırım sözcüğünü kullanılmamasının nedeninin Almanya’da yaşayan Türklerin sert tepki göstermesinden duyulan endişe olduğu yorumu yapılmaktadır.

Karar, tarihin dürüst bir şekilde ele alınmasının gerekli olduğuna ve bunun barışmanın en önemli temelini teşkil ettiğine inanıldığını, bu hususun özellikle Avrupa hatırlama kültürü çerçevesinde geçerli olduğunu ve ulusal tarihin karanlık sayfalarıyla açık bir şekilde yüzlenilmesinin de buna dahil bulunduğunu ifade etmektedir. Almanya, Avrupa kıtasında çeyrek asırlık bir dönemde (1914-1839) iki büyük savaş çıkartmış, milyonlarca sivil ve askerin ölmesine neden olmuş ve ayrıca Yahudilere soykırım uygulamıştır. Sonunda uğradığı yenilgi o kadar büyük olmuştur ki, tekrar bağımsız bir devlet olarak kabul edilebilmesi için, topraklarının büyük kısmından vazgeçmesi, yıllarca yabancı kuvvetlerin işgali altında kalması ve her şeyden önce işlediği tüm suçları kabul etmesi ve tazminat ödemesi gerekmiştir. 

Ancak Almanya’nın bu özel durumunun diğer ülkeler için örnek teşkil etmediği görülmektedir. Özellikle savaşta yenilmemiş ülkelerin sömürgeci geçmişlerini veya tarihlerinin karanlık sayfalarını tanımak gibi bir eğilimleri bulunmamaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları katliam ve mezalimi tanımayı reddetmeleri oluşturmaktadır. 

Kararda Alman Parlamentosu’nun Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen olaylar hakkında kapsamlı bir tartışma sürdürülmesinin hala mümkün olamamasından ve Türk tarihinin bu bölümünü ele alan bilim adamları ve yazarların cezai takibata maruz kalmalarından üzüntü duyduğu bildirilmektedir. Bu kararı kaleme alanların Türkiye’deki durumdan hiç haberdar olmadıkları görülmektedir. Son birkaç yıldır Türkiye’de 1915 tehcirinin soykırım olup olmadığı hakkında yoğun bir tartışma sürmektedir. Soykırım taraftarlarından hiç biri takibata uğramamıştır. Yves Ternon ve Vahank Dadrian gibi soykırım iddiasının şampiyonu yazarların eserleri başta olmak üzere, Ermeni görüşlerini yansıtan pek çok kitap Türkiye’de yayınlanmıştır. Ayrıca Almanya’da pek revaçta olan Franz Werfel’in “Musa Dağında Kırk Gün “adlı romanı da yayınlanmıştır. 

Karar bu gibi haksız ve yanlış ifadelerden sonra, herhalde bir denge kurmak amacıyla, Türkiye’de Avrupa hatırlama kültürü anlamında Ermeni sorunuyla giderek daha fazla ilgilendiği yönünde ilk olumlu işaretlerin de ortaya çıkmaya başladığının görüldüğünü bildirmekte ve örnekler vermektedir. 

Birinci örnek olarak TBMM’in, “Ermenilere karşı gerçekleştirilen suçlar” ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkında görüşmeler yapmak üzere Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını davet etmesi gösterilmektedir. Bununla TBMM’nin AB uyum ve Dışişleri Komisyonunun 4 Nisan 2005 tarihinde yapmış olduğu ve Türk ve Ermeni asıllı bazı yazarların çağrıldığı toplantı kastedilmektedir. Ancak bu toplantı, Ermeni sorunu hakkında bir görüş alış verişi şeklinde olmuş “Ermenilere karşı işlenen suçları” gibi bir konu görüşülmemiştir. 

İkinci örnek, Viyana’da Türk-Ermeni kadınlar diyalogu gibi kamuoyunda iz bırakmamış bir olay gösterilmiştir. 

Üçüncü örnek Türk ve Ermeni tarihçileri arasında gerçekleştirilen ilk temaslar sonucu belge alış-verişi yapılmış olmasıdır. Bununla Türk ve Ermeni tarihçiler arasında Viyana’da yapılan bazı temaslar kastedilmektedir. Ancak kararda , Ermenilerin çekilmesi sonucunda bu girişimin sona erdiğinden bahsedilmemektedir.

Dördüncü örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Patriği Mesrob ile birlikte Türkiye’deki ilk Ermeni müzesini İstanbul’da açmış olması gösterilmektedir. Başbakanın bu jesti tamamen Türkiye Ermenilerine yöneliktir. Türkiye Ermenileri de, kendilerin bir çok kez de ifade ettiği gibi, Ermeni sorunun bir parçası değildir. 

Son örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın bir Türk-Ermeni tarihçiler komisyonu kurulmasını önermesi gösterilmiş ancak bunun da hür ve kamuoyuna açık bilimsel tartışmalar temelinde gerçekleştirildiği takdirde başarıya ulaşabileceği belirtilmiştir. 

Kararda Almanya’da Türkiye’den gelen çok sayıda Müslüman’ın yaşıyor olması nedeniyle tarihi anımsamanın ve bu suretle barışmaya da katkıda bulunmanın önemli bir görev olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, dolaylı bir şekilde, Almanya’da çalışan Türklerin Ermenilerin soykırıma uğramış olduğunu kabul etmelerinin onlar için bir görev olduğunu anlamına gelmektedir. Almanya’daki Türklerin böyle bir görevi yoktur. Almanya’da git gide artmakta olan yabancı düşmanlığının etkisiyle Almanya’daki Türklere Ermeni sorunun bahane ederek baskı yapmaya çalışıldığı görülmektedir.

Kararda Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıdığı bu bağlamda acilen AGİT ilkeleri temelinde her iki tarafta güven artırıcı önlemler gerektiği, örneğin Türkiye’nin sınırları açmasının Ermenistan’ın tecridine son verebileceği ve diplomatik ilişkilerin başlatılmasını teşvik edebileceği kayıtlıdır. Ayrıca Almanya’nın AB komşuluk inisiyatifi çerçevesinde özel bir yükümlülük altında bulunduğu, hedefin, Ermenistan ile Türkiye arasındaki durumun normalleşmesi ve iyileşmesine yardımcı olma ve böylece Kafkasya bölgesinde istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü üzere kararda Güney Kafkasya’da istikrarın neden bozulduğu hususuna hiç değinilmeden bu istikrarın sağlanması için Türkiye’nin sınırlarını açması ve Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması istenmektedir. Oysa Kafkasya’da istikrarı bozan ülke, Karadağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgal eden, Türkiye’nin sınırlarını resmen tanımayan ve siyasi çıkar sağlamak amacıyla Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileri süren Ermenistan’dır. Ermenistan’ın bu hareketlerinden hiç bahsedilmemesi Alman Parlamentosu’nun bu kararının inanırlığını ortadan kaldırmaktadır. 

Kararda Federal Eyaletlerin, eğitim yoluyla, Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri konusunun Almanya’da da ele alınmasına katkıda bulunmaları gerektiği kayıtlıdır. Bu ifade Ermenilerin soykırım iddialarının Almanya’da okullarda okutulması anlamına gelmektedir. Böylece Alman öğrencilerde bir Türk düşmanlığı belirecek Türk asıllı öğrenciler ise suçluluk duygusuna kapılacaklardır. Bu duygunun Türk asıllı öğrencilerden bazılarının zamanla milli benliklerini terk etmesi sonucunu vereceği düşünülmüş olsa gerektir.

Alman Parlamentosu kararında Federal Hükümetten bazı taleplerde bulunulmaktadır. Bu talepleri, bazıları hakkında açıklamalar yaparak, aşağıda özetle veriyoruz. 

* Türkler ve Ermeniler arasında barışma ve tarihi suçun affedilmesi/özür dilenmesi suretiyle anlaşmaya varılmasının sağlanması için yardımcı olması.

(Türkler Ermenilere karşı bir suç işlenmiş olduğunu kabul etmediklerinden özür dilemeleri de söz konusu değildir. Diğer yandan Ermeni sorunu psikolojik olmaktan ziyade bazı çıkar hesaplarına dayanan siyasi bir sorundur. Bir tarafın özür dilemesi diğer tarafın af etmesiyle çözümlenemez. ) 

* Türkiye Parlamentosu, Hükümeti ve toplumunun Ermeni halkına karşı tarihte ve günümüzde oynadıkları rolü kayıtsız şartsız sorgulanması için girişimde bulunulması ( Bu ifadeler Türkiye’nin Parlamentosu, Hükümeti ve toplumuyla sözde Ermeni soykırımını tanıması gerektiğinin dolayı bir ifadesidir )

* Türk ve Ermeni bilim adamlarının yanı sıra uluslararası uzmanların da katılacağı bir tarihçiler komisyonu oluşturulması için girişimde bulunulması (Alman Parlamentosu böylelikle Başbakan Erdoğan’ın tarihçiler komisyonu önerisini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu komisyona uluslararası uzmanları da katılması gerektiğini öne sürmektedir. Böylece Türler ve Ermeniler kendi sorunlarını kendileri çözmeleri yerine bu sorunlar uluslararası hale getirmek istenmektedir. )

* Konu hakkında sadece Osmanlı İmparatorluğu belgelerinin değil, aynı zamanda Almanya’nın Türkiye’ye de iletmiş olduğu Federal Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerinin de kamuoyuna açılması için girişimde bulunulması (Alman Arşivleri açık olduğuna göre buradaki belgelerin kamuoyuna açılması sözleri anlamsızdır. Ayrıca bu ifadeler Türkiye’de sadece Osmanlı belgelerinin yayınlanmış olduğu kanısını vermektedir. Oysa Türkiye’de Osmanlı belgeleri yanında İngiliz ve Fransız belgeleri de yayınlanmıştır. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Rus belgelerinin yayınlanmasını planlamıştır. Bu arada ilgili Alman belgeleri de yayınlanabilir. Ancak bunlar daha önce incelenmiş olduğundan Alman belgelerinin konunun incelenmesine büyük katkı yapması beklenemez. )

* İstanbul’da yapılması planlanan fakat devlet baskısı nedeniyle ertelenen konferansın gerçekleştirilmesi için girişimde bulunulması ( Ermeni taraftarı bazı Türk bilim adamları ve yazarlarının Boğaziçi Üniversitesinde 2205 yılı Mayıs ayı sonunda düzenlemek istedikleri konferanstan bahsedilmektedir. Bu konferansın yapılması için Alman Hükümetinin neden çaba göstermesi gerektiği anlaşılamamaktadır. Diğer yandan konferansın devlet baskısıyla ertelendiği doğru olmayıp dört ay sonra Türk Hükümetinin yardımıyla yapılabildiği bir gerçektir.)

* Özellikle Ermenilerin kaderi konusunda olmak üzere Türkiye'de düşünce özgürlüğünün teminat altına alınması için girişimde bulunulması (Bu ifadeler, Kararı kaleme alanların Türkiye’deki koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir. Türkiye’de ifade özgürlüğü mevcuttur. Nitekim halen bir çok kişi 1915 Ermeni tehcirinin soykırım olduğunu söylemekte ve yazmaktadır.) 

* Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yardımcı olması.

(Alman Parlamentosu’nun yukarıda saydığımız kararı Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Diğer bir deyimle bu karar tarafsız ve adil değildir. Alman hükümeti, ilke olarak, bu kararda ifade edilen görüşleri dikkate almak mecburiyetindedir. O nedenle Alman Hükümetinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleşmesine olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.) 

Özetlemek gerekirse Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen bu karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek kaleme alanların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

Bu vesileyle Alman Parlamentosu’nun bu kararının Türkiye bakımdan hukuki bir sonuç doğurmayacağını belirtelim. Zira, milli egemenlik ilkesi gereği, bir devlet sadece kendi taahhütlerini yerine getirmekle mükelleftir. Başka ülkelerde alınan tek taraflı kararların hukuki yönden bir değeri yoktur. Buna karşın bu kararın, Ermeni diasporasını ve Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutumlarının daha da sertleştirmek gibi olumsuz bazı siyasi sonuçları olabileceğini ve Alman hükümeti bu karar gereğince girişimde bulunmaya kalktığı taktirde iki ülke ilişkilerinde sıkıntılar, hatta bunalımlar yaşanacağını belirtelim. 

Dışişleri Bakanlığı tarafından 16 Haziran’da yayınlanan bir açıklamada Alman Parlamentosu’nun bu kararı kınamış, kararın Almanya iç politikası hesaplarından kaynaklandığı, hiçbir dayanağı olmayan iddialar ve Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek öneriler içerdiği ve bu kararın iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz etki yapacağının zamanında Alman muhataplara bildirildiği belirtilmiştir. Dışişleri açıklamasının tam metni aşağıdadır:

“Federal Almanya Parlamentosu bugün (16 Haziran), Parlamento’da temsil edilen partilerin ortak sunucu olduğu ve 1915 yılında yaşanan olaylarla ilgili olarak Ermeni iddialarına ilişkin bir kararı kabul etmiştir. Bu kararı esefle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.

Yaklaşık üç aydır Almanya Parlamentosu’nun gündeminde bulunan bu karar ile ilgili olarak görüşlerimiz her düzeyde Alman muhataplarımıza iletilmiş, kararın tek yanlı içeriğine, metindeki vahim maddi yanlışlıklara ve bilgi eksikliklerine işaret edilmiş ve böyle bir kararın, özellikle Almanya gibi her zaman dost ve müttefik olarak görülen bir ülke tarafından kabulünün Türk halkını derinden yaralayacağına ve ikili ilişkilerimiz üzerinde yapacağı menfi etkilere dikkat çekilmiştir.

Ancak gelinen aşamada, tüm bu uyarılarımızın Federal Alman Parlamentosu tarafından dikkate alınmadığı üzüntüyle gözlenmektedir.

Bu girişimin Alman iç politika hesaplarından kaynaklandığı açıktır. Böyle hassas bir konunun iç politikanın küçük hesaplarına alet edilmesi sorumsuzluk ve dar görüşlülüğün bir kanıtıdır.

Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek hazırlayıcıların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle barışıktır. Tarihi olayların parlamentolarca değil, ancak tarihçiler ve uzmanlar tarafından değerlendirilebileceği düşüncesinden hareketle arşivlerini Alman ve Ermeniler dahil tüm araştırmacılara açmış, Ermenistan’a, Osmanlı dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini ortak bir komisyonda incelenmesi önerisini resmen iletmiştir. Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”


Yukarıda belirttiğimiz gibi Alman Parlamentosu bu kararı oy birliği ile almıştır. Almanların iki ülke arasında çok yakın ilişkilere, Almanya’da üç milyondan fazla Türkün varlığına ve her yıl Türkiye’ye milyonlarca Alman turist gelmesine karşın Alman Parlamentosunda Türk görüşlerini savunan bir kişi dahi çıkmaması kabul edilemez bir durumdur. Yapılan uyarılara rağmen, Alman Parlamentosu’nun ne ülkedeki Türklerin ne de Türk kamuoyunun görüşlerini hiçbir şekilde dikkate almak zahmetine katlanmaması Türkiye-Almanya ilişkilerine olumsuz etkilemiş ve Almanya’ya ve Almanlara olan güveni sarsmıştır.. Bu arada, son seçimleri kazanarak iktidar ortağı olan Hıristiyan demokratların Türkiye’nin AB üyeliği aleyhindeki politikalarını sürdürmeleri de Alman Parlamentosu’nun Ermeni görüşlerini tamamen benimseyen bu karar nedeniyle esasen yıpranmış olan iki ülke ilişkilerini daha da bozması ve yukarıda değindiğimiz bunalımın belki beklenenden kısa bir zamanda çıkması olasılığını güçlendirmiştir. 

Venezuela (2005)

Venezuela Parlamentosu 14 Temmuz 2005 tarihinde Ermeni soykırım iddialarını benimseyen bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir. 

Kararın giriş bölümünde, özetle, insanlık tarihinin ilk bilimsel olarak planlanmış, örgütlenmiş ve icra edilmiş soykırımının doksan yıl önce meydana geldiği, bu soykırımın Genç Türkler ve onların ideolojisi olan Pantürkizm tarafından Ermeni halkına karşı işlendiği ve iki milyon kadar kişinin ortadan kaldırılmasına yol açtığı, bu tür cinayetlerin tekrarlanmaması için açıkça ifade edilmesi ve bu soykırımın Türk halkı ve dünyanın bütün hakları tarafından reddedilmesi gerektiği ve siyasi davalar ve çıkarlar nedeniyle soykırımın inkar edilmesi yoluyla tarihin değiştirilmesine çalışıldığı belirtilmektedir. Karada ayrıca Ermeni halkının ve hükümetinin taleplerinin desteklendiği, Ermeni soykırımını tanıyıncaya kadar Türkiye’nin üyelik başvurusunu ertelemesini Avrupa Birliğinden istendiği gibi hususlar da yer almaktadır.

Görüldüğü gibi bu karar Ermeni soykırım iddiaları hakkında şimdiye kadar çeşitli ülkeler parlamentolarında alınan ,kararların en serti ve en abartılısıdır. Venezuela Parlamentosunu bu kadar cesur kılan husus, şüphesiz, Türkiye’nin uzaklığı ve iki ülke arasında kayda değer ilişki olmamasıdır. Venezuela’da zengin, diğer bir deyimle etki yapabilen bir Ermeni Cemaatinin varlığı, buna karşın kayda değer sayıda Türk olmaması da bu kararın kolaylıkla alınmasın başlıca nedenleridir. Ayrıca Uruguay ve Arjantin’de alınan kararların da Venezuela parlamentosu için emsal teşkil ettiği muhakkaktır. Bir Ermeni kaynağı otoriter idaresi ve popülist davranışları nedeniyle ABD tarafından eleştirilen Venezuela Başkanı Chavez’in bu kararla Batılıları ve özellikle Avrupa ülkelerini vicdani görevlerini yapmaya çağırmak fırsatını kullandığını yazmıştır. 

Litvanya (2005)

Litvanya Parlamentosu 15 Aralık 2005 tarihinde aldığı bir kararla Ermenilerin soykırım iddialarını tanımış ve Türkiye’den de tanımayı yapmasını istemiştir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ertesi gün yaptığı bir açıklamada Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme görevi olmadığını, tarihin tarihçiler ve bu kararın ne Türkiye ne de Litvanya arasındaki ilişkilere, ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine olumlu yansımaları olmayacağını bildirmiştir.

Türkiye ile hiçbir sorunu olmayan, ayrıca Ermenistan ile ilişkilerinin de bir özelliği bulunmayan Litvanya Parlamentosu’nun bu kararı almasının nedenlerini, Slovakya gibi bu ülkenin vaktiyle Nazilerle işbirliği yapmış olmasında aramak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın başında bağımsızlığını kaybederek Sovyetler Birliği’ne bağlanan Litvanya savaş içinde Alman orduları tarafından işgal edilmiş, tekrar bağımsızlığını kazanmış ve Nazilerle işbirliğine başlamıştır. Bu çerçevede Litvanya’daki 220-250 bin civarında olduğu tahmin edilen Yahudilerin neredeyse tamamı (%95) ortadan kaldırılmıştır[42]. Savaş sonrasında tekrar Sovyetler Birliği’ne dahil edilen Litvanya Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanmış, Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde vaktiyle Yahudilere yapılanları affettirmek veya unutturmak amacıyla insan hakları savunuculuğu yapmaya başlamıştır. Litvanya Parlamentosu Ermenilerin soykırım iddialarını tanımakla kendi ülkesinde Yahudilere karşı işlenmiş olan soykırım suçunun daha önce başka ülkeler tarafından işlendiğini ileri sürerek, diğer bir deyimle Litvanya’nın bu suçu işlemekte yalnız olmadığını vurgulayarak kendi sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır.
Bu konuda dikkati ilk çeken husus Ermeni “soykırımı”nı kabul eden kararlar alınması talebinin hükümetlere değil parlamentolara yöneltilmiş bulunmasıdır. Bu hükümetlerin ülkenin dış ilişkilerini yürütmek görev ve sorumluluğuna sahip olmalarından ileri gelmektedir. Herhangi bir hükümetin sözde soykırım hususunda alacağı bir kararın o ülke ile Türkiye arasında bir soruna dönüşmesi muhakkak gibidir. Hükümetler böyle bir durumu arzu edilmediklerinden kendilerini, olanakları ölçüsünde, Ermeni soykırım iddialarının dışında tutmaya çalışmaktadır. Buna mukabil parlamentolar yabancı ülkelerin doğrudan muhatabı olmadıklarından herhangi bir ülke veya bir uluslararası bir sorun hakkında fikir beyan etmekte veya tavsiye niteliğinde olan bazı kararlar almakta bir sakınca görmemektedir. Karar alınmasını talep edenlerin oy potansiyeli de varsa Parlamentoların bu tür kararları almaları kolaylaşmaktadır.

Parlamentolarının aldığı kararlarla sözde Ermeni soykırımını tanıyan on yedi ülke şunlardır [25]:

1. Uruguay – 1965, 2004, 2005
2. Kıbrıs Rum Yönetimi - 1982
3. Arjantin – 1993, 2003, 2004, 2005
4. Rusya – 1995, 2005
5. Kanada – 1996, 2000, 2004
6. Yunanistan – 1996
7. Lübnan 1997 ve 2000
8. Belçika – 1998 
9. İtalya – 2000
10.Vatikan 2000
11.Fransa 2001
12.İsviçre 2003
13.Slovakya 2004
14.Hollanda 2004 
15.Polonya 2005
16.Almanya, 2005
17.Venezuela 2005
18.Litvanya 2005

Görüldüğü üzere bu kararların çoğu 1990’larda alınmıştır. Bu, Ermeni terörizminden sonra diaspora faaliyetlerinin soykırımı resmen tanıtmak noktasında toplanmasından ve aynı yıllarda Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra diasporanın bu çabalarına destek olmasından ileri gelmektedir.

Kararların 2000 yılından sonra yoğunluk kazanması da, esas itibariyle Türkiye’nin AB adaylığıyla ilgilidir. Ermeni “soykırımı” hakkında o zamana kadar bir karar kabul etmekten çekinen AB üyesi ülkeler Türkiye artık aday ülke olduğu için fazla bir itirazı olamayacağı düşüncesiyle hareket etmişlerdir. 

Ülke parlamentolarının aldığı kararların önemli noktaları şu şekilde özetlenebilir[26].

Uruguay (1965, 2004, 2005) 

Ermenilerin soykırım iddialarını kabul eden ilk ülkedir. Uruguay Parlamentosu’nun (Senato ve Temsilciler Meclisinin) böyle bir kararı kabul etmesinin nedeni ülkede küçük ve fakat zenginliği nedeniyle etkili bir Ermeni topluluğu olmasına karşın hiç Türk varlığı bulunmamasıdır. Uruguay Parlamentosu söz konusu kararında 1915’te öldürülenlerin onuruna 24 Nisan’ı Ermeni Şehitlerini Anma günü olarak ilan etmiştir.

Uruguay Parlamentosu bu ararı 2004 yılında teyit etmiş, 2005 yılında alınan bir diğer kararda ise 24 Nisan’ın Birleşmiş Milletler tarafından “Her Türlü Soykırımın Kınanması ve Reddedilmesi “ günü ilan edilmesi için Uruguay Dışişleri Bakanlığının girişimde bulunması istenmiştir.

Güney Kıbrıs (1982)

Güney Kıbrıs Temsilciler Meclisi kararında “Ermeni halkına karşı işlenmiş olup Ermenileri ata topraklarından söküp çıkaran ve soykırım boyutlarına ulaşmış olan suçun çekincesiz kınandığı” belirtilmektedir. Aynı kararda, neler olduğu belirtilmeden, “Ermeni halkının vazgeçilemez haklarının tam olarak geri verilmesinden” de bahsedilmektedir. Bu kararın önemli yönü Ermeni terörizminin en yoğun olduğu bir dönemde alınmış olması ve bu nedenle de teröristler için bir tür cesaretlendirme teşkil etmiş olmasıdır. 

Arjantin (1993, 2003, 2004, 2005) 

Bu ülke Senatosu “1915- 1917 yıllarında Türk Hükümeti eliyle öldürülen 1.500.000 milyon Ermeninin” anılması ve “20. asrın ilk soykırımının kurbanları olan Ermeni Cemaati ile tam bir dayanışma içinde olunduğunun” beyan edilmesi ile ilgili bir karar almıştır. Senato bu kararını 2003, 2004 ve 2005 yıllarında teyit etmiştir. Arjantin Senatoyu bu kararı almaya götüren nedenler, Uruguay gibi, ülkedeki etkin Ermeni azınlığına karşın Türkiye’nin bir ağırlığı olmamasıdır. Uruguay’dan farklı olan husus ise Türkiye’nin Arjantin ile öneli sayılabilecek ticaret ilişkileri bulunmasıdır.

Rusya (1995, 2005) 

Rus Duma’sı 1995 yılında, 1915 ila 1922 yılları arasında Ermeni halkının imha edenleri kınayan ve 24 Nisan’ı soykırım kurbanlarını anma günü olarak tanıyan bir karar kabul etmiştir. Kararda ‘Türk İmparatorluğu’ sözcükleri vardır. Bu kararının temelinde biri Rusya’da 1 milyondan fazla olduğu söylenen Ermeni azınlığının etkisi; diğeri de, özellikle o yıllarda, Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği yolundaki iddialar olmak üzere iki neden bulunduğu düşünülmüştür. 

Ancak Türkiye’nin Çeçenistan’a yardım ettiği iddialarının ortadan kalktığı 2005 yılında Rusya Duma’sı aldığı bir diğer kararla “soykırımın” 90. yıldönümümde kardeş Ermeni halkına üzüntülerini ifade etmiş, bu “soykırımını” şiddetle kınamış ve bütün dünyada da anılmasını istemiştir. 

Kanada (1996, 2000, 2004) 

Kanada Avam Kamarası bu konudaki 1996 yılı kararında, 1,5 milyon kişinin canını alan Ermeni “trajedisi”ve insanlığa karşı diğer suçlara atıfla her yıl 20-27 Nisan haftasını halkların diğer halklara karşı insanlık dışı davranışını anma haftası olarak kabul etmiştir. Türkiye ve Türklerden hiç bahsedilmemesi ve diğer olaylarla birleştirilmesi nedenleriyle bu karar Ermeni militanları tarafından yetersiz bulunmuş ve sadece Ermenileri ele alan yeni bir karar kabul edilmesi için aralıksız süren çabalar sonuç vererek Kanada Senatosu 2002 yılında Ermeni soykırımının tanınmasını, her türlü inkar girişimlerinin kınanmasını ve 24 Nisan’ın “soykırıma kurban giden 1,5 milyon Ermeniyi” anma günü olarak kabul edilmesini öngören bir diğer karar kabul etmiştir[27]. Avam kamarası da 2004 yılında “Bu Meclis, 1915 Ermeni soykırımını resmen tanır ve insanlığa karşı suç olan bu hareketi kınar” ifadesini içeren bir başka karar almıştır. 

Kanada Dışişleri Bakanı Bill Graham kararın kabulünden sonra yaptığı açıklamada “Kanada Hükümetinin 10 Haziran 1999 tarihinde konuya ilişkin tutumunun değişmediği ve kabul edilen önergenin hükümeti bağlamadığını” bildirmiştir[28]. Kanada Hükümetinin sözü edilen 1999 tarihli tutumu ise 1915 yılı olaylarının bir trajedi olmakla beraber bir soykırım teşkil etmediği şeklindedir[29].

Türkiye Dışişleri Bakanlığı 22 Nisan 2004 tarihinde yaptığı bir açıklamada Kanada Federal Parlamentosu’nun, marjinal görüşlerin peşine takılarak bu kararı kabul etmesinin kınandığını, Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin bir yargıya varma görevleri bulunmadığını, bu tür kararların değişik kökenli insanlar arasında nefret duyguları uyandırarak toplumsal ahengi bozabileceği, bu kararın ne Kanada’daki Ermenilere ne de Ermenistan’a bir yarar sağlayacağı, kararın getireceği tüm olumsuzlukların sorumluluğunun Kanadalı siyasetçilere ait olduğu bildirilmiştir.

Kanada Meclislerinin Ermeni görüşlerini yansıtan kararlar almasının başlıca nedeni bu ülkedeki Ermeni azınlığıdır. Kanada’daki Türklerin sayısı da küçümsenmeyecek boyutta olmakla beraber etkili bir örgütlenme içinde değildirler. 

Yunanistan (1996) 

Yunan Parlamentosu 25 Nisan 1996 tarihinde kabul ettiği bir kanunla 24 Nisan’ı “Türkiye’nin Ermenilere uyguladığı soykırımı anma günü” olarak belirlemiştir. 1973 Kıbrıs barış harekatından sonra Ermenilere her türlü yardımı yapan Yunanistan’ın “soykırımı” tanımak için acele etmemiş olduğu görülmektedir. Bunun başlıca nedeni Yunanistan’ın el altından Ermenilere her türlü yardımı yapmakla beraber, bu tutumunu açıkça ortaya koymak istememesidir. 1996 Ocak ayında çıkan ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren Kardak krizinin bu ihtiyatlı davranışı değiştirerek Ermeni “soykırımı” hakkındaki kararın alınmasında başlıca amil olduğu anlaşılmaktadır.

Lübnan (1997, 2000) 

Lübnan Parlamentosu 1997 yılında aldığı bir kararla Lübnan halkını 24 Nisan münasebetiyle Ermeni halkı ile dayanışma içinde olduğunu beyan etmeye çağırmıştır. Kararda, asrın başında sömürgeci (Osmanlı İmparatorluğu) tarafından Lübnan-Ermeni halklarına ve bölgenin diğer halklarına karşı girişilen örgütlü yok etme hareketlerinden bahsedilmektedir. Lübnan parlamentosu 2000 yılında bu konuda aldığı diğer bir kararda, Osmanlılar tarafından yapılan ve 1.500.000 Ermeni’nin öldüğü katliamlara değinerek Ermeni halkına karşı girişilen soykırımın tanınmakta ve kınanmakta, ayrıca bu soykırımın uluslararası alanda tanınmasının benzer suçların önlenmesi için gerekli olduğu ifade edilmektedir. 

Böylece Lübnan Parlamentosu, söz konusu iki kararıyla Ermenilerin tüm görüşlerini benimsemiş bulunmaktadır. Bunda, Lübnan’ın dini cemaatler üzerine kurulmuş bulunmasının ve sayıları 200.000 kadar olan Ermenilerin de bu çerçevede, meclis ve hükümette, belirli mevki ve makamlara sahip olmasından ileri gelmektedir. Ermenilerin ülkedeki bu durumu Lübnan’ın Ermeni terörizminin merkezi haline getirmiş olduğu hatırlanacaktır.

Belçika (1998) 

Belçika Senatosu, sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu’nun bu konudaki kararına atfen tanımış, soykırımın tarihsel kanıtları hakkında şüphe olmadığı ve halklar arasında barışma olması için geçmiş suçların tanınması gerektiği gibi bilinen Ermeni tezlerini tekrarladıktan sonra, “Osmanlı İmparatorluğu’nun son hükümeti tarafından 1915’te yapılmış soykırımının tarihi gerçekliğini” kabul etmesini Türk Hükümetinden istenmiştir. 

Belçika’daki Ermeniler ve Ermeni yanlıları o tarihten sonra Belçika Millet Meclisinin de benzer bir karar almasına çalışmışlar, daha sonra soykırımı inkar edenlerin cezalandırılmasını ön gören kanuna Ermeni “soykırımını” dahil etmek için uğraşmışlar[30] ancak şu ana kadar başarı sağlayamamışlardır. Bunda Belçika’daki Türklerin bilinçli bir şekilde çalışmalarının rol oynadığı anlaşılmaktadır.

İtalya (2000) 


İtalyan Parlamentosu, Ermeni taraftarı bazı milletvekillerinin ısrarlı girişimleri sonucunda ancak İtalya’nın Türkiye ile yakın ilişkileri nedeniyle bir çok erteleme ve duraksamadan sonra, Avrupa Parlamentosu’nun 1999 yılı Türkiye İlerleme Raporunun sözde Ermeni soykırımı ve Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkındaki paragraflarına gönderme yaparak, İtalyan Hükümetinden Kafkas bölgesinde halklar ve azınlıklar arasında gerginliğin azaltılmasını ve iki devlet (Ermenistan ve Türkiye) arasında toprak bütünlüğüne riayetle, barış içinde bir arada yaşama ve insan haklarına saygı konularını güçlü bir şekilde takip etmesini istemiştir. Görüleceği üzere İtalyan Millet Meclisinin sözde Ermeni soykırımını, Avrupa Parlamentosu kararına atfen dolaylı bir şekilde tanımakla bu konun iki ülke ilişkileri üzerinde olumsuz bir etki yapmasını önlemiştir. 

Vatikan (2000) 

Eçmiyazin Katogikos’u Karekin II’nin 2000 yılı Kasım ayında Vatikan’da Papa Jean-Paul II’ye yaptığı ziyaret sonunda yayınlanan ortak bildiri de yer alan “ Asrı başlatan Ermeni soykırımı onu takip edecek olan dehşetlerin öncüsüydü” sözleriyle Ermenilerin soykırım iddiaları Vatikan tarafından tanınmıştır. Papa’nın 2001 yılı Ekim ayında Ermenistan’ı ziyaretinde soykırım anıtında yaptığı duada ve Karekin II ile olan görüşmesinden sonra yayınlanan bildiride de bu Ermeni “soykırımıyla” ilgili ifadeler kullanmıştır. Vatikan tüm Hıristiyanların Papa’nın dini önceliğini (primacy) tanıması için çaba sarf etmektedir. Büyük kiliseleri buna ikna etmenin imkansızlığı karşısında Ermeni, Süryani, Keldani, Maruni ve diğer küçük Doğu kiliselerine yakınlaşma politikası izlenmektedir. Bu itibarla sözde soykırımın tanınmasını Ermeni kilisesini memnun etmek için yapılan bir jest olarak kabul etmek doğru olur. Bu jestin 2000 yılında yapılmasının nedeni de Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye İlerleme Raporunda sözde soykırımı tanıyan ifadelerdir; diğer bir deyimle Vatikan bu konuda, İtalya gibi, Avrupa Parlamentosu’nun arkasına sığınmak yolunu seçmiştir.

Fransa (2001) 

Fransa’daki sayılarıyla (350–400 bin) orantılı olmayan derecede siyasi nüfuz sahibi olan Ermeniler öteden beri malarıdır Ermeni “soykırımının” bu ülkede tanınması için faaliyet göstermişlerdir. Bu konu 1998 yılında Fransız Meclisi’nin gündemine girmiş ancak Türkiye’nin AB adaylığının kabulünden sonra ve 2001 Mart’ında yapılacak olan mahalli ve belediye seçimlerinde Fransa’da iktidar ve muhalefet partilerinin başa baş durumu Ermenilere bu tavizin verilmesine gerektirmesiyle sonuçlanabilmiştir. Fransız Parlamentosu 29 Ocak 2001 tarihinde bir cümleden oluşan şu kanunu kabul etmiştir: “ Fransa 1915 Ermeni soykırımını açıkça tanır”[31] .

Türkiye’de tepkiler daha kanunun kabulünden önce başlamıştır. TBMM 9 Ocak 2001 tarihinde kabul ettiği bir önergede yasa tasarısının oy kaygısıyla gündeme geldiğini, tarihin tahrif edilmesine ve önyargılara dayandığını, tasarı kabul edildiği taktirde Fransa’da bu konuda düşünce ve ifade özgürlüğüyle bilimsel araştırma ve bulguları yayınlama özgürlüğünün ortadan kalkacağını, Türkiye’nin Fransa ile olan ilişkilerini geliştirmeyi arzuladığını ancak bu alanda olumlu sonuçlar alınmasının iyi niyetin karşılıklı olmasına bağlı olduğunu, bu yasanın kabulü halinde Fransa’nın tarafsızlık ilkesine bağlı kalamayacağını, bu nedenle Fransa’nın atacağı her adımın Türkiye tarafından kuşkuyla karşılanacağını, Fransız Parlamentosu’nun vaktiyle Cezayir’de vuku bulan acı olayları değerlendirmeyi reddederek bunların incelenmesini tarihe bırakmış olduğunu, şimdi Fransa’dan aynı davranışın beklendiğini, tarihin uluslar arasında nefret yaratmak için kullanılmaması gerektiğini ve bu bağlamda Türk diplomatlarına ve bazı Fransız vatandaşlarına karşı girişilen cinayet kampanyasının bir kez daha hatırlandığını bildirmiştir.

Tasarının kanunlaşmasından sonra yayımlanan bir hükümet açıklamasında ise kabul edilen kanun kınanmış, bütün sonuçlarıyla reddedilmiş ve kanunun Fransa ile olan ilişkilerde ciddi bir krize yol açacağı belirtilmiştir. 

Dışişleri Bakanlığı ise aynı gün yayınladığı bir basın açıklamasında bu kanunu Ermeni terörizmini yeniden harekete geçirecek sorumsuz bir davranış olduğunu bildirmiş ve bu ortamda Türk diplomatlarının ve Fransa’daki Türk vatandaşlarının güvenliği için önlem alınmasını Fransız Hükümetinden talep etmiştir.

Bu kanunun kabulünden sonra Türkiye ve Türk-Fransız ilişkilerinde ciddi bir gerileme yaşanmıştır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem Fransız Büyükelçisine bu yasanın Fransa’da yabancı düşmanlığını ve Ermeni terörünü yeniden harekete geçirebileceğini söylerken Başbakan Ecevit sayasının Türk-Fransız ilişkilerine zarar vereceğini belirtmiş, Cumhurbaşkanı Sezer Fransız Meclisinin kararını sağduyudan yoksun olarak tanımlamış, hükümet Fransa’ya karşı ne gibi yaptırımlar uygulanabileceğini görüşmüş ve Fransa’dan askeri alımlarda bir kısıntıya gidilmiştir. Diğer yandan medyanın da etkisiyle Türk kamuoyunda Fransa’ya karşı olumsuz görüşler yerleşmiştir. Bu durum Fransa’da şaşkınlık yaratmış, ancak kanundan geri dönülemediği için de iki ülke ilişkilerindeki gerginlik devam etmiştir. Fransız hükümetinin Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı konusunda olumlu tutum ve faaliyeti iki ülke ilişkilerinin ağır bir şekilde normale döndürmüştür. 

Bu arada söz konusu kanunun Fransız Ermenilerini tam olarak memnun etmediğini de belirtelim. Kanunun Ermenilerin soykırıma uğramadıklarını savunan kişilere karşı bir yaptırım öngörmemesi Ermenilerce eleştirilmiş ve Yahudi Holokostunu inkar edenleri cezalandıran”Gayssot kanunu”na benzer bir kanunun Ermeni “soykırımı” için de çıkarılması talep edilmiştir. 

Yaklaşık üç yıl sonra, 2004’te Avrupa Anayasası’nın kabulü etrafında Fransa’da başlayan tartışmalarda Fransızların büyük çoğunluğunun Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olduğu görülmüştür. Fransız siyasi partileri de bu durumdan etkilenmişlerdir. Sağ ve merkez partileri Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarken Sosyalist Parti, ilke olarak, bu üyeliğe taraftar olmayı sürdürmüş, ancak bu üyeliğin gerçekleşmesini insan haklarında, demokrasi uygulamalarında ve Ermeni “soykırımı” konusunda ilerlemelere bağlamıştır[32]. Türkiye “soykırım” iddialarını kabul etmediğine göre, aslında Sosyalistler de aslında Türkiye’nin AB üyeliği karşıtı olmuşlardır.

Bu olgu Fransız Hükümeti’nin tutumunu da etkileyerek Fransa 17 Aralık 2004 tarihli AB zirve toplantısında Türkiye’ye tam üyelik değil, özel bir statü verilmesi için uğraşmış, bu sağlanamayınca, müzakerelerin ucunun açık olması, diğer bir deyimle, müzakerelerin mutlaka tam üyelikle bitmemesi ve mesela Türkiye’ye özel statü de tanınması olanağının mevcut olması koşuluyla, Türkiye ile müzakerelere başlanmasını isteksiz bir şekilde onaylamıştır. 

Bu tarihten sonra Fransız hükümetinin Ermeni sorunundaki tutumunda da değişiklik olmuştur. O zamana kadar Türkiye’nin bu sözde soykırımı tanımasından bahsedilmezken Başkan Chirac dahil Fransız siyaset adamları Türkiye’nin “Ermenilerle ilgili hafıza çalışması” yapmasından söz etmeye başlamışlardır. Ermeni “soykırımı” konusu Kopenhag kriterleri arasında yer almadığından, ayrıca Türkiye ile yapılacak müzakereleri düzenleyen AB belgelerinde de bu konu bulunmadığından müzakereler sırasında bu konun AB’nin tutumu olarak ortaya atılması beklenmemektedir. Buna karşın Fransa’nın tek taraflı olarak Türkiye’den “soykırımı” tanımasını istemesi mümkündür. Türkiye bunu reddederse Fransa’ya Türkiye’nin adaylığını veto etmekten gibi, büyük sorumluluk gerektiren bir yola başvurmak zorunda kalabilir. 

Bu vesileyle Fransız Hükümetinin. Avrupa Anayasası için yapılacak referandumu tehlikeye atmamak için, 2007’den sonra Avrupa Birliğini girecek ülkelerin adaylığını referanduma sunulması için Fransız Anayasasında değişiklik yaptığını, diğer bir deyimle ileride Türkiye’nin tam üye olması konusunda Fransız halkına veto kullanmak hakkı tanıdığını, ancak , 29 Mayıs 2005 tarihinde yapılan referandumun %55 “hayır” oyları ile reddedildiğini, Fransızlara “hayır” dedirten nedenler arasında beşinci sırada , oyların %14’üyle Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi yer almadığını, diğer bir deyimle Türkiye karşıtlığının referandum sonuçlarını nispeten az etkilediğini de belirtelim. 

İsviçre (2003) 

İsviçre Parlamentosu 16 Aralık 2003 tarihinde aldığı bir kararla sözde Ermeni soykırımını tanımıştır [33].

İsviçre’de, sayıları ile orantılı olmayan bir ölçüde nüfuz sahibi bulunan Ermeni azınlığının devamlı uğraşıları ve bölücü Kürt unsurları ile onları destekleyen bazı siyasetçilerin katkılarıyla bir süreden beri Parlamento’nun Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmesine çalışılıyordu. Buna karşın İsviçre Hükümetleri, Türkiye ile ikili ilişkileri göz önünde bulundurarak, böyle bir karara karşı çıkıyordu. 1995 ve 2000 ve 2001 yıllarında yapılan girişimler sonuçsuz kalmış, 13 Mart 2001 tarihinde yapılan bir oylamada bu konudaki bir karar tasarısı ancak üç oy farkla reddedilmişti. 20 Mart 2002 tarihinde 201 sandalyeli Parlamento’nun 115 üyesi tarafından, sözde soykırımın tanınmasını ve bunun Türkiye’ye bildirilmesini öngören bir önerge, Hükümetin aleyhte görüş bildirmesi üzerine oylamaya konmamıştı[34]. Ancak Parlamento’nun yaklaşık yarısının taraftar olması nedeniyle böyle bir kararın er geç kabul edileceği anlaşılıyordu.

Bu arada Cenevre Kantonu 10 Aralık 2001 tarihinde Ermeni soykırımı iddialarını benimseyen bir karar kabul etmişti. Vaux Kantonu da 23 Eylül 2003’de benzer bir karar almıştı. Bu karar bazı Ermeni basınında, Ermenistan’ı haritadan silen antlaşma bu şehirde imzalandığı için (Lozan şehri bu Kantondadır) kararın sembolik bir yönü olduğu şeklinde[35] yorumlanmıştı. 

İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey 6 Ekim’de Türkiye’ye resmi bir ziyaret yapacak ve İsviçre basın haberlerine göre Ankara ve İstanbul’dan başka “Kürt Bölgelerine” de gidecekti. Ancak Ankara, Vaux Kantonunun aldığı kararı gerekçe göstererek bu ziyareti iptal etti.

İsviçre Parlamentosu’nun kabul ettiği karar “İsviçre Milli Konseyi (parlamentosu) 1915 Ermeni soykırımını tanır. Federal Konseyden (hükümetten) bu tanımayı not etmesini ve mutat diplomatik yollarla iletmesini ister” şeklindedir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı İsviçre Parlamentosu’nun aldığı karar hakkında bir açıklama yaparak bu kararın şiddetle kınandığını ve reddedildiğini, olayların çarpıtılarak tek tarafa bir soykırım olarak takdiminin kabul edilemeyeceğini, kamuoyunun yanıltılmaya teşebbüs edilmesinin hayretle karşılandığını, İsviçre Parlamentosu’nun, iç siyasal mülahazalarla, Türkiye-İsviçre ilişkileri ile ülkesindeki Türklerin duygu ve düşüncelerini göz ardı ederek aldığı bu kararın yol açacağı olumsuz sonuçları bakımından sorumluluk yüklenmiş bulunduğunu bildirmiştir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi de, 22 Aralık 2003 tarihinde, AKP ve CHP grupları tarafından ortaklaşa kabul edilen ve İsviçre Parlamentosu’nun kararını kınayan bir bildiriyi oybirliği ile kabul etmiştir. Bu bildiride şu hususlar yer almıştır: 

“Parlamentolar, uygarlıklar arasında çatışma isteyen çevrelerin emellerine hizmet eder durumlara düşmekten kaçınmalıdır. Uluslararası terörizme karşı dayanışma ve işbirliği içinde olunması gereken hassas dönemde, alınan yanlış kararlar çok sayıda masum insanın hayatına kıymış, İsviçre dahil birçok ülke çıkarlarını hedef almış olan ırkçı Ermeni terörünün ödüllendirilmesi olarak değerlendiriyoruz. Ulusal Meclis, Türk Milleti'ni derinden yaralayan kararıyla son yıllarda birçok alanda olumlu ilerlemeler kaydeden Türkiye-İsviçre ilişkilerinde meydana gelebilecek olumsuz gelişmelerin sorumluluğunu da üstlenmiş olmaktadır. Meclis, İsviçre Ulusal Meclisi'nin tarihi gerçekleri kasıtlı biçimde çarpıtan, hatalı ve tek yanlı kararını kınamakta ve kabul edilemez olarak değerlendirmektedir”[36]. 

İsviçre Parlamentosu’nun ülkesinde 20 bini kendi vatandaşı olan toplam 100 bin Türkü ihmal ederek 5 bin Ermeni’yi tatmin etmeye çalışmasını ilk bakışta anlamak güçtür. İsviçre Parlamentosu’nun hangi cemaatin daha kalabalık olduğunu değil, hangisinin daha etkili olduğunu dikkate alarak hareket ettiği anlaşılmaktadır. 

Türkiye-İsviçre ilişkileri iki yıl kadar bir durgunluk yaşamıştır. İsviçre’den gelen ısrarlı talepler üzerine Bayan Calmy-Rey’in Mart ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi kabul edilmiştir. 

Bu ziyaretin kısa süre sonra Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ile Türkiye İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in değişik tarihlerde İsviçre’de Ermenilerin soykırıma uğramadıkları yolunda İsviçre’de yapmış oldukları konuşmalar nedeniyle haklarında adli soruşturma başlatmaları yeni bir krize neden olmuştur. Bu olayın siyasi alanda da etkisi görülmüş, dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 22-24 Haziran günlerinde yapılacak Türkiye-İsviçre İş Konseyi toplantısının iptal edilmesini istemiş ve ayrıca İsviçre Ekonomi Bakanı Joseph Deiss’in Eylül ayında Türkiye’ye yapacağı ziyaret de iptal edilmiştir. 

Halaçoğlu ve Perinçek bir konuda düşüncelerini açıkladıkları için haklarında soruşturma açılmış olması İsviçre’de ne ölçüde ifade özgürlüğü bulunduğu tartışılmalarını başlatmış ve böylelikle demokrasinin beşliği olmakla övünen bir ülke için hazin bir durum ortaya çıkmıştır. 

Slovakya (2004)

Slovakya Parlamentosu 30 Kasım 2004 tarihinde sözde Ermeni soykırımı konusunda şu kararı almıştır: “ Slovakya Parlamentosu, 1915 yılında, Osmanlı İmparatorluğu zamanında yüz binlerce Ermeninin öldürüldüğü Ermeni soykırımını tanır ve bu olayı insanlığa karşı suç olarak kabul eder” [37]. 

Slovak Parlamentosu’nun bu kararı, hiç beklenmediği için, bir sürpriz etkisi yapmış ve nedenleri de hemen anlaşılamamıştır. Zira Slovakya’da kayda değer Ermeni yoktur ve bu ülkenin Ermenistan ile de yakın ilişkisi mevcut değildir. Sonraları Slovakya’nın tarihin bazı olayları hatırlandığında bu kararın nedeni ortaya çıkmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çek ve Slovakların aynı devlet içinde birleştirilmiş, daha kalabalık ve daha zengin olan Çekler bu devlet içinde etkili bir konum kazanınca Slovakya’da aşırı sağcı ve ırkçı akımlar belirmişti. Naziler 15 Mart 1939 tarihinde Çekoslovakya’yı işgal edince Çeklerin oturduğu bölge Bohemya Protektorası adı altında Almanya’ya bağlanırken aynı gün sözde bağımsız bir Slovak Devleti kurulmuştu. Bu devlet Nazi Almanyası ile aynı politikaları izlemiş ve bu çerçevede ülkedeki seksen bini aşkın Yahudi’nin tüm hakları elinden alınmış, daha sonra da, Yahudilerin büyük kısmı, sınırının hemen ötesinde bulunan Auswichz toplama kampına gönderilerek ortadan kaldırılmıştı. Slovakya 1944 sonuna doğru Sovyet orduları tarafından işgal edilmiş ve bu bölge Çeklerle birleştirilerek Çekoslovakya yeniden kurulmuştur. Sovyetler yeni müttefikleri olan Polonya ve Çekoslovakya’dan asıllardan beri bu ülkelerde yaşayan Almanları çıkarmalarını istemişlerdir. Böylece milyonlarca Alman, gayet güç koşullarda Almanya’ya sürülmüştür. Slovaklar da Karpat dağları bölgesinde yaşayan Almanların sürülmesini sağlamışlardır.

Sovyetlerin dağılması aşamasında Slovaklar, Almanya’nın desteğiyle, tekrar bağımsız bir devlet olmuşlardır. Ancak gerek Yahudilere gerek Karpat Almanlarına yaptıkları muamelenin Avrupa’da saygın bir ülke olarak kabul edilmelerini engelleyeceğinin bilinci içinde Slovakya Parlamentosu, 1990 yılı Aralık ayında Yahudilerden, iki ay kadar sonra da Karpat Almanlarından özür dileyen iki karar kabul etmiştir [38]. 

Slovakya’nın bundan sonra da insan haklarına duyarlı bir şekilde davranmaya veya öyle görünmeye özen göstermiştir. Bu çerçevede Slovak Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımını kabul eden bir karar alması, AB kapısında bekleyen Türkiye’nin fazla bir tepki gösteremeyeceği inancının da yardımıyla, fazla zor olmamıştır. Diğer yandan, Alman Hıristiyan Demokratlarının bazı Slovak partilerine bu yönde telkinde bulunmuş olmaları da olasıdır. 

Hollanda (2004)

Hollanda Parlamentosu 21 Aralık 2004 tarihinde aldığı bir kararla hükümetten “Türkiye ile görüşmelerde Ermeni soykırımı konusunu devamlı olarak ve açıklıkla ele alınmasını” istemiştir [39]. O tarihte AB dönem başkanı olan Hollanda, iki gün önce, Avrupa Zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararının alınmasında önemli bir rol oynamıştı. Hollanda’ya teşekkür etmek için de bu ülkenin Büyükelçiliğinin bulunduğu caddeye “Hollanda Caddesi” adı verilmesi kararlaştırılmıştı. O itibarla Parlamento’nun beklenmeyen bu kararı Türkiye’de şaşkınlık yaratmıştır. 

Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının nedenleri pek açık değildir. Hollanda’da, fakat gayet aktif ve geniş mali imkanlara sahip bir Ermeni azınlığı bulunmaktadır. Ancak sayıları az olduğundan Hollanda Ermenilerinin Parlamentodan karar çıkartacak bir gücü yoktur ve Hollanda Parlamento’nun tüm üyelerinin de mali yönden etki altına alınması mümkün değildir. Hollandalı milletvekillerinin, Ermeni propagandası nedeniyle, gerçekten Ermenilerin soykırıma uğradığına inandıkları için bu şekilde hareket ettikleri düşünülebilir. Ancak bu durumda neden komşuları Belçika’nın Kongo’da yaptıkları veya Fransızların Cezayir’deki katliamları ile ilgilenmedikleri, neden kendi sömürgecilik geçmişine bu açıdan bakmadıkları buna karşın neredeyse bir asır önce, Hollanda’dan uzak bir ülkede, güvenlik nedenleriyle yapılmış bir göç ettirme olayını, hiçbir araştırma yapmadan, soykırım olarak nitelendirmek için ısrar ettiklerini açıklamak mümkün olamamaktadır. O nedenle Hollanda Parlamentosu’nun bu kararının temelinde başka sebepler aranması gerekecektir.

Orta ve Kuzey Avrupa’nın insanları, Güney Avrupalıların aksine, genelde yabancılara ve o onların kendilerine benzemeyen örf ve adetlere karşı duyarsız ve müsamahasızdır. Hollandalılar gibi sömürgeci geçmişleri olanlar ise genelde kendilerini “Şarklılardan” üstün görmektedir. Ne var ki, büyük sermaye birikimine karşın yeter nüfusları olmaması Hollandalıları, Avrupa’nın diğer ekonomik yönden gelişmiş ülkeleri gibi, hemen tümü “şarklı” yabancı işçilere muhtaç bırakmış bu da söz konusu işçiler ve ailelerinin Hollanda’ya entegrasyonu sorunu doğurmuştur. Halen bu sorunun çözümlendiğini söylemek mümkün değildir ve Hollandalılar ülkelerindeki yabancı işçilerden ve onların ailelerinden rahatsızdır. Oysa asgari on yıl sonra olsa da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olması olasıdır; bu da Avrupa Birliği’nde Türklerin sayısını arttıracaktır. Tutucu Hollandalılar böyle bir durumu önlemeye çalışmaktadırlar. Ancak Türkiye olmadan AB’nin Orta-Doğu ve Kafkaslar politikalarını başarı ile yürütmesi mümkün olmadığı da bir gerçektir. Buna göre Hollandalılar bir yandan Türkleri ülkelerinde istemezken diğer yandan Türkiye’ye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu çelişkili durum Hollandalıları çelişkili davranmaya götürmüştür. Hollanda hükümeti Türkiye ile müzakerelerin başlaması için çaba sarf ederken, Hollanda milletvekillerinin çoğunluğu müzakereleri zorlaştıracak tertipler peşinde olmuşlardır. Ermeni “soykırımı”nın Türkiye tarafından tanınması da bu çerçevede bir çare olarak görülmüştür.

Polonya (2005) 

Polonya Parlamentosu 19 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle şu kararı almıştır: “Polonya Cumhuriyeti Parlamentosu Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’de Ermeni halkına karşı yapılmış olan soykırımın kurbanlarını saygıyla anar. Bu cürümün hatırlanması ve kınanması tüm insanlığın, tüm ülkelerin ve iyi niyetli kişilerin görevidir” [40]. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de gerek kamuoyunda gerek Hükümette büyük tepki ile karşılanmıştır. Türkiye’deki bu tepkilerin nedenini kamuoyunda Polonya hakkında mevcut olumlu imajdır. Bu imajın temelinde tarih boyunca iki ülkenin ortak bir düşmanı (Rusya) olması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Polonya’nın Rusya ve Prusya arasında taksim edilmesini kabul etmemesi bulunmaktadır. Bu kadar olumlu duygular beslenen bir ülkenin parlamentosu Türkiye’nin çok duyarlı olduğu bir konuda, Ermeni görüşlerini aynen benimseyen bir kararı oy birliğiyle alması Türk kamuoyu tarafından bir tür ihanet olarak algılanmıştır. 

Polonya Parlamentosu’nun bu kararı Türkiye’de büyük tepki ile karşılanmış ve Dışişleri Bakanlığı ertesi gün (20 Nisan) şu açıklamayı yapmıştır: 

“Polonya Meclisi 19 Nisan 2005 tarihinde, 1915 yılındaki olayları soykırım olarak tanımlamayı da içeren bir karar kabul etmiştir. Bu kararı kınıyor ve reddediyoruz.

Birinci Dünya Savaşı koşullarında cereyan eden ve Türklerle Ermenilerin büyük acılar çekmesine yol açan olayların çarpıtılarak, tek taraflı bir yaklaşımla soykırım olarak nitelendirilmesi sorumsuz bir davranıştır. 

Türkiye, ulusal parlamentoların tarihin tartışmalı dönemleri hakkında hüküm verilecek yerler olmadığını ve parlamentoların halklar arasında kin ve nefret duygularını besleyen girişimlerden kaçınmaları gerektiğini savunmuştur. 

Tarihi olaylar hakkında en sağlıklı kararın tarihçiler tarafından verilebileceğine olan inançla Türkiye, Ermenistan’a, Türk ve Ermeni tarihçilerden bir grup oluşturarak, 1915 yılındaki gelişme ve olayları, sadece Türk ve Ermeni arşivlerinde değil, ilgili diğer bütün ülkelerin arşivlerinde araştırarak, vardıkları sonuçları uluslararası kamuoyuna açıklamalarını önermiştir”

Polonya Meclisi’nin tarihi önerimizi kabul etmesi için Ermenistan Hükümeti’ne tavsiyede bulunmak yerine, 1915 olayları hakkında tahrif edilmiş bilgilere dayalı bir karar alması Türk halkını derinden üzmüştür. Polonya Meclisi’nin bu davranışı, Türk ve Polonya halkları arasında sekiz yüzyıla yakın bir süredir gelişen dostluk duyguları ile de bağdaşmamaktadır. “

Polonya Meclisi’nin bu kararı almasının çeşitli nedenleri vardır.

Önce Türkiye’dekinin aksine Polonya’ya Türkiye’ye karşı özel bir sempati beslenmediğini belirtelim. Osmanlı-Rus savaşları ve Polonya’nın taksimi gibi olaylar çok eskidir, bunlar nedeniyle vaktiyle Polonya’da Türkiye’ye için bir sempati var idiyse bunun Sovyetler Birliği döneminde silinmiş olduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de Sovyetlerin Polonya’da, NATO’nun sadık üyesi Türkiye hakkında, hem de Çarlık Rusyasının ortak düşman olmasından kaynaklanan sempati tezahürlerine izin vermemiş olduğu muhakkaktır.

Polonya’da büyük sayılabilecek bir Ermeni azınlığı olmaması ve bu ülkenin Ermenistan ile de özel denebilecek ilişkilerde bulunmaması söz konusu kararın başka nedenlerle alındığını düşündürmektedir. AB’ne yeni katılan tüm eski Komünist ülkelerde olduğu gibi, Polonya’da da, herhalde kendi eksikliklerini telafi etmek için, insan haklarının savunulmasında aşırı bir çaba gözlemlenmektedir. Diğer yandan Polonya’nın eski düşmanı yeni dostu ve hamisi Almanya’dan gelen bazı telkinlerin de söz konusu kararın alınmasını etkilemiş olması olasıdır. Polonya Parlamentosu’nun Türkiye’den gelen uyarılara rağmen bu kararı almasının başlıca iki nedeni vardır: Birincisi tüm AB üyesi ülkeler gibi Polonya’nın da Türkiye’nin AB’ye katılım süreci içinde bir çok kez veto kullanmak hakkına sahip olmasıdır. Bu durumun Türkiye’yi AB üyeleri ile iyi ilişkiler içinde olmaya zorlayacağı ve mesela bu çerçevede Polonya Parlamentosu’nun aldığı karara fazla tepki gösteremeyeceği düşünülmüş olsa gerektir. İkincisi ise Türkiye’nin itiraz ettikten sonra kısa zamanda olayları unuttuğuna inanılmasıdır. Nitekim Polonya Parlamentosu Başkanı Wlodzimierz Cimoszewicz iki ülke arasındaki bu sorunun birkaç gün içinde ortadan kalkacağını söylemiştir[41]. 

Almanya (2005)

Alman Parlamentosu 16 Haziran 2005 tarihinde “1915 Ermeni Sürgün ve Katlinin Hatırlanması ve Anılması: Almanya Türkler ve Ermenilerin Barışmasına Katkıda bulunmalıdır” başlığını taşıyan bir karar kabul etmiştir. Bu karar, bu konuda şimdiye kadar kabul edilen kararların en uzunudur. Türkiye için Almanya ile olan ilişkilerin önemi ve Almanya’da üç milyon kadar Türkün varlığı dikkate alınarak bu karar aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. 

XIX. asrın son yarısında Almanya’da ırkçılık akımları oluşmuş ve bu akımlar, I. Dünya Savaşı’nı kaybetmenin getirdiği düş kırıklığının da yardımıyla, Nazi rejiminin doğmasına neden olmuştu. Nazi rejiminin ırkçılığın doruğuna çıkarak altı milyon kişiyi sırf Yahudi oldukları için öldürdüğü bilinmektedir. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda büyük bir yenilgiye uğraması, parçalanması, yıllarca galip güçlerin işgali altında kalması bu hazin olaylara neden olan ırkçılığı tamamen ortadan kaldırmasa da çok geriletmiştir. 

Sovyetler Birliği’nin Batı Avrupa ülkeleri için tehlike oluşturması karşısında Almanya’nın yardımına ihtiyaç duyulmuş ve bu ülkenin geçmişi bir yana bir yana bırakılarak Almanya Avrupa’nın hür ülkeleri arasına alınmıştır. Almanya kısa zamanda kalkınmaya başlamış, ancak sermaye olmasına karşın savaş nedeniyle yeterli sayıda iş gücü bulunmaması bir sorun teşkil etmiş, el emeği açığı diğer ülkelerden getirilen “misafir” işçilerle kapatılmış ve Almanya kısa sayılabilecek bir zaman içinde Avrupa’nın en güçlü ekonomisine sahip olmuştur. 

Büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu “misafir” işçilerin başka gelenek ve kültürden gelmesi, ırkçı temelleri nedeniyle genelde hoşgörüye sahip olmayan Almanlar için bir sorun yaratmış, bu durumun çözümü için yabancı işçilerin Almanya’da erimesi anlamına gelen “entegrasyon” fikri ortaya atılmış, ancak bundan beklenen sonuç alınamamış, az sayıda yabancı işçi asimile olmuş ve büyük çoğunluk, aradan üç kuşak geçmesine rağmen milli benlikleri ile örf ve adetlerini korumuştur. Almanya’nın birleşmesinden sonra, demokrasi ve insan hakları değerlerini özümsememiş Doğu Almanyalıların Alman toplumuna katılması ırkçı davranışları ve yabancı düşmanlığını arttırmıştır. 

Alman Hıristiyan Demokrat Birliği ile Hıristiyan Sosyal Birliği partilerinden oluşan ve kısaca Hıristiyan Demokratlar olarak adlandırılan siyasi oluşum, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Almanya’nın kurulmasında başlıca rolü oynamıştır. Hıristiyan Demokratlar savaş sonrasında Türkiye ile Almanya arasında her alanda yakın ve dostane ilişkiler kurulmasının da mimarıdır. Hıristiyan Demokrat hükümetler Türkiye’ye mali ve askeri yardım yapmış ve Alman ekonomisinin ihtiyacı olan yabancı işçilerin büyük kısmının Türkiye’den getirilmesi kararını da Hıristiyan Demokrat hükümetler almıştır. 

Bu olumlu tablo Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın birleşmesinden, diğer bir deyimle Avrupa’nın stratejik alanda Türkiye’ye olan ihtiyacının azalmasından ve ekonomik durgunluk nedeniyle Almanya’da işsizliğin başlamasından sonra, değişmiştir. Hıristiyan Demokratlar, Türk işçilerinin Almanya’ya entegrasyon sorunlarını gündeme getirmeye başlamışlar, ayrıca Türkiye’nin Avrupa Birliğim üyeliğine kabul edilmemesine karşı çıkmışlardır. Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinin azalması da sakıncalı gördüklerinden Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” tanınması fikrini ortaya atmışlar bu fikir gerçekleşmeyince başka bir formül arayışına girmişler ve Türkiye’yi Ermenilerin kıyımı ile suçlamanın gelecek parlamento seçimlerinde Sosyal Demokratlara oy kaybettirebileceği düşüncesiyle bu konuyu işlemeye başlamışlardır.

Bu arada Almanya’da genelde sağ kesime mensup kişilerin Yahudi soykırımı suçlamalarından çok rahatsız olduğunu belirtmek gerekmektedir. Ne var ki bu suçlamaları reddetmek mümkün değildir. Buna karşın soykırım suçu Almanlardan önce başkaları tarafından da işlenmişse bu, Almanların suçunun azalması şeklinde algılanmaktadır. Bu nedenle Almanya’da sağ kesimde başkalarını soykırım yapmakla suçlamak eğilimi vardır. Hıristiyan Demokratlar Türkiye’yi suçlarken bu kesimden de destek alacaklarını düşünmüşlerdir. 

Hıristiyan Demokratlar bu hususları dikkate alarak 23 Şubat 2004 tarihinde Alman Parlamentosuna Ermeni sorunu hakkında bir karar tasarısı sunmuşlardır. Bu tasarı Alman Hükümetinin Ortağı Yeşillerce desteklenmiş ancak Sosyal Demokratlar karşı çıkmıştır. Kuzey Ren-Vestfalya Eyaletinde yapılan seçimleri Sosyal Demokratların kaybetmesi sonuncunda Parlamento seçimlerinin yenilenmesi kararı alınınca Sosyal Demokratlar, kendilerine genel seçimlerde oy kaybettireceği düşüncesiyle Hıristiyan Demokratların tasarısına karşı çıkmaktan vazgeçmişlerdir. 

Söz konusu tasarı, bazı önemsiz değişikliklerden sonra, Alman Parlamentosunda 16 Haziran 2005 tarihinde oylama yapılmadan, diğer bir deyimle oybirliğiyle, kabul edilmiştir.

Alman Parlamentosu’nun bu kararında soykırım sözcüğü yoktur. Buna karşın, “Ermenilerin neredeyse tamamen imha edilmeleri”, “Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri” gibi deyimler soykırım kavramını ile aynı anlamı taşımaktadır. Kararda soykırım sözcüğünü kullanılmamasının nedeninin Almanya’da yaşayan Türklerin sert tepki göstermesinden duyulan endişe olduğu yorumu yapılmaktadır.

Karar, tarihin dürüst bir şekilde ele alınmasının gerekli olduğuna ve bunun barışmanın en önemli temelini teşkil ettiğine inanıldığını, bu hususun özellikle Avrupa hatırlama kültürü çerçevesinde geçerli olduğunu ve ulusal tarihin karanlık sayfalarıyla açık bir şekilde yüzlenilmesinin de buna dahil bulunduğunu ifade etmektedir. Almanya, Avrupa kıtasında çeyrek asırlık bir dönemde (1914-1839) iki büyük savaş çıkartmış, milyonlarca sivil ve askerin ölmesine neden olmuş ve ayrıca Yahudilere soykırım uygulamıştır. Sonunda uğradığı yenilgi o kadar büyük olmuştur ki, tekrar bağımsız bir devlet olarak kabul edilebilmesi için, topraklarının büyük kısmından vazgeçmesi, yıllarca yabancı kuvvetlerin işgali altında kalması ve her şeyden önce işlediği tüm suçları kabul etmesi ve tazminat ödemesi gerekmiştir. 

Ancak Almanya’nın bu özel durumunun diğer ülkeler için örnek teşkil etmediği görülmektedir. Özellikle savaşta yenilmemiş ülkelerin sömürgeci geçmişlerini veya tarihlerinin karanlık sayfalarını tanımak gibi bir eğilimleri bulunmamaktadır. Bunun en çarpıcı örneği Fransa’nın Cezayir’de yaptıkları katliam ve mezalimi tanımayı reddetmeleri oluşturmaktadır. 

Kararda Alman Parlamentosu’nun Türkiye’de Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen olaylar hakkında kapsamlı bir tartışma sürdürülmesinin hala mümkün olamamasından ve Türk tarihinin bu bölümünü ele alan bilim adamları ve yazarların cezai takibata maruz kalmalarından üzüntü duyduğu bildirilmektedir. Bu kararı kaleme alanların Türkiye’deki durumdan hiç haberdar olmadıkları görülmektedir. Son birkaç yıldır Türkiye’de 1915 tehcirinin soykırım olup olmadığı hakkında yoğun bir tartışma sürmektedir. Soykırım taraftarlarından hiç biri takibata uğramamıştır. Yves Ternon ve Vahank Dadrian gibi soykırım iddiasının şampiyonu yazarların eserleri başta olmak üzere, Ermeni görüşlerini yansıtan pek çok kitap Türkiye’de yayınlanmıştır. Ayrıca Almanya’da pek revaçta olan Franz Werfel’in “Musa Dağında Kırk Gün “adlı romanı da yayınlanmıştır. 

Karar bu gibi haksız ve yanlış ifadelerden sonra, herhalde bir denge kurmak amacıyla, Türkiye’de Avrupa hatırlama kültürü anlamında Ermeni sorunuyla giderek daha fazla ilgilendiği yönünde ilk olumlu işaretlerin de ortaya çıkmaya başladığının görüldüğünü bildirmekte ve örnekler vermektedir. 

Birinci örnek olarak TBMM’in, “Ermenilere karşı gerçekleştirilen suçlar” ve Türk-Ermeni ilişkileri hakkında görüşmeler yapmak üzere Ermeni kökenli Türk vatandaşlarını davet etmesi gösterilmektedir. Bununla TBMM’nin AB uyum ve Dışişleri Komisyonunun 4 Nisan 2005 tarihinde yapmış olduğu ve Türk ve Ermeni asıllı bazı yazarların çağrıldığı toplantı kastedilmektedir. Ancak bu toplantı, Ermeni sorunu hakkında bir görüş alış verişi şeklinde olmuş “Ermenilere karşı işlenen suçları” gibi bir konu görüşülmemiştir. 

İkinci örnek, Viyana’da Türk-Ermeni kadınlar diyalogu gibi kamuoyunda iz bırakmamış bir olay gösterilmiştir. 

Üçüncü örnek Türk ve Ermeni tarihçileri arasında gerçekleştirilen ilk temaslar sonucu belge alış-verişi yapılmış olmasıdır. Bununla Türk ve Ermeni tarihçiler arasında Viyana’da yapılan bazı temaslar kastedilmektedir. Ancak kararda , Ermenilerin çekilmesi sonucunda bu girişimin sona erdiğinden bahsedilmemektedir.

Dördüncü örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın Ermeni Patriği Mesrob ile birlikte Türkiye’deki ilk Ermeni müzesini İstanbul’da açmış olması gösterilmektedir. Başbakanın bu jesti tamamen Türkiye Ermenilerine yöneliktir. Türkiye Ermenileri de, kendilerin bir çok kez de ifade ettiği gibi, Ermeni sorunun bir parçası değildir. 

Son örnek olarak Başbakan Erdoğan’ın bir Türk-Ermeni tarihçiler komisyonu kurulmasını önermesi gösterilmiş ancak bunun da hür ve kamuoyuna açık bilimsel tartışmalar temelinde gerçekleştirildiği takdirde başarıya ulaşabileceği belirtilmiştir. 

Kararda Almanya’da Türkiye’den gelen çok sayıda Müslüman’ın yaşıyor olması nedeniyle tarihi anımsamanın ve bu suretle barışmaya da katkıda bulunmanın önemli bir görev olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler, dolaylı bir şekilde, Almanya’da çalışan Türklerin Ermenilerin soykırıma uğramış olduğunu kabul etmelerinin onlar için bir görev olduğunu anlamına gelmektedir. Almanya’daki Türklerin böyle bir görevi yoktur. Almanya’da git gide artmakta olan yabancı düşmanlığının etkisiyle Almanya’daki Türklere Ermeni sorunun bahane ederek baskı yapmaya çalışıldığı görülmektedir.

Kararda Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi bölgenin geleceği açısından büyük önem taşıdığı bu bağlamda acilen AGİT ilkeleri temelinde her iki tarafta güven artırıcı önlemler gerektiği, örneğin Türkiye’nin sınırları açmasının Ermenistan’ın tecridine son verebileceği ve diplomatik ilişkilerin başlatılmasını teşvik edebileceği kayıtlıdır. Ayrıca Almanya’nın AB komşuluk inisiyatifi çerçevesinde özel bir yükümlülük altında bulunduğu, hedefin, Ermenistan ile Türkiye arasındaki durumun normalleşmesi ve iyileşmesine yardımcı olma ve böylece Kafkasya bölgesinde istikrarın sağlanmasına katkıda bulunmak olduğu belirtilmektedir. Görüldüğü üzere kararda Güney Kafkasya’da istikrarın neden bozulduğu hususuna hiç değinilmeden bu istikrarın sağlanması için Türkiye’nin sınırlarını açması ve Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması istenmektedir. Oysa Kafkasya’da istikrarı bozan ülke, Karadağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgal eden, Türkiye’nin sınırlarını resmen tanımayan ve siyasi çıkar sağlamak amacıyla Türkiye’ye karşı soykırım iddiaları ileri süren Ermenistan’dır. Ermenistan’ın bu hareketlerinden hiç bahsedilmemesi Alman Parlamentosu’nun bu kararının inanırlığını ortadan kaldırmaktadır. 

Kararda Federal Eyaletlerin, eğitim yoluyla, Ermenilerin sürülüp yok edilmeleri konusunun Almanya’da da ele alınmasına katkıda bulunmaları gerektiği kayıtlıdır. Bu ifade Ermenilerin soykırım iddialarının Almanya’da okullarda okutulması anlamına gelmektedir. Böylece Alman öğrencilerde bir Türk düşmanlığı belirecek Türk asıllı öğrenciler ise suçluluk duygusuna kapılacaklardır. Bu duygunun Türk asıllı öğrencilerden bazılarının zamanla milli benliklerini terk etmesi sonucunu vereceği düşünülmüş olsa gerektir.

Alman Parlamentosu kararında Federal Hükümetten bazı taleplerde bulunulmaktadır. Bu talepleri, bazıları hakkında açıklamalar yaparak, aşağıda özetle veriyoruz. 

* Türkler ve Ermeniler arasında barışma ve tarihi suçun affedilmesi/özür dilenmesi suretiyle anlaşmaya varılmasının sağlanması için yardımcı olması.

(Türkler Ermenilere karşı bir suç işlenmiş olduğunu kabul etmediklerinden özür dilemeleri de söz konusu değildir. Diğer yandan Ermeni sorunu psikolojik olmaktan ziyade bazı çıkar hesaplarına dayanan siyasi bir sorundur. Bir tarafın özür dilemesi diğer tarafın af etmesiyle çözümlenemez. ) 

* Türkiye Parlamentosu, Hükümeti ve toplumunun Ermeni halkına karşı tarihte ve günümüzde oynadıkları rolü kayıtsız şartsız sorgulanması için girişimde bulunulması ( Bu ifadeler Türkiye’nin Parlamentosu, Hükümeti ve toplumuyla sözde Ermeni soykırımını tanıması gerektiğinin dolayı bir ifadesidir )

* Türk ve Ermeni bilim adamlarının yanı sıra uluslararası uzmanların da katılacağı bir tarihçiler komisyonu oluşturulması için girişimde bulunulması (Alman Parlamentosu böylelikle Başbakan Erdoğan’ın tarihçiler komisyonu önerisini kabul etmiş olmaktadır. Ancak bu komisyona uluslararası uzmanları da katılması gerektiğini öne sürmektedir. Böylece Türler ve Ermeniler kendi sorunlarını kendileri çözmeleri yerine bu sorunlar uluslararası hale getirmek istenmektedir. )

* Konu hakkında sadece Osmanlı İmparatorluğu belgelerinin değil, aynı zamanda Almanya’nın Türkiye’ye de iletmiş olduğu Federal Dışişleri Bakanlığı arşiv belgelerinin de kamuoyuna açılması için girişimde bulunulması (Alman Arşivleri açık olduğuna göre buradaki belgelerin kamuoyuna açılması sözleri anlamsızdır. Ayrıca bu ifadeler Türkiye’de sadece Osmanlı belgelerinin yayınlanmış olduğu kanısını vermektedir. Oysa Türkiye’de Osmanlı belgeleri yanında İngiliz ve Fransız belgeleri de yayınlanmıştır. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Rus belgelerinin yayınlanmasını planlamıştır. Bu arada ilgili Alman belgeleri de yayınlanabilir. Ancak bunlar daha önce incelenmiş olduğundan Alman belgelerinin konunun incelenmesine büyük katkı yapması beklenemez. )

* İstanbul’da yapılması planlanan fakat devlet baskısı nedeniyle ertelenen konferansın gerçekleştirilmesi için girişimde bulunulması ( Ermeni taraftarı bazı Türk bilim adamları ve yazarlarının Boğaziçi Üniversitesinde 2205 yılı Mayıs ayı sonunda düzenlemek istedikleri konferanstan bahsedilmektedir. Bu konferansın yapılması için Alman Hükümetinin neden çaba göstermesi gerektiği anlaşılamamaktadır. Diğer yandan konferansın devlet baskısıyla ertelendiği doğru olmayıp dört ay sonra Türk Hükümetinin yardımıyla yapılabildiği bir gerçektir.)

* Özellikle Ermenilerin kaderi konusunda olmak üzere Türkiye'de düşünce özgürlüğünün teminat altına alınması için girişimde bulunulması (Bu ifadeler, Kararı kaleme alanların Türkiye’deki koşullar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıklarını göstermektedir. Türkiye’de ifade özgürlüğü mevcuttur. Nitekim halen bir çok kişi 1915 Ermeni tehcirinin soykırım olduğunu söylemekte ve yazmaktadır.) 

* Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine yardımcı olması.

(Alman Parlamentosu’nun yukarıda saydığımız kararı Ermeni görüşlerini yansıtmaktadır. Diğer bir deyimle bu karar tarafsız ve adil değildir. Alman hükümeti, ilke olarak, bu kararda ifade edilen görüşleri dikkate almak mecburiyetindedir. O nedenle Alman Hükümetinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerini normalleşmesine olumlu bir katkı yapması mümkün değildir.) 

Özetlemek gerekirse Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen bu karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek kaleme alanların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir. Diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”

Bu vesileyle Alman Parlamentosu’nun bu kararının Türkiye bakımdan hukuki bir sonuç doğurmayacağını belirtelim. Zira, milli egemenlik ilkesi gereği, bir devlet sadece kendi taahhütlerini yerine getirmekle mükelleftir. Başka ülkelerde alınan tek taraflı kararların hukuki yönden bir değeri yoktur. Buna karşın bu kararın, Ermeni diasporasını ve Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı olan tutumlarının daha da sertleştirmek gibi olumsuz bazı siyasi sonuçları olabileceğini ve Alman hükümeti bu karar gereğince girişimde bulunmaya kalktığı taktirde iki ülke ilişkilerinde sıkıntılar, hatta bunalımlar yaşanacağını belirtelim. 

Dışişleri Bakanlığı tarafından 16 Haziran’da yayınlanan bir açıklamada Alman Parlamentosu’nun bu kararı kınamış, kararın Almanya iç politikası hesaplarından kaynaklandığı, hiçbir dayanağı olmayan iddialar ve Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek öneriler içerdiği ve bu kararın iki ülke arasındaki ilişkilere olumsuz etki yapacağının zamanında Alman muhataplara bildirildiği belirtilmiştir. Dışişleri açıklamasının tam metni aşağıdadır:

“Federal Almanya Parlamentosu bugün (16 Haziran), Parlamento’da temsil edilen partilerin ortak sunucu olduğu ve 1915 yılında yaşanan olaylarla ilgili olarak Ermeni iddialarına ilişkin bir kararı kabul etmiştir. Bu kararı esefle karşılıyor ve şiddetle kınıyoruz.

Yaklaşık üç aydır Almanya Parlamentosu’nun gündeminde bulunan bu karar ile ilgili olarak görüşlerimiz her düzeyde Alman muhataplarımıza iletilmiş, kararın tek yanlı içeriğine, metindeki vahim maddi yanlışlıklara ve bilgi eksikliklerine işaret edilmiş ve böyle bir kararın, özellikle Almanya gibi her zaman dost ve müttefik olarak görülen bir ülke tarafından kabulünün Türk halkını derinden yaralayacağına ve ikili ilişkilerimiz üzerinde yapacağı menfi etkilere dikkat çekilmiştir.

Ancak gelinen aşamada, tüm bu uyarılarımızın Federal Alman Parlamentosu tarafından dikkate alınmadığı üzüntüyle gözlenmektedir.

Bu girişimin Alman iç politika hesaplarından kaynaklandığı açıktır. Böyle hassas bir konunun iç politikanın küçük hesaplarına alet edilmesi sorumsuzluk ve dar görüşlülüğün bir kanıtıdır.

Federal Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen karar “Anadolu’daki Ermenilerin neredeyse tamamen imha edildikleri” gibi hiçbir dayanağı olmayan iddialara yer vererek hazırlayıcıların tarih bilgisinden ne kadar uzak olduklarını göstermekle kalmamakta, Alman Hükümeti’ne, “Ermenilerin sürülüp yok edilmesinin” eyalet eğitim politikalarına dahil edilmesini tavsiye ederek Alman gençliğinde Türk düşmanlığı yaratılması sonucunu verebilecek sorumsuz, son derece tehlikeli ve kışkırtıcı öneriler de içermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle barışıktır. Tarihi olayların parlamentolarca değil, ancak tarihçiler ve uzmanlar tarafından değerlendirilebileceği düşüncesinden hareketle arşivlerini Alman ve Ermeniler dahil tüm araştırmacılara açmış, Ermenistan’a, Osmanlı dönemindeki Türk-Ermeni ilişkilerini ortak bir komisyonda incelenmesi önerisini resmen iletmiştir. Türkiye Cumhuriyeti belgelere dayanması halinde tarihinin herhangi bir döneminin muhasebesini yapmak için yabancı ülke parlamentolarının kararlarına ihtiyaç duymayacak kadar da devlet geleneğine sahip bir ülkedir. Ancak, Federal Almanya Parlamentosu kararında dile getirildiği gibi kendi geçmişiyle yüzleşmek ihtiyacını duyuyorsa, bunu asılsız iddialar temelinde şekillendirilen tarihi olaylar ve Türkiye’nin üzerinden değil, kendi tarihi sorumlulukları çerçevesinde yapmalıdır.”


Yukarıda belirttiğimiz gibi Alman Parlamentosu bu kararı oy birliği ile almıştır. Almanların iki ülke arasında çok yakın ilişkilere, Almanya’da üç milyondan fazla Türkün varlığına ve her yıl Türkiye’ye milyonlarca Alman turist gelmesine karşın Alman Parlamentosunda Türk görüşlerini savunan bir kişi dahi çıkmaması kabul edilemez bir durumdur. Yapılan uyarılara rağmen, Alman Parlamentosu’nun ne ülkedeki Türklerin ne de Türk kamuoyunun görüşlerini hiçbir şekilde dikkate almak zahmetine katlanmaması Türkiye-Almanya ilişkilerine olumsuz etkilemiş ve Almanya’ya ve Almanlara olan güveni sarsmıştır.. Bu arada, son seçimleri kazanarak iktidar ortağı olan Hıristiyan demokratların Türkiye’nin AB üyeliği aleyhindeki politikalarını sürdürmeleri de Alman Parlamentosu’nun Ermeni görüşlerini tamamen benimseyen bu karar nedeniyle esasen yıpranmış olan iki ülke ilişkilerini daha da bozması ve yukarıda değindiğimiz bunalımın belki beklenenden kısa bir zamanda çıkması olasılığını güçlendirmiştir. 

Venezuela (2005)

Venezuela Parlamentosu 14 Temmuz 2005 tarihinde Ermeni soykırım iddialarını benimseyen bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir. 

Kararın giriş bölümünde, özetle, insanlık tarihinin ilk bilimsel olarak planlanmış, örgütlenmiş ve icra edilmiş soykırımının doksan yıl önce meydana geldiği, bu soykırımın Genç Türkler ve onların ideolojisi olan Pantürkizm tarafından Ermeni halkına karşı işlendiği ve iki milyon kadar kişinin ortadan kaldırılmasına yol açtığı, bu tür cinayetlerin tekrarlanmaması için açıkça ifade edilmesi ve bu soykırımın Türk halkı ve dünyanın bütün hakları tarafından reddedilmesi gerektiği ve siyasi davalar ve çıkarlar nedeniyle soykırımın inkar edilmesi yoluyla tarihin değiştirilmesine çalışıldığı belirtilmektedir. Karada ayrıca Ermeni halkının ve hükümetinin taleplerinin desteklendiği, Ermeni soykırımını tanıyıncaya kadar Türkiye’nin üyelik başvurusunu ertelemesini Avrupa Birliğinden istendiği gibi hususlar da yer almaktadır.

Görüldüğü gibi bu karar Ermeni soykırım iddiaları hakkında şimdiye kadar çeşitli ülkeler parlamentolarında alınan ,kararların en serti ve en abartılısıdır. Venezuela Parlamentosunu bu kadar cesur kılan husus, şüphesiz, Türkiye’nin uzaklığı ve iki ülke arasında kayda değer ilişki olmamasıdır. Venezuela’da zengin, diğer bir deyimle etki yapabilen bir Ermeni Cemaatinin varlığı, buna karşın kayda değer sayıda Türk olmaması da bu kararın kolaylıkla alınmasın başlıca nedenleridir. Ayrıca Uruguay ve Arjantin’de alınan kararların da Venezuela parlamentosu için emsal teşkil ettiği muhakkaktır. Bir Ermeni kaynağı otoriter idaresi ve popülist davranışları nedeniyle ABD tarafından eleştirilen Venezuela Başkanı Chavez’in bu kararla Batılıları ve özellikle Avrupa ülkelerini vicdani görevlerini yapmaya çağırmak fırsatını kullandığını yazmıştır. 

Litvanya (2005)

Litvanya Parlamentosu 15 Aralık 2005 tarihinde aldığı bir kararla Ermenilerin soykırım iddialarını tanımış ve Türkiye’den de tanımayı yapmasını istemiştir. Türkiye Dışişleri Bakanlığı ertesi gün yaptığı bir açıklamada Parlamentoların tarihin tartışmalı dönemlerine ilişkin hüküm verme görevi olmadığını, tarihin tarihçiler ve bu kararın ne Türkiye ne de Litvanya arasındaki ilişkilere, ne de Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine olumlu yansımaları olmayacağını bildirmiştir.

Türkiye ile hiçbir sorunu olmayan, ayrıca Ermenistan ile ilişkilerinin de bir özelliği bulunmayan Litvanya Parlamentosu’nun bu kararı almasının nedenlerini, Slovakya gibi bu ülkenin vaktiyle Nazilerle işbirliği yapmış olmasında aramak gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı’nın başında bağımsızlığını kaybederek Sovyetler Birliği’ne bağlanan Litvanya savaş içinde Alman orduları tarafından işgal edilmiş, tekrar bağımsızlığını kazanmış ve Nazilerle işbirliğine başlamıştır. Bu çerçevede Litvanya’daki 220-250 bin civarında olduğu tahmin edilen Yahudilerin neredeyse tamamı (%95) ortadan kaldırılmıştır[42]. Savaş sonrasında tekrar Sovyetler Birliği’ne dahil edilen Litvanya Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanmış, Avrupa Birliği’ne katılma sürecinde vaktiyle Yahudilere yapılanları affettirmek veya unutturmak amacıyla insan hakları savunuculuğu yapmaya başlamıştır. Litvanya Parlamentosu Ermenilerin soykırım iddialarını tanımakla kendi ülkesinde Yahudilere karşı işlenmiş olan soykırım suçunun daha önce başka ülkeler tarafından işlendiğini ileri sürerek, diğer bir deyimle Litvanya’nın bu suçu işlemekte yalnız olmadığını vurgulayarak kendi sorumluluğunu hafifletmeye çalışmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder