29 Mayıs 2014 Perşembe

YAKUP CEMİL
1903`de Teğmen rütbesiyle Harp Okulu`ndan mezun oldu. İlk görev yeri Manastır`da konuşlanan 6. Nizamiye Piyade Tümeni idi. Burada Enver Paşa`nın emrinde bulunmuş ve hayatı boyunca da Enver Paşa`nın en yakınındaki adamlarından biri olmuştur. II. Meşrutiyet dönemine kadar bu bölgede görev yaptı. Bulgar, Sırp, Yunan, Arnavut çetelerine karşı mücadele etti. Gayri Nizami Harp tecrübesini bu dönemde kazandı. İttihat ve Terakki`ye katılması da yakın arkadaşlarının etkisiyle aynı dönemdedir.
İhtilalin ardından İttihat ve Terakki cemiyetince 1909 yılında İran`a gönderildi. Görevi daha önceden kaldırılmış olan meşrutiyeti yeniden ilan ettirmek üzere yeraltı faaliyetlerinde bulunmaktı. Yol boyunca, bölgedeki kürt aşiretlerinin desteğini toplayarak ilerledi. İranlı meşrutiyet yanlıları ile işbirliği yapdı. 31 Mart olaylarının patlak vermesiyle İstanbul`a çağrılınca görevini bırakmak zorunda kaldı. İsyan bastırıldıktan sonra Ermeni ayaklanmaları sebebiyle müfettiş-i umumi olarak Adana`ya gönderildi. 1910 da gazeteci Ahmet Samim Bey`e düzenlenen suikastın faili olduğu iddia edildi ancak bu iddia ispatlanamadı.
Trablusgarp Dönemi
1911`de İtalyan işgaline maruz kalan Kuzey Afrika`daki Osmanlı topraklarını kurtarmak amacıyla başlatılan mücadeleye katıldı. Trablusgarp yoluna Binbaşı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey ile çıktı. Başta Kurmay Binbaşı Enver Bey olmak üzere İttihat ve Terakki`nin en önemli komutanları Trablusgarp-Bingazi eksenine gelmişti. Yakub Cemil yine Enver Bey`in emrindeydi. Yerel halkı örgütleyerek gerilla savaşını başlattılar. Bu esnada sırf siyah tenli olduğu nedeniyle düşmana bilgi sattığından şüphelendiği kendisinden rütbeli teğmen şükrüyü bir gece çadırına gelerek uykusundan kaldırıp kafasına bir kurşun sıkarak öldürmüştür.o gece karargah karışmış ve yakup cemil bir çılgınlık daha yapmaması için istanbula gönerilmiştir.daha sonra bu olayı kendine soranlara siyah olduğu için öldürdüm demiştir.( acaba)
Bab-ı Ali Baskını ve Balkanlar
1912`de başlayan Balkan Savaşları`na 4000 cezaevi mahkumundan oluşan gerilla ordusu katıldı. Bu ordu ile beklenenin üzerinde yarar sağladılar. Ancak Osmanlı ordusu savaşta yenilince Bulgarlar Rumeli`nin (Edirne) kendilerine verilmesini istediler. Fakat Kamil Pasa Hükümeti bunu kabul etmedi fakat o dönemde muhalefette olan İttihat ve Terakki Fırkası ve dolayısıyla da cemiyet Rumeli`nin Bulgarlara bırakıldığının ileri sürerek tarihe Bab-ı Ali baskını olarak geçen ikinci ihtilalini gerçekleştirdi. Yakub Cemil, Bab-ı Ali binasına ilk giren baskıncılar arasındaydı. Baskın esnasında karşılarına çıkan ve "Siyasete karışmayacağınıza söz vermiştiniz sözünüz bu muydu?" diyen Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa`yı "bu herife laf anlatılırmı" deyip şakağından vurmuştur. Bu olayın etkisiyle kısa bir süre sonra, yüzbaşı rütbesinde iken ordudan atıldı. Yine de aynı yıl Garbi Trakya Muvakkat Hükümeti`nin kurulmasıyla sonuçlanan muharebe döneminde Enver Bey`in emrinde orduda gönüllü olarak yer aldı.
Teşkilat-ı Mahsusa
1914 de Teşkilat-ı Mahsusa`nın resmen kurulmasıyla bu kuruma alındı ve ilk görev yeri olarak da Doğu Anadolu belirlendi. 2000 kişilik mahkum ordusuyla yola çıktı. Çorum`da konakladıkları esnada yerel halktan birini yargılamadan idam ettirmesi tepkilere sebep oldu. Bölgedeki diğer ordu birlikleriyle çeşitli zaferler kazandı ancak Ardahan`da ciddi bir yenilgiye uğradı ve geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Ermeni çetelere karşı mücadele etmekle görevlendirildi. 1915 de alınan kararla Erzurum ve çevresindeki Ermenilerin tehcir edilmesini organize etti. Tehcir süresinde emrini verdiği bazı komitacıların yargısız infazları nedeniyle bu görevinden de alındı. Yeni görev yeri olan Bitlis`te, emirleri ihlal edip çıkan isyanlara karşı aşırı sert davrandığından dolayı, bu seferde Bağdat`a gönderildi. Bağdat cephesinde de emirleri ihlal etti ve fevri olarak emrettiği bir taarruzda bölüğünün büyük kısmını kaybetti. Bu olay cephe günlerinin de sonu oldu ve acilen İstanbul`a çağrıldı.
İdam Edilişi
İstanbul günlerinde Enver Paşa ile ters düştü ve yakın arkadaşları ile ihtilal planları yaptı. İttihat ve Terakki hükümetini dağıtmak, Enver Paşa`nın yerine vatan kahrmanı Mustafa Kemal Paşa`yı getirmek istiyordu. Sonradan bu fikrinden vazgeçtiği halde hükümeti devirmeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklandı. Vatana ihanetten suçlu bulundu.Ancak hıncı Talat paşa`ya idi.asıl durumu öğrenen Enver Paşa Yakup Cemil gibi bir vatanseverin idam edilmesinden yana değildi.Ancak enver Paşa`nın yurtdışında bulunmasını fırsat bilen Talat Paşa Yakup Cemil`in idamına karar verdi. 11 Eylül 1916 günü kurşuna dizilerek idam edildi.
Yakub Cemil efsaneleri ..
İdamında vücuduna 14 mermi saplanmasına rağmen yarım saat boyunca can vermediği söylenir.
Vücudundan sızan kanların toprağa önce vatan yazdığı efsanesi türemiştir.
Kendisini idam edecek olan askerlerin "ateş" emrine rağmen ateş edemedikleri daha sonra Yakub Cemil`in olayı fark ederek asker nişan al -güldükten sonra - "ateş" emrini kendisinin verdiği söylenir..

ŞEYH BEDREDDİN
Şeyh Bedreddin İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensup ünlü Türk mutasavvıf, filozof ve kazasker. Özellikle 15. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu Fetret Devri sırasında desteklediği Musa Çelebi'ye verdiği destek ve çağdaş sosyalizm uygulamalarını çağrıştıran yönetim yöntemleriyle bilinmektedir.
Yaşamı
Yaşamı hakkında bilinenler büyük oranda torunu Hafız Halil'in yazdığı "Menakıbname"'ye dayanır.
Günümüzde Yunanistan topraklarında bulunan Simavna kasabasında doğmuştur. Kesin doğum tarihi bilinmemekle beraber çeşitli kaynaklarda 1358, 1359 veya 1365 olarak verilir. Menakıbname'ye göre babası Endülüs'ten İslâm âlimi diye gelmiş kendisini ustaca Müslüman Türk olarak kabul ettirmiştir. Daha sonra Simavna kadısı olur. Annesi Rum asıllı bir Hıristiyan iken Müslüman olan Melek Hatun'dur. Edirne'nin Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşir.
Şeyh Bedreddin eğitimine Edirne'de babasının yanında başlar. Hocası Molla Yusuf sayesinde fıkıh ilmiyle tanışır. Hocası ölünce Bursa'ya gider, astronomi ve matematik alanlarında büyük şöhret kazanan Koca Efendi diye de bilinen Bursa Kadısı Şeyh Mahmud'dan ders alır. Daha sonra Konya'da Feyzullah'tan mantık ve astronomi dersleri alır. Daha sonra dönemin İslâm dünyasının ilim merkezi olan Kahire'ye gider.
Menakıbname'ye göre 8 Aralık 1382 tarihinde Kahire'ye varır. Burada Memluk Sultanı Berkuk'un dostu ve danışmanı olan dönemin ünlü alimlerinden Ekmeleddin el-Bayburti'nin öğrencisi olur. Sultan Berkuk Bedreddin'i oğlu Ferec'in özel hocalığına tayin eder.
Sultan Berkuk'un sarayında geçirdiği üç yıl zarfında Hüseyin Ahlati ile tanışır ve düşüncelerinden etkilenir. Berkuk Bedreddin ve Ahlati'ye birer Habeş cariye sunar. Menakıbname'nin yazarı Hafız Halil'in babası İsmail'i bu cariyelerden biri olan Cazibe doğurur. Diğer cariye Mariye (Meryem) ise Ahlati'nin öğretisini özümsemiştir. Bedreddin, Mariye ile yaptığı konuşmalarda kendisini gülün dikeni gibi gördüğünü söyler: "Anı gül gördi vü kendüni diken". Ahlati Bedreddin'in tasavvuf yolunda yol göstericisi olur.
Hüseyin Ahlati bir süre sonra Bedreddin'i Tebriz'e yollar. Burada Anadolu seferinden dönen Timur'la karşılaşan Bedreddin, ilmiyle Timur'u ve maiyetini etkiler. Timur kendisiyle beraber gelmesini istese de Bedreddin bunu kabul etmez ve Kahire'ye döner.
Ahlati ölümünden hemen önce Bedreddin'i halifesi ilan eder. Ancak müritlerinin bazıları buna tepki gösterir. Bedreddin altı ay sonra Mısır'ı terk eder. Menakıbname bu ayrılışın sebebini Rumeli'ye dönme arzusu olarak gösterse de, müritlerin muhalefeti ve Mısır'ın içinde bulunduğu siyasi karmaşa da bu kararın sebeplerinden olabilir.
Şeyh Bedreddin önce Halep'e sonra Karaman ve Germiyan Beyliklerinin topraklarına gider. Gittiği yerlerde tanınmaktadır. Buradan Menderes Vadisi boyunca ilerleyerek Aydın'a gelir. Menakıbname'ye göre, yolu üzerindeki Nizar köyünde en önemli müritlerinden Börklüce Mustafa ile tanışır. Daha sonra Tire üzerinden İzmir'e geçer. Menakıbname'de İzmir'den, Hıristiyan nüfuslu Ceneviz hakimiyetindeki Sakız Adası'na geçtiği anlatılır.
Kütahya ve Domaniç üzerinden Bursa'ya yaptığı yolculuğu sırasında Sürme köyünde diğer önemli müridi Torlak Kemal ile tanışır. Gelibolu üzerinden Trakya'ya geçer ve Edirne'ye ulaşır. Kahire'den Edirne'ye kadar gittiği her yerde müritler toplamıştır. Birkaç ay sonra Bursa ve Aydın'a tekrar gider, sonrasında yedi yıl Edirne'de kalır.
Bu sırada Osmanlı Devleti Fetret Devri'ndedir. Şeyh Bedreddin Musa Çelebi'nin kazaskeri olma teklifini kabul eder ve iki yıl Edirne'de kazaskerlik yaparak geniş çevrelerle temas kurar. Bir ihanetinden ya da suçundan dolayı ailece İznik'e sürülmüştür. Sürgün olduğu sırada eski müridleri Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ayrı ayrı yerlerde (Aydın ve Manisa) Mehmet Çelebi'ye karşı ayaklanma hazırlamıştır. Şeyh Bedrettin üç ayrı yerde birden müridleriyle birlikte ayaklanma çıkartmıştır. Börklüce Mustafa, Karaburun'da Beyazıd Paşa'yla çarpışırken öldürülür ve isyan bastırılır. Torlak Kemal de Manisa'da yakalanır ve burada asılarak idam edilir. Sultan Mehmet isyanların başındaki kişi olarak gördüğü Şeyh Bedreddin'i Edirne'ye varamadan ele geçirir. Kendi fetvasıyla idam edilir. Serez çarşısında üryan olarak asılır ve burada defnedilir. Ölüm tarihi çeşitli kaynaklarda 1416 veya 1420 olarak verilir. 1961'de kemikleri, Divanyolu'ndaki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedilmiştir.
İsyanı
Kazaskerliği sırasında kethüda olarak yanına aldığı Börklüce Mustafa, Bedreddin'in sürgüne gitmesiyle beraber Aydın'a döner. Burada Osmanlı idaresinden memnun olmayan köylüleri ve yoksul dervişleri etrafına toplayarak isyan eder. İsyanın merkezi Karaburun Yarımadası'dır. İsyancıların sayısını Bizanslı tarihçi Dukas 6.000, Osmanlı tarihçilerinden Şükrullah bin Şehabettin 4.000, İdris-i Bitlisi ise 10.000 olarak verir. İsyanı bastırmak üzere harekete geçen Saruhan Beyinin ordusu bozguna uğrar. Bunun üzerine Sultan Mehmet (I. Mehmet Çelebi veya I. Mehmed) oğlu Murat ile veziri Beyazıt Paşa'yı bölgeye yollar. İsyan bastırılır, isyancılar Börklüce Mustafa'nın gözü önünde kılıçtan geçirilir. Börklüce Mustafa ise bir deve üzerinde çarmıha gerilerek öldürülür ve şehirde gezdirilir.
Börklüce isyanıyla muhtemelen aynı zamanlarda, Manisa civarında Torlak Kemal liderliğinde bir isyan daha patlar. Daha küçük olan bu isyan da şiddetle bastırılır ve isyancılar öldürülür.
Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının Bedreddin'in onayıyla gerçekleşip gerçekleşmediği belirsizdir. Ancak bu kişilerin Bedreddin'in müritleri olduğu konusunda tüm kaynaklar hemfikirdir.
Bu sırada Sinop üzerinden Eflak'a giden Bedreddin'in Edirne'ye dönüş yolculuğunda, Osmanlı otoritesinin çok güçlü olmadığı Balkan topraklarında kaynaşmalar başlar. Osmanlı tarihçileri Bedreddin'in düzenli bir isyan örgütlediğini yazarlar. Menakıbname ise Bedreddin'in tek amacının yeni yazmış olduğu Nurü'l-kulub adlı eserini sultana sunmak olduğunu yazar. Osmanlı ordusu bu isyanı da şiddetle bastırır ve Bedreddin ölüme mahkûm olur..
Mutasavvıflığı
İslâm tasavvufu Vahdet-i Vücud okuluna mensup diğer mutasavvıfların etrafındaki tartışmaların bir benzeri Şeyh Bedreddin için de yapılmıştır. Kimileri kendisini bâtıl (şirk > müşrik) olarak, kimileri de büyük bir sûfî olarak görmüş hatta eseri Varidat'a şerhler yazmışlardır. Mutasavvıflardan Sofyalı Bâlî Efendi, Aziz Mahmud Efendi ilk görüşe sahip olanlardır. Ancak mutasavvıf ve şair Niyazi Mısri ve son devrin Melami şeyhlerinden Seyyid Muhammed Nur ikinciler arasında yer almışlardır.
Yapıtları
Ölümünden sonra eserlerinin birçoğu gizlenmiş veya kaybolmuştur. Menakıbnameye göre 48, başka kaynaklara göre 38 yapıtı vardır. Bazı yapıtlarının adı bilinmekle beraber günümüze ulaşmamıştır. En iyi incelenmiş yapıtı Varidat'tır.
-Varidat
-Cami’ü’l-fusuleyn
-Letai'fü’l-işarât
-et-Teshil
-Meserretü’l-kulûb
-Unkudü’l-cevahir
-Çerağu'l-fütuh
-Nurü'l-kulup
Anadolu'daki önemli Celali ayaklanmaları ve önderleri [2]
İlk Celali önderlerinden biri Bolu ve Gerede yöresinde 1581'de ortaya çıkan Köroğlu Ruşen'di. Köroğlu, soyguncu devlet yöneticilerine ve beylere karşı mücadele etti. Yaşamı ve serüvenleri, halk arasında derin izler bıraktı ve Köroğlu Destanı’na konu oldu.
16. yüzyılın sonlarına değin Celali ayaklanmaları, daha çok yöresel bir özellik taşıyordu. 1598'de Sivas ve Maraş bölgesinde çıkan Karayazıcı Ayaklanması, Celali hareketlerinin niteliğini değiştirdi. Sekban askerlerinin komutanıyken ayaklanan Karayazıcı’ya, dirlikleri ellerinden alınan sipahiler, topraklarını terk eden köylüler, işsiz kalan sekbanlar, yönetimden hoşnut olmayan beyler ve paşalar da katıldı. 20 bin kişilik bir ayaklanmacı ordusunu yöneten Karayazıcı, büyük kentlere bile baskınlar düzenleyip çekiliyordu. Karayazıcı üzerine gönderilen Osmanlı ordusu karşısında Tokat'a çekildi ve 1601'de öldü.
Karayazıcı'nın ölümünden sonra ayaklanmacıların başına kardeşi Deli Hasan geçti. Osmanlı Devleti, Orta Anadolu'ya egemen olan Deli Hasan kuvvetlerini bastıramayınca, onunla anlaşma yolunu seçti. Deli Hasan’ı paşa unvanıyla Bosna beylerbeyliğine atadı. Ancak devletin bu tavrı öbür Celali önderlerini cesaretlendirdi. 1603-1607 arasında Celali ayaklanmaları bütün Anadolu'ya yayıldı. Tavil Ahmed, Canbulatoğlu ve Kalenderoğlu gibi Celali önderler devlet otoritesini ortadan kaldırdılar. Anadolu’daki köylüler canlarını kurtarmak için yerleşim yerlerini terk ederek dağlara sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı tarihine bu dönem "Büyük Kaçgun" olarak geçmiştir.
Sonunda Osmanlı Devleti, Celalileri kesin olarak ortadan kaldırmaya karar verdi. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir orduyla 1606’da Anadolu'ya geçti. 1610 yılına kadar giriştiği savaşlarda Celalileri ve adamlarını acımasızca öldürerek cesetlerini açtırdığı kuyulara doldurttu. Bu dönemde öldürttüğü insan sayısının 65 bin civarında olduğu rivayet edilir.
Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa 1622'de yeni bir ayaklanma başlattı ve bu ayaklanma ancak 1627’de bastırılabildi. Sultan I. İbrahim döneminde (1640-1648) Sivas Valisi Vardar Ali Paşa ve Isparta yöresinde Kara Haydaroğlu ile Katırcıoğlu ayaklanmaları çıktı. Ama Osmanlı Devleti, ayaklanmacılara karşı siyasetini belli ölçülerde değiştirdi ve onları denetim altına alma yolunu kullandı. Katırcıoğlu, Karaman beylerbeyliğiyle ödüllendirilerek etkisiz hale getirildi. 1658'de ayaklanan Abaza Hasan Paşa'ya da devlet görevi verildi. Anadolu'da 17. yüzyılII. Viyana Kuşatması'ndan sonra Avusturya ve müttefiklerine karşı yürütülen savaşlarda asker olarak orduya alındı.
Celali ayaklanmalarının sonuçları
Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirdi. Ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçti. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin belkemiği olan Tımar Sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı

celali isyanları

Celâlî İsyanları
Genel olarak Celâlî isyanları ve sebepleri [1]
Celâlî, Celâl’e mensup demektir. Yavuz Sultan Mithatn Selim zamanında Bozok’da 1519 yılında isyan eden Kızılbaş Şeyh Celâl’in isyanı üzerine, daha sonra meydana gelen isyanlara hep Celâlî isyanları ve âsilere de Celâlîler denmiştir. O halde, celâliği, geniş anlamda, devlete isyan yani bağy veya hurûc ales-sultân diye de isimlendirebiliriz.
Celâlî isyanlarını iki ayrı safhada incelemek mümkündür:
Birinci safhada, Safevi Devleti’nin himayesinde, bir mezhep mücadelesi tarzında başlayan ve daha ziyade İran’ın tahrikleri sonucu Osmanlı Devleti’ne fırsat buldukça isyan eden Şi’î Türkmenlerin hareketleridir. Bunlara Alevî veya Kızılbaş isyanları da denmektedir. Bu manada en önemli isyan II. Bâyezid devrinde Antalya taraflarında başlayan Şahkulu isyanı idi. Çaldıran Zaferi bu tip isyanları ortadan kaldırmaya yetmedi ve 1519’da Yavuz tarafından bastırılan Şeyh Celâl isyanı ile, artık memnun olmayan kitlelerin hareketine adını veren olay meydana gelmiş oldu. Kanuni’nin zamanında da Şehzâde Mustafa’nın idamıyla fırsat bulan Celâlîler, Düzmece Mustafa diye birinin etrafında toplanarak devlete isyan ettiler. Şehzâde Bâyezid’in durumu ise, İran Şahının da tahrikiyle tam bir isyana dönüştü. Alevîlik davasıyla isyan eden Celâliler arasında Sülün, Baba Zünnun, Domuzoğlan, Karaisalı Cemâatinden Veli Halife ve nihayet Hacı Bektaş-ı Veli’nin neslinden olduğunu iddia eden Âsi Kalender bulunmaktadır.
İkinci safha ise, Osmanlı Devleti’nin hukukî, sosyal ve iktisâdî hayatının bozulması ve bunun neticesinde devlet teşkilâtında kayırmaların, baskıların, zulümlerin ve rüşvetin artması üzerine, bu sebeplerden biriyle devlete kırgın olanlarla daha evvel Celâlî isyanlarının temelini teşkil eden mezhep mücadelesinin birleşmesi safhasıdır. Bu ikisi başlayınca, Osmanlı devleti kontrolü çok ciddi manada kaybetmiştir. Bu kontrolün kaybı, hem hukukî alanda ve hem de malî alanda yanlışlıkların ve zulümlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Biraz evvel gördüğümüz gibi, artık düzenli bir hukuk sisteminin devamı olmak üzere yeni çıkarılan kanunlar ve bunlara göre verilen tezkireler değil, meydana gelen haksızlıkları önlemek ve kanunların tatbik edilmezliklerini ortadan kaldırmak için çıkarılan adâletnâmeler gündemdedir.
İşte bu noktada devletin idaresinden hoşlanmayan gruplar, bu öfkelerini ortaya koymak üzere bir çıkış yolu aramışlar ve devlete baş kaldıran her reisin maalesef arkasında yer almaya başlamışlardır. Bunlara Safevi devletinin tahriklerini ve de seferlerde alınan kötü neticeleri de ekleyince, Osmanlı Devleti’nin en az 200 yılına damgasını vuran Celâlî isyanları ortaya çıkmıştır. Bu sebeplerden bazılarını şöylece özetlemek mümkündür:
1) Osmanlı Devleti’ni yücelten hukuk ve adalet sistemindeki bozulma bu isyanların birinci sebebidir. Zira devlet görevlileri, adaleti arka plana itince ve re’âyâya ağır vergiler salmaya başlayınca, vatandaş devletinden her geçen gün soğumuştur. Bir taraftan idarecilerin zulmüne ve diğer taraftan Celâlilerin baskısına dayanamayan halk, celây-ı vatan ederek yani evini yurdunu terk ederek çoğunlukla bir başka Celâli grubuna karışıyordu.
2) Osmanlı iktisâdî hayatındaki bozulma önemli bir isyan sebebiydi. Bir tarafdan refah ve lüks ve diğer tarafdan da buna ulaşmak için başvurulan rüşvet yolu, bunların yanında vatandaşın vergi ve fakirlik kıskaçları arasında kalması, insanları isyana teşvik ediyordu. III. Murad devri Osmanlı Devleti’nde enflasyonun yaşandığı ilk dönemdir. Bu yüzden yeniçeri isyanları da başlamıştır.
3) Osmanlı Devleti’nin savaşlarda zafer yerine mağlubiyetler alması da isyanların önemli sebepleri arasındadır. Mesela uzun süren Osmanlı Avusturya savaşları, halkı bıktırmış ve psikolojik açıdan insanları devletten soğutmuştur. Bu arada bir ateşli silah olarak tüfeğin Anadolu’da bol miktarda bulunması da, tarihçiler tarafından, savaşlar kadar isyanlara sebep olarak gösterilmektedir.
4) İlmiye sınıfının bozulması ve devlet işlerinde ehliyet yerine yakınlara ve dostlara görev verilmesi, devlete isyan edenlerin maalesef kalitesini yükseltmiştir. Yani Celâlîler, eskisine nazaran daha güçlü reisler çevresinde toplanmaya başlamışlardır. Devlet hayatında yanlış uygulamalardan rahatsız olan bazı vasıflı devlet adamları da, maalesef patlamaya hazır bomba gibi duran isyancı grupların başlarına geçebiliyorlardı. Karayazıcı, Deli Hasan, Tavil Ahmed ve Canboladoğlu isyanları bunlara misâl olarak verilebilir.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

Ermenistan`ın Etnik Temizlik, Soykırım ve İşgalcilik Politikasının Sonuçları

Ermenistan`ın Etnik Temizlik, Soykırım ve İşgalcilik Politikasının Sonuçları


Ermenistan`ın  Işgalcilik Politikasının Aşamaları
Tarihi bilgiler gösteriyor ki, stratejik açıdan önemli bir öneme sahip olan Azerbaycan`ın Karabağ bölgesinin dağlık bölümüne İran`dan ve Türkiye`den çok sayıda Ermeni nüfusunun aktarılmasına XIX yüzyılın başlarında başlanmıştır. Çarlık Rusyasının sömürgecilik politikasının bir parçası olan bu göçürülme süreci bütün XIX yüzyıl boyunca devam ettirilmiş ve sonuçta bölgede demografik duruma etki göstermiştir. Ermenilerin bu bölgede yapay olarak çoğaltılması onların yirminci yüzyılın başlarından başlayarak Azerbaycan`a karşı toprak iddialarının baş kaldırmasına sebep olmuştur. 

"Büyük Ermenistan" fikri ile yaşayan Ermeniler kendi amaçları için dış hamilerinin yardımlarıyla çeşitli dönemlerde Azerilere ve Türklere karşı korkunç terör ve soykırım hayata geçirmekle etnik temizlik politikası yürütmüşler. Öyle ki, Azerbaycan halkı son 200 yılda Ermeni milletcilerinin sürekli olarak etnik temizlik, soykırım ve saldırganlık politikasına maruz kalarak, kendi tarihi topraklarından göç ettirilmiş, göçkün ve zorunlu mülteciye çevrilmişlerdir. 

Sovyet döneminde Azerbaycan`ın Karabağ bölgesinin dağlık kısmında yaşayan Ermeni toplumu tüm siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel konuları içeren muhalefete sahip olsa da, Ermenistan kendi toprak iddialarını birkaç kez ortaya atmış, ancak isteğine ulaşamamıştır.

Fakat, buna karşılık 23 Aralık 1947 yılında SSCB Bakanlar Sovyeti`nin "Ermenistan SSC`den kolhozcu ve diğer Azerbaycanlı nüfusun Azerbaycan SSC`nin Kür-Aras ovasına aktarılması hakkında" kararına göre 1948-53 yıllarında Azerbaycanlıların tarihi topraklarından, özellikle de Erivan ve çevre bölgelerinden toplu sınırdışı edilmesi sonucunda 150 bine yakın soydaşımız şiddete maruz kalarak Azerbaycan`ın aran (düzlük) rayonlarına aktarılmıştır . 

XX yüzyılın 80`li yıllarının ikinci yarısında Ermeniler kendilerinin yakın ve uzak yurtdışındaki hamilerinin yardımlarıyla "Büyük Ermenistan" fikrini hayata geçirmek için açıklık ve demokrasiyi kullanarak yeniden Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ bölgesine dair toprak iddiaları ileri sürdüler. SSCB`nin çöküşü sırasında Dağlık Karabağ bölgesinde yaşayan Ermenilere Azerbaycan`dan ayrılarak Ermenistan birleşmeyin zorunluluğu fikrini yapay olarak kabul ettiren saldırgan devlet buna ulaşmak için Dağlık Karabağ`dan 50 bin azerbaycanlını soykırım ve tecavüze maruz bırakıp göçe maruz koymuş, ayrıca Ermenistan`dan 250 bin azerbaycanlını tarihsel yaşadığı topraklardan şiddetli bir şekilde sınırdışı etmiştir. 

Sorunun başlangıcında saldırgan saldırıya maruz kalanın aynı tutulması sonucunda bugüne kadar çözümlenemeyen sorun meydana gelmiş oldu. Sovyet yönetiminin konuya zamanında ve ilkeli fiyat vermemesi, Ermenistan`ın toprak iddialarının asılsız olduğunun gösterilmemesi önce Esgeran, sonra ise, Ermeniler tarafından özel plan çerçevesinde hazırlanmış Sumqayıtta yaşanan trajik olaylara yol açtı. 
Artık 1988 yılının ikinci yarısında durum o kadar karışık bir hal aldı ki, Dağlık Karabağ Bağımsız Vilayetinin Azeri halkına karşı silahlı saldırı oldu. Öyle ki, Ağustos`un sonu ve Eylül`ün başlarında Kerkicahan ve Hocalı üzerine ermenilerin toplu saldırısı yaşandı. 18 Eylül`de Ermeniler Hankendi`nde yaşayan 15 bin kadar azerbaycanlını kentten zorla çıkardılar, onların evleri yakıldı, kendilerini ise Şuşa ve çevre rayonlara taşınmaya zorladılar. 

Ayrıca, eski SSCB yönetiminin hamiliyi sayesinde Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ bölgesine dair toprak iddiasında bulunan Ermenistan Meclisin gizli talimatına göre, iki hafta içinde, 1988 yılı 22 Ekim `den 7 Aralığa kadar olan süre içinde Azeriler yaşayan 22 rayonda 170 sırf ve 94 karışık (Ermenilerle) yerleşim yerleri boşaltılmış, sonuçta 200 bin Azeri nüfus Azerbaycan`a kovulmuştur. 

Sonuçta, Ermenistan`ı azerbaycanlılardan temizlemek talimatı  uygulanarak, 216 Azerbaycanlı vahşice katledilmiş, binlerce kadın, çocuk ve ihtiyar vücut hasarı görmüş, on binlerce ailenin emlaki yağma edilmiştir . 

Öyle ki, Sovyet yönetiminin çok ciddi ve affedilmez hataları ve ermeni tarafdarı politikası 1990 yılının sonu-1991 yılı başında durumun gittikçe kötüleşmesine neden oldu, DKBV ve Azerbaycan`ın Ermenistan ile komşu bölgelerinde ermeni saldırısı daha genişlendi. 

Bu yıllarda Moskova-Bakü yolcu trenlerinde, Tiflis-Bakü, Tiflis-Ağdam, Ağdam-Şuşa, Ağdam-Hocalı güzergahları üzere otomobillerde yapılan terör eylemleri sonucunda yüzlerce Azeri`nin hayatına son verildi. Binlerce Azerbaycanlı Moskova tarafından himaye edilene Ermenilerin işgalcilik politikasının kurbanı oldu. 

Maalesef olayların başlangıcında ermeni ayrılıkçılarının önünün alınmaması durumu gitgide kötüleştirmekteydi. Sonuçta, ermeniler Azerbaycan hükümeti tarafından kontrol edilmeyen vilayette Ermenistan`dan gönderilen silahlı çeteler ve askeri teknolojinin yardımıyla Azerbaycanlılara karşı daha kanlı cinayetler işlediler ki, bu da sorunun büyüyüp büyük ölçekli savaşa dönüşmesine neden oldu. 

1991 yılından Karabağ`ın dağlık kısmında meydana gelen olayların gerginliği giderek artıyordu. Artık toplumsal-siyasal durum büyük felaketin yaklaşmasını haber vermekteydi.1991 yılının Haziran-Aralık aylarında ermeni silahlı kuvvetlerinin Hocavendin Karadağlı ve Esgeran ilçesi Meşeli köyüne saldırısında 12 kişi öldürüldü, 15 kişi ise yaralandı. Aynı yılın Ağustos ve Eylül aylarında Şuşa-Cemilli, Ağdam-Hocavend ve Ağdam-Karadağlı otobüslerinin ermeni silahlı birlikleri tarafından ateşe tutulması sonucu 17 kişi ölmüş, 90 kişiye kadar Azerbaycanlı yaralanmıştır . 

1991 yılının Ekim ayının sonunda ve Kasım ayında Karabağ`ın dağlık bölgesindeki 30`dan fazla yerleşim birimi, aynı zamanda Tuğ, İmaret-Kervend, Sırhavend, Meşeli, Cemilli, Umitli, Karadağlı, Kerkicahan ve başka bu gibi diğer stratejik öneme sahip köylermiz ermeniler tarafından yakıldı, yıkıldı ve talan edildi . 
Genellikle, 1988-1991 yıllarında, yani olayların başlangıcından SSCB`nin çökmesine kadar olan dönemde Birliğin hakim daireleri tarafından himaye edilen Ermenistan Azerbaycan`a karşı açık saldırganlık politikası yürütmüş, sonuçta huzurlu sakinler katledilmiş, yerleşim birimleri yıkılmış, yağmalanmış ve yakılmıştır. Bu yıllarda Dağlık Karabağ`da ermeniler tarafından işlenen 2559 çarpışma, 315 silahlı saldırı, 1388 ateşe tutma durumları kayda alınmıştır ki, bunların sonucunda 514 kişi ölmüş, 1318 kişi yaralanmıştır .

Mono-etnik devlet yaratmayı başaran Ermenistan silahlı kuvvetleri ona hamilik eden devletlerin yardımından yararlanarak, Dağlık Karabağ bölgesinin (4,4 bin km ²) sınırları dışında bulunan ve onun arazisinden 4 kez büyük olan Laçin, Kelbecer, Ağdam, Füzuli, Cebrail, Kubatlı ve Zengilan bölgelerini işgal ettiler. Tüm bu bölgeler Ermeniler tarafından etnik temizlemeye maruz kalmıştır. Öyle ki, Ermenistan`ın toprak davası nesnesi olan Dağlık Karabağ`ın 120 bin kişilik Ermeni toplumunun kendi kaderini tayin etmek girişimi gibi kaleme verdiği bu süreç Azerbaycan`ın işgal altındaki bölgelerinden 1 milyondan fazla nüfusun (toplam nüfusun 15%-i) kendi toprağında göçmesine neden oldu .

Halihazırda Azerbaycan topraklarının 20% `den fazlası Ermenistan silahlı kuvvetlerinin işgali altındadır. İşgal sonucunda 900`e yakın yerleşim birimi, 22 müze ve 4 resim galerisi, tarihi önemi olan 9 saray, ender tarihi önemli  40 bin müze serveti ve ekspanatı, 44 tapınak ve 9 cami yıkılmış, yağmalanmış ve yakılmıştır. Ayrıca, 927 kütüphanede 4,6 milyon kitap ve değerli tarihi-elyazmalar imha edilmiştir. 

Askeri saldırı cumhuriyetin 17 bin km2 en verimli topraklarının işgaline, 900 yerleşim biriminin, 7 bin sanayi ve tarım alanının, 700 eğitim, 665 sağlık ocağının, 800 km araba yolunun, 160 köprünün, 23 bin km. su ve 15 bin km. elektrik hattının yok edilmesine sebep olmuştur . 

Dakikleşdirilmemiş bilgiye göre, manevi-psikolojik darbelerden ilave olarak, Azerbaycan ekonomisine yaklaşık 60 mld. ABD dolarından çok hasar değmiştir. 

Bütün dönemlerde olduğu gibi Ermenilerin gerçekleştirdiği bu işgalcilik siyaseti toplu katliamlarla beraber hayata geçmiştir. Öyle ki, 1988-1993 yıllarında Ermenistan`ın askeri saldırısı sonucunda 20 000 Azerbaycanlı hayatını kaybetmiş, 100 000 kişiden çoğu yaralanmış, 50 000 kişi ise çeşitli derecede hasar alarak özürlü olmuştur. Çatışma döneminde 4853 kişi kayıp düşmüş, onlardan 1357si esirlikdən azad edilmiş, 783 kişi ise halen Ermenistan`da esir durumunda kalmaktadır. Uluslararası Kızıl Haç Komitesi`nin verilerine göre 439 kişi esirlikte ölmüştür .


Ermenilerin Hocalı`da Yaptıkları Soykırımdır

 
XX yüzyılın sonunda ermenilerin Hocalı`da yaptıkları bu kanlı facia tüm insanlığa karşı yöneltilmiş en ağır suçlardan biri olarak değerlendiriliyor. Dünya tarihinde Hocalı faciası tarihin hafızalardan hiç silinmeyen Xatın, Hiroşima, Nagazaki, Sonqmi, Ruanda, Srebrenitsa ve Xolokost gibi korkunç facialardan hiç de geri kalmıyor. Adı geçen olaylar savaşlar tarihine sivil halkın soykırımı olarak dahil olmuş ve tüm dünyada geniş yankı doğurmuştur. 

Planlı şekilde gerçekleştirilen bu soykırımın özellikle Hocalı`da işlenmesi sırasında ermeniler Azerbaycan`ın bu eski yerleşim bölgesinin yeryüzünden silinmesini amaç edinmiştiler. Çünkü Hocalı Azerbaycan`ın eski dönemlerine sahip alanlardan biri olarak tarih ve kültür anıtları ile seçilmekteydi. Azerbaycanlılardan oluşan 7 bin kişiden fazla nüfusu olan Hocalı (arazisi: 0,94 kv. Km.) ermeniler yaşayan köylerin kapsamında en büyük ve eski yerleşim yeri olmuştur . Öyle ki, burada eski tarihi anıtlar günümüze kadar kalmakta idi. Bilindiği gibi, Hocalı yakınlarında bizim milattan önce XIV-VII yüzyıla ait olan Hocalı-Gedebey kültürünün örnekleri mevcuttu. 1992 Şubat`ında ermeni-rus birleşik silahlı kuvvetleri Hocalı nüfusunu acımasızca katl ederken soykırımın en iğrenç aşaması olan izi kaybetmek gibi menfur eylemlere de el atmış ve Azerbaycan halkı, aynı zamanda insanlık için ender anıtlar örneği olan Hocalı anıtlarını da dağıtmışlar. 

Aynı zamanda, Hocalı şehri Azerbaycan`ın Dağlık Karabağ bölgesinde stratejik bir toprak gibi de ermenileri rahatsız etmekteydi. Çünkü, Hocalı Hankendinden 10 km güneydoğuda, Ağdam-Şuşa ve Esgeran-Hankendi yollarının arasında yerleşiyordu . Şehrin önemini arttıran nedenlerden biri de Dağlık Karabağ`ın tek havaalanının işte burada yerleşmesi idi. Dolayısıyla Ermenistan silahlı kuvvetlerinin temel amacı Hocalıdan geçen Esgeran-Hankendi yolunu kontrol etmek ve Hocalı`da bulunan havalimanını ele geçirmekti. 

Henüz faciadan 4 ay önce, yani Ekim 1991 yılı sonundan itibaren şehre giden tüm otomobil yolları kapanmış ve Hocalı`nın ablukası başlanmıştı. Ayrıca, 2 Ocak `tan itibaren Hocalı`ya elektrik verilmesi de kesilmişti. 

Böylelikle, artık Hocalı`nın Azerbaycan`ın diğer bölgeleri ile tüm ilişkileri kesilmiş, sadece tek ulaşım vasıtası helikopter kalmıştı. Ancak birkaç ay sonra Hocalı ile helikopter ilişkisi de kesildi. Yani 28 Ocak 1992 yılında Ağdamdan Şuşaya uçan 27137 sayılı Mİ-8 helikopter şehre ulaşmamış , Halfeli köyünün üzerinde Hankendi tarafından açılan roket ateşi sonucu partlatılmıştı, içerisinde bulunan 3 kadro üyesi ve 41 yolcu hayatını kaybetmişti . Bundan sonra ise, Ermenistan ordusu ardarda yukarı Karabağ`da Azeriler yaşayan son yerleşim yerlerini de işgal ettiler. 

1992 yılının başlarında Ermeniler daha vahim suçlar işlediler. Öyle ki, Şubat ayının birinci ongünlüyünde Şuşanın Malıbeyli ve Kuşçular, aynı zamanda Dağlık Karabağ dışında bulunan Kelbecer`in Ağdaban köyleri Ermenistan silahlı kuvvetleri tarafından istila edildi. Saldırı sırasında 100`den fazla Azerbaycanlı öldürülmüş, 140`dan fazlası yaralanmış ve esir alınmıştır. Bu kanlı olaylar Hankendi`nde yerleştirilmiş Rusya`nın 366. motoatıcı ve 81. Alayı`nın katılımıyla gerçekleştirilmiştir . 

13 Şubat`tan 17 Şubat`a kadar ise, ermenilerin Hocavend ilçesi Karadağlı köyüne saldırısında onun 92 köy korucusu ve 54 sakini öldürülerek silos kuyusuna atılmış, 117 kişi köy nüfusu (çocuk, kadın, ihtiyar, delikanlı) rehin alınmış ve sonradan onların 77`si vahşice katledilmiştir. Ayrıca, 1991 yılı 28 Haziran da Ermeniler bu köyün Verendeli Çiftliği`nde 6 kişiyi yandırmıştılar . 

1992 yılı 25 Şubat`tan  26`na geçen gece Ermenistan silahlı kuvvetleri Hankendi`nde yerleşen eski SSCB`nin 4. ordusunun 23. bölmesine dahil olan 366. motoatıcı alayın 10 tankı, 16 zırhlı transpartyoru, 9 yayaların savaş aracı, 180 kişi askeri uzmanı ve hayli askeri kuvvesiyle Hocalini kuşattı. Ermeniler en modern silahlarla şehre saldırarak Hocalı kentini yerlebir ettiler. Bir çok ağır araçla  şehir tamamen yıkılmış, yakılmış ve insanlar özel acımasızlıkla katl edilmiştiler. Aralarında başları kesilen, gözleri çıkarılan, derisi soyulan, diri diri yakılan ve diğer şekle salınanlar çoğunlukta teşkil ediyordu. 

Bu soykırım sonucunda, resmi rakamlara göre, 613 kişi öldürülmüştü ki, onlardan 63`ü çocuk, 106`sı kadın, 70`i  ise yaşlılar vardı. 8 aile tamamen yok edilmişti. 76`sı çocuk olmakla 487 kişi sakat edilmişti. Ayrıca, 1275 kişi esir alınmış, 150 kişi kayıp düşmüştür . 

Kuvvetler oranı eşit olmayan savaşlardan sonra Hocalı`da olan koruma kuvvetleri son kişiye kadar savaşıp düşmana çok ciddi direniş gösterdiler. Bunun kendisi de o dönemde savunma yeteneği zayıf olan bir şehri savunan insanların gösterdiği en büyük kahramanlık örneği idi. Hocalı`ya saldırı sırasında kuşatmada kalmış kentin 3000 kişiyedek silahsız sivil halkı düşmandan kurtulmak için şehri terk etti. Ne yazık ki, o dönemde Hocalı`ya hiçbir yardım gösterilmemesi nedeniyle bu nüfusun hemen hemen büyük bir bölümü ermeni vahşetinden kurtulamadı. 

Soruşturma belgelerinden belli oluyor ki, saldırıya önderlik eden ve halihazırda Ermenistan Savunma Bakanı olan Seyran Ohanyanın, ayrıca 366. alayın 3. batalyonunun komutanı Yevqeniy Nabokihinin takımında ek olarak 50`den fazla ermeni subayı ve gizirleri katılmıştır . 

Rus subayı binbaşı Yuriy Girçenko günlüğünde yazıyor ki, "Hocalı`ya saldırı planı çok gizli hazırlanmıştı. Öncelikle kent ablukaya alındı. Burada silahlı OMON-çular da vardı. Dolayısıyla, Ağdam doğrultusunda bir koridor açıldı ve silahsız çıkmak kaydıyla OMON-çulara gitmek izni verildi. Koridorla OMON-çularla beraber sivil halk da çıkmaya başladı. Onlar koridorun sonuna geldiğinde asıl katliam başladı. OMON-çular katl edildikten sonra çocuk, kadın, ihtiyar olsun, tüm yakalananların diri diri gözleri çıkarılıyor, kulakları kesilerek derisi soyulurdu. Kaçanları ise, Gülablı köyüne kadar takip edip öldürdüler. Koridorda 200`den fazla, kentte ise 300`den fazla Azerbaycanlı esir alındı". 

Hatta, Rusya basınında da Ermeni gaddarlığını kanıtlayan makaleler yer almıştır. Öyle ki, "İzvestiya" gazetesinin 13 Mart 1992 tarihli sayısında Rus askerinin dili ile aşağıdaki bilgiler yer bulmuştu: "Binbaşı Leonid Kravets: ben tepenin üstünde 100`e yakın cesedi gözlerimle gördüm. Bir oğlanın başı yoktu, her yanda özel acımasızlıkla öldürülmüş bayan, çocuk ve ihtiyar cesedi görünüyordu" . Ermenilerin Hocalı`da yaptıkları vahşilikleri delillerle isbat eden Rusya`nın «Memorial» Hukuk-Savunma Merkezi`nin bilgisinde hatta, diri insanın kafasının derisinin soyulması bilgisi da kayda alınmıştır . 

Ayrıca, Ermeni-Rus birleşik silahlı kuvvetlerinin Azeri nüfusa karşı Hocalı`da insanlığa sığmayan ve benzeri görülmemiş gaddarlığı olaydan az sonra dünyanın en öndegiden yayın organlarının sayfalarında da yer bulmuştur. 

Ermenilerin en modern araçları ve paralı çeteleri hakkında ermeni lobisinin geniş faaliyet gösterdiği Fransa`da yayınlanan "Valer aktuel" dergisi 14 Mart 1992 sayısında konu hakkında bilgi vererek yazıyordu: Bu "özerk bölgede `Ermeni silahlı birlikleri Ortadoğu`dan gelenlerle en modern askeri araçlara, özellikle helikopterlere sahiptirler. ASALA`nın Lübnan`da ve Suriye`de askeri kampları ve silah-mühimmat depoları var. Ermeniler Karabağ Azerbaycanlılarını katl etmiş, 100`den fazla Müslüman köyünde katliam yapmışlar" . 

Ayrıca, Fransa`nın "Le Monde" gazetesi 14 Mart 1992 tarihli sayısında ermenilerin yaptıkları vahşetler hakkında: Ağdamda olan yabancı gazeteciler Hocalı`da katledilmiş kadınlar ve çocuklar arasında kafasının derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç ceset görmüşler. Bu Azerbaycanlıların propagandası değil, gerçekdir " . 

Ermenilerin yaptıkları vahşilikleri sağ kalmış hocalılıların diliyle İngiliz "The Times" gazetesi 1 Mart 1992 tarihli sayısında şöyle tasvir ediyordu: "Ermeni askerleri yüzlerce aileyi öldürdüler. Sağ kalanlar diyorlar ki, Ermeniler 450 `den fazla çoğu kadın ve çocuk olan azerbaycanlını kurşunlamışlar. Yüzlerce, belki de binlerce kişi kayıp düşmüştür. Hocalı kaçan diğer kadınlarla ve çocuklarla bir arada Ağdama gelmiş Raziye Aslanova diyor ki, onlara ardı-arkası kesilmeden ateş açıyorlardı. Insanları diri diri yakıyor, kafalarının derisini soyuyordular. Dediğine göre, kocası, kayınbiraderi ve oğlu katledilmiş, kızı ise kayıp düşmüştür " . 

Ayrıca, İngiltere`nin "Financial Times" gazetesi 14 Mart 1992 tarihli sayısında Rus ordusunun içerisinde ermenilerin olması ile ilgili yazıyordu: "General Polyakov bildirdi ki, 366. alayda bulunan 103 ermeni askeri Dağlık Karabağ`da kalmıştır" .       Fakat, 2 Mart 1992’de Hocalı soykırımının izlerini kaybettirmek için ruslara ait 366. motoatıcı alay Gürcistan`ın Vaziani şehrine taşınmış, 10 Mart’ta ise mareşal Şapoşnikovun emriyle aynı alay iptal edilerek içeriği başka alaylara dağıtılmıştır .

Hocalı Gerçeklerinin Dünyaya Anlatılması Ve Uluslararası Alanda Yayılması


 Tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu korkunç soykırımın asıl mahiyeti sadece ulusal lider Haydar Aliyev 1993 yılında siyasal iktidara yeniden döndükten sonra açıklanmış, Şubat 1994 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi Hocalı soykırımına politik-hukuki değer vermiştir. Ayrıca Azerbaycanlılara karşı zaman zaman işlenmiş soykırım ile ilgili ulusal lider Haydar Aliyev`in 26 Mart 1998’de imzaladığı kararnameyle 31 Mart Azerbaycanlıların Soykırım Günü ilan edilmiştir . 

25 Şubat 2002 yılında ulusal lider Haydar Aliyev Hocalı soykırımının 10. yıldönümü ile ilgili halka konuşmasında bu acımasız soykırımına asıl değeri vermiştir: "Hocalı faciası 200 yıla yakın bir sürede ermeni şovinist-milliyetçileri tarafından Azerilere karşı düzenli olarak gerçekleştirilen etnik temizleme ve soykırım politikasının devamı ve en kanlı sayfasıdır " .  

Halihazırda bu süreç Azerbaycan`ın dış politikasının temel yönlerinden biri olarak belirlenmiştir. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev`in başarılı dış politikası sonucunda artık bir takım uluslararası kurumlar kabul ettiği bir takım belgelerde Ermenistan işgalci devlet gibi gösterilmiştir. 

Hocalı gerçeklerinin dünyaya anlatılması, uluslararası alanda yayılması ve bizzat soykırımına objektif fiyat verilmesi yönünde sürekli olarak adımlar atılmıştır. Bu açıdan Haydar Aliyev Vakfı, özellikle onun başkanı, UNESCO ve İSESKO-nun hoşmeramlı büyükelçisi Mihriban hanım Aliyevanın gördüğü işler oldukça takdire layıktır. Öyle ki, Vakf insanlığın en büyük facialarından biri olan Hocalı Soykırımı hakkında bilgilerin dünyaya ulaştırılması yönünde çok sistemli ve düzenli çalışmaktadır. Vakfın desteği ve organizesi ile öğrenciler arasında düzenlenen "Hocalı - çocukların gözü ile" resim yarışmasının, el işlerinin ve fotoğrafların dünyanın önde gelen ülkerinde düzenlenen fuarı dünya kamuoyunda yirminci yüzyılın en büyük trajedisi hakkında daha dolgun tasavvur yaratmıştır. 

Ayrıca, 26 Şubat Haydar 2007 yılında Aliyev Fonunun girişimi ile Brüksel`de düzenlenen "tecavüzün kurbanları" adlı fotoğraf ve çocuk resimlerinin fuarı da bu gerçeklerin uluslararası âleme erdirilmesi çalışmasının devamıdır. Fon soykırım ile ilgili gerçekleri dünya kamuoyuna duyurmak için 19-26 Şubat 2011 tarihinde Türkiye`nin İstanbul ve daha 25 ilinde "Hocalı haftası" adlı etkinlikler programı çerçevesinde anım törenleri yapılmıştır . Ayrıca Hocalı faciasının uluslararası alanda tanıtılması yönünde 14 Şubat 2008 yılında Berlin`de düzenlenen "Hocalı Soykırımı ve 1915 olaylarındakı gerçekler" adlı bilimsel konferans da son derece önemli olmuştur. Konferansta Haydar Aliyev Vakfı desteği ile hazırlanmış "Hocalı - çocukların gözü ile" adlı fuar düzenlenmiş, aynı zamanda Ermeni gaddarlığını yansıtan kitaplar dağıtılmıştır . 

Haydar Aliyev Vakfı`nın desteği ile Hocalı faciasının yıldönümü 2010 yılında artık dünyanın 100`den fazla noktasında anılmıştır. Soykırımla ilgilie bir dizi işler Fondun hazırladığı propaganda materyalleri bazında uygulanmaktadır. 

Halihazırda Haydar Aliyev Vakfı farklı ülkelerde geniş çapta düzenlediği ve facianın gerçeklerinin yayılmasına yönelik anım organizasyonları Rusya Federasyonundakı temsilcilik tarafından İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) İşbirliği ve Diyalog Uğrunda Gençler Forumu çerçevesinde başarıyla devam ediyor. 

8 Mayıs 2008 yılında, Şuşa şehrinin işgalinin yıldönümünde İslam Konferansı Örgütü`nün (İKÖ) Gençlik Forumu`nun (İKGF) kültürlerarası diyalog üzere baş koordinatörü Leyla Hanım Aliyeva`nın girişimiyle "Hocalı`ya adalet" kampanyası oluşturulmuş, çalışmalarına ise Şubat 2009’ta başlamıştır. Halihazırda 30`un üzerinde ülkede yüzlerce gönüllünün katılımıyla başarıyla sürdürülen "Hocalı`ya adalet" uluslararası bilgi ve teşvikat kampanyası da bu işe katkısını vermektedir. Bu kampanyanın amacı uluslararası toplumu Hocalı Soykırımı ile ilgili bilgilendirmek, katliama uluslararası alanda manevi-siyasi değer verilmesine ve bu kanlı katliamın kurbanlarının hatırasının yâd edilmesini sağlamaktır . 

Artık Leyla Hanım Aliyevanın Hocalı soykırımının daha geniş çapta kutlanması girişimi bazı ülkelerde devlet düzeyinde desteklenmiştir. 

31 Ocak 2010 yılında İslam Konferansı Örgütü`ne üye devletlerin Parlamento Birliği`nin (İKT Pİ) Ugandanın başkenti Kampala kentinde yapılan ve 51 ülkenin parlamento heyetleri başkanlarının katıldığı VI oturumunda forumun girişimi ile "İKGF ile İKT Pİ arasında işbirliği" ile ilgili karar imzalanmıştır . "Hocalı`ya adalet" uluslararası kampanyası çerçevesinde kabul edilmiş kararnamede Hocalı faciyasına "Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından sivil halkın toplu katliamı" ve "İnsanlığa karşı suç" gibi değer verilmiştir. Kararnamede "Hocalı`ya adalet" uluslararası kampanyasına hem ulusal, hem de uluslararası düzeyde tam destek vermeye çağıran bölüm de yer bulmuştur. Bu, uluslararası kurumlar tarafından Hocalı faciasını "insanlık suçu" olarak tanıyan ilk belgedir. 

Bu, başarılı kampanya başladıktan az sonra İKÖ dışişleri bakanları tarafından Hocalı faciasını kitle katliamı gibi değerlendirmek konusunda karannamenin kabulüne ulaşılmasıdır. Temmuz 2009’ta ise İKÖ Gençlik Forumu ile İSESKO arasında imzalanan anlaşma doğrultusunda Hocalı faciası hakkında bilginin İKÖ ülkelerinin tarih kitablarına ilave edilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır . 

Soykırımın tanınması ve katliama siyasi değer verilmesi yönünde yapılan çalışmalar artık daha ciddi sonuçlar vermektedir. Öyle ki, artık Hocalı soykırımının 14., 15. ve 16. yıldönümü Moskova`da, Almanya`da, ABD`de, Türkiye`de, Ukrayna, Kazakistan, Gürcistan, Kuveyt ve dünyanın birçok ülkesinde kutlanmıştır. 2005 Şubat`ında, 23 Şubat 2006 yılında ve 2007 Şubat`ında TBMM özel toplantılarında Hocalı Soykırımı ile ilgili konu geniş müzakere edilmiştir . 

2011 yılında Hocalı soykırımının 19. yıldönümü ABD Kongresinn Temsilciler Meclisi`nde anılmıştır . Bu yıl Şubat 19-dan 26-a kadar ise Türkiye`nin farklı kentlerinde "Hocalı haftası" adlı etkinlikler programı çerçevesinde çeşitli anım törenleri ve gösteriler planlanmaktadır. Dünyanın bazı şehirlerinde de artık bu ölçü geniş ölçü almaktadır. 

Uluslararası hukuka göre soykırım barış ve insanlık aleyhine yönelen ameldir ve en ağır suç olarak algılanıyor. Bu konuda BM Genel Kurulu`nun 9 Aralık 1948 yılı tarihli 260 (III) sayılı kararı kabul edilmiş ve 1961 yılından yürürlüğe giren "Soykırım cinayetinin önlenmesi ve cezalandırılması" sözleşmede soykırım cinayetinin hukuki dayanağı tespit edilmiştir. 

Ermenistan`ın Azerbaycan`a karşı saldırısı sırasında bu sözleşmede tespit edilmiş soykırım suçuna giren tüm ameller Azerbaycanlılara karşı uygulanmıştır. Bu işgalci devletin yürüttüğü saldırganlık politikası 20 yıldan fazladır ki, dünya kamuoyunun gözü önünde yaşanıyor. Bu nedenle devletimiz bu sözleşmeyi gözönünde tuturak, Ermenistan Cumhuriyeti`ne karşı BM Uluslararası mahkemesinde dava kaldırmak için tüm yasal hukuklara sahiptir. 

Sorunun çözüme bağlanması sürecinde Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev başta barış seçeneğine öncelik vermektedir. Fakat Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Azerbaycan halkı ve devletinin bu işgali, etnik temizlik politikası ve topraklarımızın geçici olarak kaybedilmesi ile asla barışmayacağını bildirmekle beraber, kendi topraklarımızı geri almak için tam hakkımızın olduğunu ve bunun uluslararası hukuk kuralları ile teyit edildiğini vurgulamıştır. 

Devlet başkanı İlham Aliyev 10 Şubat 2011 yılında Goranboyda göçmenler için kurulmuş yerleşim mahellesinin açılışında Hocalı Soykırımının yirminci yüzyılın en büyük cinayetlerindəen biri olduğunu belirterek söylemiştir: "Hocalı soykırımı ermenilerin vahşetini göstermiştir. Ama yine de söylüyorum, henüz dünyada çifte standartlar politikası mevcuttur, ermeni lobisi, dünya ermenileri ve onların hamileri çalışıyorlar ki, ermenileri bu durumdan çıkarsınlar. Biz ise bundan sonra da çalışacağız ki, tüm dünya Hocalı hakkında bilsin. Bizim şimdi imkanlarımız da artıyor, propaganda olanaklarımız da genişliyor".

Doç. Dr. Elçin AHMEDOV

Azerbaycan Cumhuriyeti 
Devlet Başkanlığına bağlı
Devlet İdarecilik Akademisi,
uluslararası ilişkiler bölümü,
öğretim üyesi

Ermenilik Eski Çağlardan Günümüze Ermeni Düşünce Sistemi


ErmenilikEski Çağlardan Günümüze Ermeni Düşünce Sistemi :  (Armenizm) İdeolojisinin Temel Prensipleri

Her toplumun kendi milli kimliğine dayalı bir ideolojisinin oluşması, şekillenmesi için belli aşamalardan geçmesi gerekir. Genellikle ideolojiyi siyasi ve sosyal bir eğitim olarak meydana getiren ve siyasi ve toplumsal hareket olarak yönlendiren düşünce, inanç ve görüşler sistemi sağlıklı olmalıdır, aksi takdirde o bir topluma, bir döneme ya da toplumsal bir sınıfa özgü inançlar sistemi olarak belirirken kendisi ile temel sorunlar, sorunlar yaratabilir.

Milletlerin kendi varoluş koşulları ve birbirleriyle ilişkilerinden doğan yaşam tarzlarıyla ilgili yapılan siyasi ve sosyal tasarımların hepsini onun belli zaman içinde geliştirdiği ideolojilerde aramak çok da doğru olmaz. İdeolojiyi somut kişiler oluşturur. Ermeni milletinde bu kişiler daha çok organize suç dünyasının adamları olduklarından onların öğretisinin de diğer milletlere kıyaslayanda eksikleri mevcuttur. Bu anlamda Ermenilik mükemmel ideoloji sayılamaz. İdeoloji kavramı, 19. yüzyıldan itibaren kendisinin bilimsellik statüsünü kaybederek, bilinçli düşünce önünde bir engel olmuştur, kendisinden olmayanların, yani başkalarının, özellikle de siyasi rakiplerin düşüncelerinin sevk bir tür engel olarak yorumlanmaya başlanmıştır. Burada ideoloji, kendisini etkisi altına aldığı insanların düşüncelerinde sürekli olarak ve sistematik bir tarzda yanlış yorumlara yol açan sapkın faktör olarak gösteriyor. Bu sapkın faktör her millette kendini göstermez.

Ama Ermeni milletinin ne pahasına olursa olsun ideolojiye sahip olmak için geçtiği aşamalarda dayandığı anlayış, kendini başkalarından farklı görmek düşüncesi olmuştur. Bu düşünceye göre bir milletin içinde başka bir topluma yer yoktur. Bugün Ermenistan Cumhuriyeti denilen ülkede buranın eski ve eski sakinlerinin yaşamamasını bu milletin ideolojisinin olumsuz sonuçları olarak görmek mümkündür. Buna 19. yüzyılda oluşmuş ve sonraları bir ırkçılık teorisine dönüşmüş milli ideolojinin sonucu olarak bakılmalıdır. Açıktır ki, bu ideoloji hoşgörüye dayanan bir ideoloji olmamıştır, Türk karşıtı bakış anlamına şekillenen düşmanlık ideolojisi olmuştur ve mevcuttur.

Bu ülkede ırkçı düşünce, varlığını hem siyasi alanda, hem sosyal alanda hala bazı durumlarda açık, bazense gizliden gizliye sürdürmekte, bazen de bu gizlilik aşırı sağcı liderlerin ve grupların faaliyetleri ile gün ışığına çıkabilmektedir. İdeolojisini ırkçılık üzerine kuran Ermenilik, XIX yüzyıldan başlayarak terörü kendisine vazgeçilmez bir silah olarak seçmiştir. Bu seçimin nedenini anlayabilmek için ilk olarak ırkçı ideolojinin insanları nasıl şiddete ve baskıya sürüklediğini görmemiz gerekir. Bunlardan bahsedeceğiz. Ermenilik ideolojisi "Ermeni hastalığı" denilen bir kavramla kucaklaşmış durumdadır.

 Bir tür hastalık olan ırkçılıktan kurtulabilmek için ise bu ülkede hiçbir faaliyet, çaba gösterilmiyor. İlk olarak bu hastalığa yol açan sebeplerin çok iyi bir şekilde tespit edilmesi ve insanlığa, çevreye milletlere getirdiği acıların ve verdiği zararların doğru olarak ayarlanıp ortaya çıkarılması şarttır. Buna Ermenistan`da, Ermeni Diasporasının etkili olduğu yerlerde hiçbir zaman girişim yapılmamıştır. Faşizm ırkçılığı ve onun şiddet dolu felsefesi hala bu ülkede kendini göstererek, insanlık için bir tehlike olmaya devam etmektedir. Faşist felsefesinin yönetim şekli olarak benimsemesi ile uyguladığı askeri ve siyasi politikalarla bu devlet Nazi faşist ideolojiyi yaşatan bir ülke durumuna gelmiştir. Tarihe bakarsak yine de görürüz ki, Ermeni Kilisesi`nin, sonra ise Ermeni devletinin de yönlendirdiği Ermeni ideolojisinin şekillenmesinde Ermeni milliyetçi akımlarının her birinin etkisi olmuştur. Farklı zamanlarda ve farklı koşullarda ortaya çıkmalarına bakılmaksızın bu ideoloji bir merkeze bağlı olmuştur. Merkez ise Ermeni Kilisesi olmuştur.

Ermeniler arasında Batılılaşma ve reform hareketlerinin başlangıcı 18. yüzyılın ilk yıllarına dayanıyor. 1701 yılında Sivaslı Mihitar Vartabed öncülüğünde başlayan reform hareketi de bu milliyetçiliğin ırkçılığa dönüşünün önünü alamamıştır. Katolik Ermenilerin İstanbul Ermeni Patrikhanesi ile bir takım sorunlarının olmasına rağmen kendi aralarında da tam bir birlik yoktu.

Tüm baskılara rağmen Ermeni Patriği ile ilişkilerinin tamamen kesilmesini isteyenler de vardı. Bunun tam aksini ifade eden gruplar ise Mihitaristler, Antonyan tarikatı mensupları ve İstanbul`daki papaz sınıfından olan Ermeniler idi. Buna göre yukarıda bahsedilen etdyimiz Katolik Ermeni grupları aralarındaki dini anlayış farklılıklarına rağmen propaganda için ortak hareket ettiler. Propaganda ise Osmanlı devletine karşı isyanlar organize etmekten ibaretti. Bunların başında geleni ise Mihitar ve Mihitaristlerdi. Mihitarist hareketin kurucusu olan Sivaslı Mihitar , Ermenilerin ihtiyacı olan dini ve milli uyanışı üzerinde düşünen ve bunun için zihninde birçok fikirler hazırlayan kişi idi.

O, zihnindeki düşünceleri daha iyi uygulamak için 1700 yılında İstanbul`a geldi. Eğitim faaliyetlerini geliştirmek ve Ermeni milletini fikri-dini alanda uyandırmak için çevresindeki on öğrenciyle birlikte Mihitaryan Birliği manastırını İstanbul`da kurdu. Hıristiyanlıkta Batı Rahipliğinin babası sayılan Aziz Venedik’tin (480-547) öğretileri, manastır ve papazlık kuralları Mihitar’ın kurduğu tarikatta en güvenilir referans noktaları idi. Mihitar’ın kurduğu bu tarikat, Ermeni Venedik tarikatı olarak kabul ediliyordu. Mihitar’ın tarikatı takipçileri tarafından daha sonra Venedik, Viyana ve Paris Mihitaristleri olmak üzere üç gruba ayrıldı.

Zaman zaman sert mücadelelere sahne olan Mihitaristlerin reform hareketi, 1860`tan Padişah Abdülmecit tarafından Ermeni Milleti tüzüğü ile yeni şekil almıştır. Bu nizamname ile kurulan Ermeni Millet Meclisi Osmanlı devletindeki ilk temsili parlamenter organ yetkisinde olup, 1876 Kanun-u Esasisi ile kurulan Osmanlı Mebussan Meclisi`ne de örnek teşkil etmiştir. Böylece Ermeni milliyetçiliğinin temeli atılmıştır.

Daha sonraları bu milliyetçilik ayrı Ermeni Akıncılar (cereyan) tarafından geliştirilmiştir. Bir teori olarak bu milliyetçilik Ermeni halkının mücadelelerinde ana hat olarak alınmıştır. Osmanlı`da ve onun dışında yayınlanan gazetelerinde farklı akımlar ve onların farklı bakışları görülse de burada da Kilise`nin merkezi rolü ve talimatı fark edilmiştir. Daha sonra Ermeni milliyetçiliğinin teorisyeni olarak kabul edilen Artsruni’nin yaklaşımı da ırkçılığa ve Ermeni ırkçı grupları arasında işbirliğine dayanıyor. Artsruni, kitaplarında Türkleri, Kürtleri ve Müslümanları aşağılıyor. Tiflis`te çıkardığı "Mşak" adlı gazetesinde Osmanlı yönetimindeki Ermenileri isyana teşvik ediyor.

Artsruni, Ermeniler ve diğer halkların Müslüman yönetiminden bağımlılığının ortadan kaldırılmasının gerektiğini, bunu da Avrupalıların yardımı ile etmelerinin gerektiğini ileri sürüyor. Diğer Ermeni ideologlar da aynı şey istiyorlar. Diğer Ermenilik ideolojisinin taşıyıcıları - Andranik de, Dro da, Njde de, Stepan Şaumyan da Ermeni halkına bağımsızlık istiyorlardı. Ama nasıl? Kimlerin faciası hesabına? İşte fark buradadır. Adolf Hitler İkinci Dünya Savaşı sırasında işgal ettiği topraklarda sivil nüfusa hiçbir zarar vermiyordu. Ama Ermeniler istila ettikleri yerde burada yaşayan nüfusu öldürmekle, onları oradan kovmakla yetinmiyorlardı, hem de buradan o nüfusun izlerini, tüm kültür varlıklarını tamamen silmeye çalışıyorlardı.

Bugün Ermenistan`da Türk izi neredeyse kalmamıştır. Karabağ`da da bir kültür soykırımı yaşanıyor. Ermeniler tarihi Azerbaycan topraklarında "Türksüz Ermenistan" politikasını uygulayarak Azerbaycan Türklerinin ayağını kendi tarihi vatanlarından kesmişler. Burayı her zaman Vatan bilen, onun için özleyen Azerbaycan türkü şimdi kendi memleketine gidemez, yakınlarının kabirlerini ziyaret edemez. Burada hiçbir zaman yaşayamaz. Neden? Çünkü o Türk`tür. Çünkü onun inancı Müslüman. Ermeni ırkçılığı budur. 20. yüzyılda, tarihin ayrı dönemlerinde Ermenilerin Doğu Anadolu ve Kafkasya`da yaptıkları katliamlar da bu ideolojinin sonucuydu. Böyle bir ideolojiye sahip olan millete devlet vermek, onu silah sahibi yapmak çok kötü sonuçlara kapı açmadı mı? Bunu Alman Nazilerinin örneğinde dünya görmedi mi? Neden onların Ermenistan`ın örneğinde tekrarlanmasına izin veriliyor?

Osmanlı devletinin yöneticileri de bu milletin devlet yönetecek bir düzeyde olmadığını bildiğinden onlara milli kültürlerini geliştirmesi dışında daha üstün özgürlükler verilmesine karşıydı. Ama mümkün olmadı. Doğu Anadolu`da ya da Kilikya’da oluşturulması öngörülen yapay Ermeni devletini Güney Kafkasya`da, Azerbaycan’ın Erivan Hanlığı`nın eski topraklarında kurdular. 1918 yılının 28 Mayısında ilan edilen bu "terörist Hıristiyan devleti " (C. Makkartni) yüz yıldan fazladır ki, bölgeye istikrarı yakın bırakmıyor, burada yaşayan halklar ise tehdit altındadırlar. Bu anlamda 28 Mayıs 1918 bölgede Ermenistan devletinin kurulması hem de yeni faciaların başlangıcıdır.

Doç dr. Gaffar ÇAKMAKLI MEHDİYEV

talat paşa yı katleden ermeni kimdi

Talat Paşa'nın katlinin ardındaki gerçek
15 Mart 1921, Berlin… Öğleden önce istasyona doğru tek başına dalgın bir şekilde yürüyen olgun adam
15 Mart 1921, Berlin… Öğleden önce istasyona doğru tek başına dalgın bir şekilde yürüyen olgun yaşlardaki adam, arkadan hızla kendisine yaklaşan bir gencin ensesine dayadığı soğuk namluyu hissetmesiyle kurşunu yemesi bir oldu. Kanlar içinde yere devrilen adam sabık Osmanlı Sadrazamı Talât Paşa, vuran genç ise İran-Selmas doğumlu 18 yaşındaki Ermeni Soromon Tehleryan’dı. Berlin’de gerçekleşen bu olayın kökeninde 6 yıl öncesine dayanan bir dava vardı Tehcir…
Daha sonra eşi Hayriye hanımın anlattığına göre, Berlin’in Charlottenburg semtindeki Hardenberger Sokağı’ndaki 4 numaralı evde ikamet eden Talât Paşa 15 Mart 1921 sabahı bir arkadaşıyla sohbet ederken, vatana kavuşanların toprağı nasıl öptüklerini anlatırken, arkadaşının “Her halde siz de onlar gibi toprağı öpeceksiniz…” deyince Talât Paşa ağlayarak şu karşılığı vermişti:“Ne dersin sen? Ne dersin sen? Ben öpmekle doyamam ki… Yiyeceğim vatan toprağını, yiyeceğim…”
Saat 11’e doğru tütün ve eldiven almak için evinden çıkmış, birkaç kez geri dönüp evine bakmıştı. Sokak boyunca yürümeye başlamış, sonra kaldırım değiştirmişti. 17 numaralı evin önüne vardığında, karşısından gelen gri paltolu bir genç önce Talât Paşa’nın kendisini geçmesine izin vermiş, ardından dönüp tabancasının tetiğine basmıştı. Talât Paşa ensesinden giren tek kurşunla yere yığılırken, genç adam silâhı atıp kaçmaya başlamıştı.
Paşa çok cesurdu, katiliyle daha önce iki kez karşılaşmış, ona pervasız, sakin, hatta gülümseyerek bakınca, adam avuçladığı silâhını doğrultamaya cesaret edememiş. Anlatıldığına göre “Ben Talât Paşa’ya baka baka silâhımı çekemeyeceğim, ancak arkasından vurabilirim” demiş.
Paşa’yı vurduktan sonra, caddeden geçenler katilin üzerine atlayıp yere yatırmışlardı. Etrafındakiler kendisini tekmelerken genç adam kırık dökük bir Almancayla “Ben yabancıyım, o da yabancı! Sizle ilgili bir durum yok!” dese de hemen gözaltına alındı.
Tehleryan 2 Haziran 1921 günü saat 9.30’da Charlottenburg Üçüncü Eyalet Mahkemesi’ne çıkarıldı. Onu savunmak için, büyük bir bölümü Avrupa’daki ve ABD’deki Ermeni diasporası tarafından toplanan 426 bin Mark ile Almanya’nın en ünlü üç avukatı tutuldu. Yargıç Dr. Lehmberg şahitlere ve avukatlara, davanın Ermenistan’da değil Berlin’de görüldüğünü hatırlatıp, politik yorumlara girmemelerini, iddialarını hukuk sınırları içinde tutmalarını söyledikten sonra duruşma başladı. Yargıç, Tehleryan’a “Talat Paşa’yı öldürmek istediniz mi,” diye sorduğunda, Tehleryan’ın cevabı “Soruyu anlamıyorum. Öldürdüğümü söyledim ya!” oldu.
Yargıcın “Pişman mısınız,” sorusunu ise sanık şöyle yanıtladı. “Hayır! Bir insan öldürdüm, ama katil değilim.”
Son olarak da şunları söyledi: “Biz Türklerle savaşamayız, aralarından çıkan büyük adamları öldürürüz. Onları iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir!”
Katil, Tehleryan, cinayetle suçlandı ve yargılandı."Bir akıl hastası gibi" gösterilerek serbest bırakılan Tehleryan, aslında Ermeni İntikam Örgütü Nemsis'in üyesi olup bu işi, Alman gizli servisinin yardımıyla gerçekleştirmişti. General Liman Von Sanders'in, bilirkişi olarak katil Tehleryan'ın lehinde ifade vermesi ve mahkemeye, ailesinin tümünün, (Tehcir’de Talât Paşa İçişleri Bakanı olarak bulunduğundan, bu olayda sorumlu gösterildi.) yok olduğu bildirildiğinden, katil Tehleryan kısa zamanda serbest bırakıldı.
General Liman Von Sanders’in sorumluluktan sıyrılmak için verdiği ifadenin bir bölümü, bugünkü sınırsız iftiralara açıklık getirmesi ve gerçek katilleri işaret etmesibakımından çok önemlidir:
“Ermeniler, Ruslar’dan yana tavır koyup savaştılar tüm yenilenler gibi katledildiler.
Katliamı yapan Türk askeri değil, işsiz, güçsüz haydutlardan oluşturulmuş yedek güçlerdi, Kürtler de katliama katıldı.”
Bu ifade, babaannemin anlattığı tehcir öyküleri ve tehcirden kurtulan bir akraba gelinin anılarıyla örtüşüyor. Bugün içte ve dışta bizi Ermenileri öldürmekle suçlayanlar, aleyhimizde oy kullananlar dönüp ardlarına bakarlarsa dedelerinin kana bulaşmış ellerini göreceklerdir.
***
Aslında bu olayın ardında Batılıların bilinen tezgahları yatar! O dönemin bilinen gerçeklerini, bir yandan Almanlar yok ederken, bir yandan da Fransız ve İngilizler, konuları çarpıtarak kendilerine göre şekillendirdiler.
Tehcir’in baş tezgahçısı Almanlar, Dünya Savaşı’ndaki yenilginin de acısıyla, Ermenilerin tepkilerini üzerlerine çekmemek için, onlardan yana tavır almış, Ermeniler’in iddia ettiği 1915 yılındaki olaylarda, Almanlar’ın Türk ordusundaki etkilerini unutturmak için, büyük olasılıkla Alman gizli servisi, Talât Paşa’yı ortadan kaldırmayı, konuşmasına ve bazı gerçeklerin ortaya çıkmasına fırsat vermemek için böyle bir suikastı gerekli görmüşlerdi. Böylece, Liman Von Sanders gibi Türkiye'de, özellikle de 1914 -1918 yılları arasında, Türk- Alman askeri ittifakının yapıldığı bir sırada başlayan savaşta, oldukça yetkili ve sorumlu olmaları, Almanlar’ın Ermeniler’e oldukça kin duydukları, Almanlar’ın Ermeniler’i "Rus ajanı" olarak nitelemeleri, hatta Türkler’in Ermeniler’e karşı harekete geçmesini bile, bazı Türk yetkililerinin karşı çıkmasına rağmen, Tehcir kararını Alman subaylarının baskısıyla Türk yöneticilerinin aldığını ve bu doğrultuda Alman subaylarının Türkler’e emirler verdiğini,çok iyi bilen ve kendileri için tehdit oluşturan Talât paşa’dan kurtulma kararı verdiler.
Gelecekte Almanlar’ı ve Sanders Paşa’yı deşifre etmemesi ve Ermeniler’e karşı yapılan uygulamalarda Almanlar’ın rolü olduğu gerçeğini açıklamaması için, Talât Paşa’nın şahsındaki gizli tarihi katlederek susturma yolunu seçtiler… Talât Paşa’yı, Alman gizli servisinin kiralamış olduğu, sonraları sarası nedeniyle akıl hastası numaralarına yatan, Tehleryan'a yaptırmaları, sadece bilinen hedefi işaret etmekti. Böylece suçlarını bütünüyle, Talât Paşa’nın ve Türkler’in üzerine sonsuza kadar yıkmış oluyorlardı.
Yaşanan Türk-Ermeni trajesinde, aslında Almanlar’ın Türkleri kışkırttığı, Rus işbirlikçisi Ermenilere karşı daha sert, yıldırıcı tedbirlerin alınmasını sağladıkları da bilinen bir gerçektir. Özellikle "Tehcir Kanunu" bütünüyle Almanlar’ın fikri olup, Alman etkisindeki Genel Kurmay ve İç ve Dışişleri Bakanlıkları'na bu kararları uygulattıkları da, ayrıca açıklanması gereken bir gerçektir. Liman Von Sanders ve Wilhelm, gizli planlarını, Anadolu'da Türk ve Ermenileri kullanarak işe başlamışlar, sonuç facia ile 30 Ekim 1918 de noktalanmış, ama savaşın o döneminde Türkiye'de bulunan askeri Alman sorumluları hemen kaçmış, bütün belgeleri de gemilerle Almanya'ya kaçırmışlardı.
PİYER LOTİ’nin anlattıkları:
Şimdi, Almanlar’ın, Ermeni olaylarında baş sorumlu kişi olarak görevli Liman Von Sanders'i, o günlerde Türkiye'de bulunan Pierre Loti'nin “Sevgili Fransa'mızın Doğu'daki Ölümü" adlı eserinde açıkça geçer. İngiliz ve Fransızlar İstanbul'u işgal ettiklerinde, ilk olarak Liman Von Sanders'in yargılanması işine el atıyorlar. Pierre Loti bu konu hakkında, 1919 yılında, "İstanbul'da Fransız Generalimiz Franchet D'Esperey'in, Alman Generali Liman Von Sanders'i, Ermeni katliamlarını emreden kişi olduğu için Harp Divanı'na verdiği biliniyor. Birçok Türk'ün bu suça engel olmak için durumlarını ve hayatlarını riske attıkları da biliniyor ve Ermeniler bunu kendileri söylüyorlar. ….. Elimde, dünya savaşı başında, katliamların provokatör ajanları ve Ermeniler’in Asya'daki faaliyetleri ile ilgili kontrol edilmiş, imzalanmış ve parafe edilmiş can sıkıcı dosyaları var." diye yazar.
Böylece Almanlar ve L.V.Sanders, Talât Paşa’yı, gizli servislerine verdikleri talimatla, Ermeniler’in de gönlünü alırcasına, yine bir Ermeni’nin adını olaya karıştırarak, kendilerini yine gizlemeyi, Ermeniler’i yine aldatmayı ve de en azından dünya kamuoyunun eleştirilerinden uzak durmalarını sağlamışlardı. Böylece büyük bir manevrayla kendilerini Ermeni suçundan temize çıkarırlarken, yaptıkları ve işledikleri bütün savaş olaylarını, Türkler’in üzerine yıkarak, bir kenara çekilmişlerdi! Aslında, Osmanlı İmparatorluğu'nu İngilizler değil, bu gizli oyunlarla sanki Almanlar yıkmıştı. İşte, müttefikimiz olan Almanlar bunlardı!.. Onlar da kendine göre bir oyun içindeydi.
Usta bir teşkilâtçı olan Talât Paşa, Almanlar’ın amacını anladığı için sivil savunmaya önem verip, önemli yerlere silâh gömdürmüş, nedenini soran çevresine “Asıl savaşımız Cihan Harbinden sonra başlayacak, Almanlarla…” demişti. Onlara sığınmak zorunda kalması tüm çıkış kapılarını kapalı bulmasından kaynaklanıyordu.
İlâhi adalet Almanlar’ın gerçek yüzlerini II.Dünya Savaşı’nda ortaya çıkardı. Tanıkları susturup, ortada hiçbir belge bırakmasalar bile Yahudilere yaptıkları “soykırım düşüncesinin” kime ait olduğunu kanıtlamaya yeter… Yerel Alman parlamentoları da sözde Ermeni soykırımını kınama kararları alarak, kendilerini bu işten uzak tutmaya çalıştılar. Oysa kafasını kuma gömen deve kuşundan farkları yok…
*
Berlin’de bir çıkış arayan Talât Paşa, bir yandan Anadolu’daki hareketi izleyip, M.Kemal Paşa ile umut içinde yazışırken öte yanda İngiliz gizli istihbarat servisi üyesi Herbert Aubrey ile görüşür. İstanbul’da elçilikte görevliyken tanıdığı Aubrey ile şöyle konuşur: “İrlanda’daki Sinn Fein hareketi üyelerine çok sert davranıyorsunuz, hem sonra bizim Ermeniler sorununa kıyasla sizin sorununuz nedir ki? Hiçbir millet savaşa girip, arkadan hançerlendiğinde buna rıza gösterir mi? …. Siz İngilizler bu meselede kendinizi sorumluluktan kurtaramazsınız. Biz Jön Türkler hemen hemen Türkiye’yi size sunduk,siz ise bizi reddettiniz.” İki gün süren bu görüşmelerde, Talât Paşa, İngiltere’nin ezeli düşman Çarlık Rusyası ile birlikte hareket etmesinin ne kadar yanlış olduğunu, kendilerini çok seven Osmanlı halkı ve yöneticilere soğuk davranıp, sırt döndüğünü, gelişmelerin bundan kaynaklandığını, Ermeniler ve İzmir konularında çok hata yaptıklarını sık sık vurgular. Bütün kozlarını oynadığını belirten Talât Paşa, Türkiye’nin asla paylaşılamayacağını, İngiltere ile ekonomik yönden dostluğun zorunlu olduğunu söyleyerek görüşmeyi noktalar.
*
Tehleryan’ın mahkemedeki son sözleri, aslında İngilizler’in Ermenilerin kan davası için 1919’da buldukları gerekçeli çözümdü:“Biz Türklerle savaşamayız, aralarından çıkan büyük adamları öldürürüz. Onları iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir!”
1919 yılında Erivan`daki Taşnak Kongresi‘nde 200 kişilik bir kara liste hazırlayan Ermeniler, Talat Paşa’nın yanı sıra, Behbud Han, Sait Halim Paşa, Dr. Bahaeddin Şakir, Cemal Azmi, Cemal Paşa, Enver Paşa’yı da ardarda öldürdüler.Lozan konferansı sırasında da İsmet Paşa`yı öldürmek için çaba gösterdiler.
Ermenilerin intikam için neden üç yıl bekledikleri kolaylıkla açıklanamayan bir noktadır. Ama bir gerçeği ısrarla belirtebiliriz ki, bu Ermeni eylemlerinin hiç biri bağımsız ve Ermeni çıkarları doğrultusunda yapılmış değildir. Bir yandan Almanların pisliklerini örtbas etme çabaları, öte yandan Türkiye’yi parçalamada başarısız olmaya başlayan İngiliz emperyalizminin çıkarları için bu tetikler çekilmiştir.
*
1973’te tekrar hortlayan bu sorunun gerisinde, Kıbrıs sorununda söz dinlemeyen Türkiye’yi cezalandırmak isteyen ABD, Yunanistan ve Rumlar’ın yaptıkları da farklı değildir.
Bugün sözde soykırım tasarılarının onaylanmasında İngiltere’nin geri kalması şaşırtmasın. Yakında AB kurallarına uyum gereği onlar da kabul edeceklerdir. Ermeni sorununun hortlamasında ana kaynak gösterilen, gizli servislerince hazırlanan “Mavi Kitap”taki tüm bilgilerin doğru olmadığını bile bile…
BATI’nın oyunu çok, dostluğu yok… Kirli oyunları ve tezgahlarını yine onlar ortaya çıkarıyor. Bu toprakların çocuklarını birbirine kırdırarak trajediye yol açanların, ektikleri tohumları biçmeleri için 1914, 1939 ruhlarının uyanması, fallarının başlarına gelmesi dileğiyle…

cemal paşa nın ermeni yetimlere yardımları

Türk Tarih Kurumu’nun eski Ermeni Masası Başkanı Prof. Hikmet Özdemir’in, "Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler, 4. Ordu’nun İnsani Yardımları" isimli kitabı yayımlandı.
Kitapta, İttihat ve Terakki’nin üç liderinden biri olan Cemal Paşa’nın, Suriye’ye tehcir edilen Ermeni göçmenlere yaptığı yardımlar, Ermeni çocuklar için kurulan yetimhaneler anlatılıyor. Prof. Özdemir’in Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulup yayımladığı yeni bir telgraf ise Ermeni okulları açılması bir yana, tehcirden 33 gün sonra Ermenilerin Ermenice haberleşmesinin bile yasaklandığını gösteriyor.
İTTİHAT ve Terakki’nin ünlü üçlüsünden Enver ve Talat Paşalar için bir hayli araştırma yapıldı, kitap yazıldı, 1915 Ermeni tehcirindeki rolleri ve insiyatifleri tartışıldı. Ne var ki, Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı) ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın, sürgün bölgesi olan Suriye’yi de denetleyen 4. Ordu’nun imkánlarını Ermeniler için nasıl kullandığı çok fazla gelmedi gündeme. Cemal Paşa’nın tehcir sırasında takındığı tutumun hem "soykırım," hem de "soykırım olmadı" tezini savunanları rahatsız edecek unsurlar barındırması muhtemelen etkili olmuştur bunda. İstanbul’dan gelen emirlere rağmen Suriye’de perişan vaziyetteki Ermeni kadın ve çocuklar için çırpınan Cemal Paşa’nın, daha sonra Ermeni çeteciler tarafından öldürülmesi ise trajedinin bir başka cephesi olsa gerektir. Gerçi bu ölümde kuşkulu yanlar da mevcuttur ama Cemal Paşa’nın ölümünün Suriye’de hayatlarını kurtardığı Ermenileri son derece üzdüğü bilinen bir olgudur.
Halide Edip’in tanıklığı
İşte, Türk Tarih Kurumu eski Ermeni Masası Başkanı olan ve Ermeni Tehciri ile ilgili pek çok çalışması bulunan Prof. Hikmet Özdemir’in yazdığı, "Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler, 4. Ordu’nun İnsani Yardımları" başlıklı kitap, bu boşluğu doldurmaya aday görünüyor. Remzi Kitabevi tarafından yayımlanan kitap, Ermeni meselesine bakışımızda kırılmalar yaratacak çarpıcı detaylar da içeriyor. Özellikle, İttihat ve Terakki hükümetinin Ermeni politikasını en sert biçimde eleştiren, ünlü Ermeni müzisyen Gomidas Vardabet’i kurtaran Halide Edip’in de Cemal Paşa’nın yanında olması, anlatılanların önemini artırıyor. Prof. Özdemir, Halide Edip’in tanıklıklarını şöyle anlatıyor:
"1915 Ermeni Krizi nedeniyle bir kısım Ermenilerin yerlerinin değiştirilmesi kararı alınması karşısında İttihat ve Terakki Hükümeti’ni en sert eleştirenlerden Halide Edip Adıvar, Cemal Paşa hakkında görüş ve değerlendirmelerine gerçekten kıymet verilmesi gereken bir tanıktır. Cemal Paşa’nın Suriye’deki Ermeni göçmenlerin işlerinde yardımcı olması için davet ettiği Halide Edip Adıvar, Falih Rıfkı Atay’ın sözleriyle; ’Ermeni politikasını tenkit eden birkaç kişinin başında’dır.
Hızır gibi yetişti
Halide Edip Adıvar, Cemal Paşa’nın, Ermeni meselesinde Osmanlı devlet adamına yakışır bir tutum aldığını yazmıştır: ’Hattá, Suriye’de Ermeni kıtali çıkarmaya sebep olabilecek bir vaziyet için bir müteşebbisini idam ettirmişti. Cemal Paşa’nın en büyük müşkülatı, Türk ordusu da dahil, Arapların, Ermenilerin iaşesi meselesi idi. Mamafih ordu büyük bir álicenaplık göstererek, yardım teşkilatlarına kendi erzakından elinden gelen fedakárlığı yapmaktan çekinmemişti (...)’
Halide Edip Adıvar’a göre; Cemal Paşa ve İzmir Valisi Rahmi Bey, İttihatçılar arasında Ermeniler tarafından en fazla saygı duyulan şahsiyetlerdir. O kadar ki, Cemal Paşa, Suriye’deki Ermenilere karşı planlar içinde olan iki İttihatçı’yı da idam ettirmiştir.
Yine Halide Edip Adıvar’ın anlatımına göre; Cemal Paşa, Ermeni kadınları ve çocukları için büyük bir insani yardım projesi başlatmıştır. Ermeni kadınları; Paşa’nın kendilerine Hızır gibi yetiştiğini söylemiş ve boyunlarında onun resimlerini taşımışlardır."
İsimler neden değiştirildi
Prof. Özdemir’in belirttiğine göre, insani yardım gönüllüsü olarak bölgede bulunan Halide Edip, Cemal Paşa’nın, Ermeni yetimlerinin barınmalarını sağlamak amacıyla onları Müslüman yetimhanelerine yerleştirdiğini, bunu engelleyen mevzuatı aşmak için de bu çocuklara Türk ve Müslüman isimleri verdiğini söyleyecektir. Yıllar sonra, "Yetimhane üzerinde merhum Cemal Paşa ile aramızda çetin münakaşalar oldu" diyecek olan Halide Edip, buna itiraz edecek ve arkasından da şunları söyleyecektir:
"Ben, Ermeni çocuklarının Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim. Bunun sebebini Cemal Paşa şu suretle izah etti: Şam’da Ermeniler tarafından idare edilen yerde Cemal Paşa idaresinin yardım ettiği bir takım yetimhaneler vardı. Bunlar yalnız Ermeni çocuklarını alırlardı. Hiçbirinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi, yeni bir yetimhane açmak için de maddi imkán kalmamıştı. Ayin Tura sadece Müslüman çocukları için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin alamadığı kimsesiz, avare Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk veya Müslüman ismi vermek zaruri idi. Esasen din dersi de verilmiyordu. Yani Ermeni çocuklarını zorla Müslüman yapmak gibi bir gaye yoktu. "
İşin arka planında ise İstanbul hükümetinin 27 Mayıs 1915’teki Tehcir Kararnamesi’nden sadece 33 gün sonra Ermenilerin tehcir edildiği Suriye, Halep ve Musul valilikleri ile Urfa ve Zor mutasarrıflıklarına gönderdiğini bir telgraf yatmaktadır. Prof. Özdemir’in Başbakanlık Arşivi’nde bulduğu ve bildiğimiz kadarıyla ilk kez yayımlanan bu telgraf, son derece önemli ayrıntılara sahiptir. Çünkü, 1 Temmuz 1915 tarihli bir şifre ile gönderilen bu telgraf ile Ermeniler hakkında daha önce uyulması emredilen kararlara yeni maddeler eklenmiştir.
Halide Edip’in gözlemi
"Ayin Tura sadece Müslüman çocukları için olup, orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin alamadığı kimsesiz, avare Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk veya Müslüman ismi vermek zaruri idi. Esasen din dersi de verilmiyordu. Yani Ermeni çocuklarını zorla Müslüman yapmak gibi bir gaye yoktu."
Bir Osmanlı Paşası’nın ihtişam ve sefaleti
6 Mayıs 1872’de Midilli’de doğan Cemal Paşa, 1893’te Harbiye’den mezun oldu. 1898’de Selanik’te görev yaparken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı ve Cemiyet’in askeri kanadını örgütledi.
Rumeli Demiryolları Müfettişi’yken de İttihat ve Terakki’nin Rumeli’de teşkilátlanmasını sağladı.
1907’de atandığı 3. Ordu’da Binbaşı Fethi (Okyar) ve Kolağası Mustafa Kemal ile birlikte çalıştı.
Babıali Baskını (23 Ocak 1913) olarak bilinen hükümet darbesinin ardından iktidarı İttihatçılar ele geçirince, İstanbul Muhafızlığı’na getirildi. Fransız yanlısıydı ama Birinci Dünya Savaşı öncesinde Fransız desteğini kazanamadı. Bunun üzerine, Alman yanlısı Enver ve Talat Paşalarla birlikte, 2 Ağustos 1914’te yapılan Osmanlı-Alman İttifakını destekledi. I. Dünya Savaşı’nda Bahriye Nazırlığı’nı üstlendi. 1908-1918 döneminde Enver ve Talat Paşa ile birlikte İttihat ve Terakki’nin en önemli üç paşasından biri olarak ünlendi.
Birinci Dünya Savaşı yenilgisinden sonra 1-2 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki’nin lider kadrosuyla birlikte ülke dışına kaçtı. Önce Berlin, daha sonra da Münih ve İsviçre’ye gitti ve burada da İttihat ve Terakki için çalıştı. Osmanlı’da yaşayan Arapların isyanına sebep olduğu gerekçesiyle Divan-ı Harb-i Örfi (Sıkıyönetim Mahkemesi) tarafından gıyabında idama mahkum edildi. İsviçre’den Rusya’ya geçti, Afgan ordusunu modernleştirmek için Afganistan’a gitti. Bolşeviklerin siyasi görüşlerinde meydana gelen farklılaşmalar Cemal Paşa’yı da güç durumda bıraktı ve o da Tiflis’e yerleşti. Burada yaverleriyle birlikte 21 Temmuz 1922’de Karakin Lalayan ve Sergo Vartanyan adlı iki Ermeni komitacı tarafından öldürüldü. Ancak, bu suikastın, Stalin’in emriyle, o sırada Gürcistan Çeka’sının başında olan Lavrenti Beria tarafından düzenlendiğine dair önemli iddialar da mevcut. Cenazesi Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir tarafından Erzurum’a getirilerek Karskapı Şehitliği’ne defnedildi.

revan (erivan)vilayeti demografik yapısı (1827-1922)

Erivan(Revan) Vilayeti'nin Demografik Yapısı (1827-1922)
Ermeniler yıllardır yalanlarla dolu propagandalarla süsledikleri sözde 1915 yılında Türkler tarafından bir soykırıma uğratıldıkları iddialarını gün geçtikçe ve her platformda daha aktif olarak yürütmekte, Dünya kamuoyunu Türkiye ve Türk Milleti aleyhine çevirmeye çalışmaktadırlar. Dünyadaki büyük güç odaklarının Türkiye'ye yönelik siyasetlerinin bir aracı olarak kullanılan ve Ermeniler tarafından ustalıkla sahneye konulan "Ermeni Genosidi" konusu uzun vadede Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği ve bütünlüğüne yönelik önemli bir tehdit haline gelmiş ve Türkiye'yi yıllardır müttefiklik yaptığı ülkelerle dahi karşı karşıya getirmiştir.
Ancak her nedense ,Osmanlı Devleti'nin düşmanlarıyla çok uzun yıllardır işbirliği yapan ve özellikle I. Dünya Savaşı'nın sıkıntılı günlerinde Osmanlı Devleti'ne başkaldıran, Türk insanına karşı tecavüzkâr hareketlerde bulunan, binlerce masum insanı katleden Ermeni vahşeti görülmek istenmemekte, bütün bunlara karşın Osmanlı Devleti'nin son derece insanî bir davranışla yürürlüğe koyduğu geçici olarak Ermenilerin savaş bölgesine çıkarılmaları olayı, sanki Ermenileri soykırıma uğratma kararı gibi değerlendirilerek, Türk Milleti'nin şerefli tarihi "Soykırım" gibi bir barbarlıkla lekelenmek istenmektedir. I.Dünya Savaşı ve sonrasının son derece dramatik ve kanlı yıllarında pek çok milletin büyük acılar yaşadığı bir gerçektir. Ermeniler de bu yılların olumsuzluklarından etkilenmişlerdir. Ancak bu dönemde en çok acı çeken, en fazla kırgınlara uğrayanlar hiç şüphesiz Müslümanlar, özellikle de Türkler olmuştur.
Pek çok bölgede Türk Milleti'ne karşı büyük vahşetler yapıldığı gibi, tarihi Türk yurdu olan bugünkü Ermenistan'da ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde Ermeniler tarafından Türk halkına karşı son derece sistematik, planlı bir soykırım hareketine girişilmiştir. Bunun sonucunda Erzincan'dan Erivan'a yüzlerce Türk köyü yakılıp yıkılırken, yüz binlerce insan soykırım ve sürgüne maruz bırakılmıştır .
Bu çalışmada; 200 yıl önce ahalisinin hemen hemen tamamı Türk olan bugünkü Ermenistan bölgesinde Rus işgali ile başlayarak, Sovyetleştirilinceye kadar geçen 100 yıla yakın bir zamanda demografik yapının nasıl değiştirildiği Rus kaynakları ve Rusya Devleti'nin nüfus istatistiklerine dayanılarak ortaya konulacaktır.
Azerbaycan kaynaklarına göre bugünkü Ermenistan arazisinde, M.Ö. 1000 yıllarında Türklerin yerleşik oldukları belirtilmektedir . M.Ö yıllardan başlayarak bu araziye Hunlar, Gengerliler, Bolgarlar, Hazarlar vs. mensup boylar gelerek yerleşmişlerdir. XI-XII. Asırlarda ise Oğuz boyları bölgeye yoğun olarak yerleşmişlerdir. "Kitab-ı Dede Korkud"da geçen yer adlarının bir kısmının bugünkü Ermenistan arazisinde olması elbette ki bir tesadüf değildir .
Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Seferi sırasında, Revan(İrevan-Erivan) ve Nahçıvan bölgelerine gelerek, Revan surları önünde konakladığından bahsedilmesi ile bu bölgelerin adı ilk kez Osmanlı tarihlerinde yer almıştır . Kanuni Sultan Süleyman döneminde bu bölgedeki çeşitli faaliyetlerde yine Revan Şehri'nden söz edildiği görülmektedir. III. Murat döneminde, Ferhat Paşa tarafından bu bölge Osmanlı topraklarına katılmıştır (1583). Revan, 1590 yılında İran ile imzalanan anlaşma sonrası Osmanlı Devleti'nde kalmış IV.Murat dönemine kadar Osmanlılar ve Safeviler arasında sık sık el değiştirmiştir. IV.Murat 1634'te, Revan'ı tekrar Osmanlı topraklarına katmış, ancak 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile Safevilere bırakılmıştır .
1722'de, İran'ın iç durumunun karışması ve Şirvan ile Dağıstan'ın Osmanlı Devleti'nden yardım istemesi üzerine, bu tarafa sefer açılmış, Revan tekrar fethedilmiş ise de, 1746'da Nadir Şah ile yapılan anlaşma sonucu tekrar İran'a verilmiştir. Nadir Şah'ın ölümü ile Revan'da müstakil bir Türk Hanlığı kurulmuştur. 19. yüzyıl başlarında Revan Hanlığı; Kırkbulak, Zengibasar, Gernibasar, Vedibasar, Şerur, Sürmeli, Derekend-Parçanis, Körpübasar, Abaran, Dereçiçek ve Göyçe mahallerinden ibaret idi ve hanlığın merkezi Revan (Erivan) şehri idi . İran'daki Kaçarlar döneminde de bağımsız veya yarı bağımsız bir şekilde yaşamaya devam eden hanlık, XVIII.yüzyılın sonlarından itibaren Ruslar tarafından tehdit edilmeye başlanmıştır . Rus Çarı I. Aleksandır'ın 1801'de, Doğu Gürcistan'ı Rusya ile birleştirdiğini ve Gürcü Guberniyası'nı kurduğunu ilan etmesi ile Rusların Revan ve çevresini işgal etme süreci de başlamıştır. Rusya ve İran arasında bu tarihten itibaren daha şiddetli bir şekilde Kafkasya'da başlayan mücadele, 1806 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşı'nın 16/28 Mayıs 1812 Bükreş Antlaşması ile sonuçlanmasından sonra Rusya'nın lehine dönmüş ve Rusya daha etkin bir şekilde İran üzerine harekete geçebilmiştir. Bunun sonucunda Rus Ordusunun İran Ordusunu mağlup ederek, Tebriz'e doğru ilerlemeye hazırlanması üzerine, İran Şahı, Rusya ile anlaşma yoluna girdi. 12 Ekim 1813'de Karabağ'ın Gülistan Şehri'nde, İran ve Rusya arasında barış imzalandı.
Gülistan Antlaşması ile bütün Azerbaycan Hanlıkları Rusya'ya dahil edilmesine ve İran, Doğu Gürcistan ve Dağıstan'da hak iddia etmekten vazgeçmesine rağmen, Revan ve Nahçivan Hanlıkları İran himayesi altında bağımsızlıklarını koruyabilmişlerdir .
Bu anlaşmadan 13 yıl sonra Rusya ile İran arasındaki savaş yeniden başladı . 1826 yılında başlayan bu savaşta, Azerbaycan'daki hanlıkların Rusya'ya karşı ayaklanması sırasında, Revan Hanı da İran'a yardımcı olarak bölgedeki Rus kuvvetlerini sıkıştırmıştı. Ancak Eylül 1826'da, Şamhor yakınlarında İran Ordusunu büyük bir mağlubiyete uğratan Rus Ordusu, Gence'deki isyanı bastırarak, 1827'de Erivan ve Nahçıvan Hanlıklarını aldı ve Tebriz'e doğru ilerledi. Bunun üzerine İran Şahı barış istemek zorunda kalmış ve 10 Şubat 1828'de Rusya ile İran arasında Türkmençay Antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre; Rus Orduları Azerbaycan'ın güney bölgelerinden çekilirken, Revan (Erivan) ve Nahçıvan Hanlıkları Rusya'ya bırakıldı .
Türkmençay Antlaşması'ndan birkaç ay sonra başlayan Osmanlı-Rus Savaşlarında, Osmanlı Devleti Balkan ve Kafkaslarda Ruslara mağlup oldu ve 2/14 Eylül 1829'da, bu iki devlet arasında Edirne barışı imzalandı . Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti de, Türkmençay Antlaşması ile Rusya'ya bırakılan Revan ve Nahçıvan Hanlıklarının Rusya'ya ait olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır .
Türkmençay Antlaşması'nı 20 Mart 1828'de tasdik eden Rus Çarı I. Nikola, ertesi gün (21 Mart 1828) Erivan, Nahçıvan ve Ordubad'ı içine alan bölgeyi "Ermeni Vilayeti" olarak adlandıran fermanını ilan etmiştir .
Ermeni Vilayeti, Erivan ve Nahçıvan Eyaletlerine ve Ordubad Dairesi'ne (Okrug) bölünmüştür. Erivan Eyaleti'ne, eski Revan Hanlığının 15 mahali, Nahçivan Eyaleti'ne 5 mahal ve Ordubad Dairesi'ne 5 mahal dahil edildi. Ermeni Vilayeti idaresine ise Aleksandır Çavçavadze tayin olundu .
1829 yılı başlarında Rus Generali Graf Paskyeviç Erivanski'nin emri ile, İ. Şopen oluşturulan Ermeni Vilayeti'nde bölge halkını ve bölgedeki yaşayış mıntıkalarını listelere geçirmiştir. El yazması 20 cilten oluşan bu listelerin sonuçları, yazarın 1852 yılında Petersburg'da yayınlanan "İstoriçeskiy Pamyatnik Sostoyaniya Armiyanskoy Oblasti v Epohu yego Prisoyedineniya k Rossiyskoy İmperii (Ermeni Vilayetinin Rusya İmparatorluğu İle Birleştirilmesi Devrinin Tarihi Eseri)" adlı eserinde ortaya konulmuştur.
İ.Şopen'e göre; Ermeni Vilayeti'nde 752 köy bulunmaktadır. Onlardan 521'i Erivan bölgesinde, 179'u Nahçivan'da, 52'si ise Ordubad bölgesindedir. Savaş sonucunda vilayetin arazisinde 359 köy (Erivan bölgesinde 310 köy , Nahçıvan bölgesinde 42 köy, Ordubad bölgesinde 6 köy) tahrip olmuş ve ahalisi doğma yerlerinden ayrı düşmüştü. Yani tahrip edilen 359 köy ilave edildiğinde Ermeni Vilayeti'nde 1111 köy bulunmakta idi .
İ.Şopen'in hesaplarına göre; hanlıklar işgal edilmeden önce Erivan Vilayeti'nin arazisinde tahminen (17.000 hane Erivan, 4600 hane Nahçivan ve 2130 hane Ordubad Bölgelerinde olmak üzere toplam 23.730 hane ahali yaşamakta idi. Her hanenin ortalama 5 kişiden ibaret olduğu nazara alınarak, bu arazide 118.650 kişi yaşadığı belirtilmiştir. Bu listelerde, Ermeni Vilayeti'nde 81.749 Müslüman ve 25.131 Ermeni bulunduğu kayda alınmıştır .
Rus Ordusu'nun bölgeyi işgal etmeye başladığı ilk günlerden itibaren Erivan bölgesinden bir kısım Müslümanların ayrılmak zorunda kaldığı görülmektedir. Nitekim Paskyeviç 27 Temmuz 1827'de, Çar Hükümeti'ne gönderdiği mektupta; yaklaşık 4100 hane Müslümanın Türkiye'ye göç ettiğini bildirmektedir . Daha işgalin ilk günlerinden başlayarak bölgeden Türkler çeşitli bahane, sıkıştırma ve zulümlerle uzaklaştırılmaya başlanırken, diğer taraftan İran ve Türkiye'den bölgeye Ermeniler göç ettirilerek, bölgede Ermeni çoğunluğu sağlanılmaya çalışıldı. Çar Hükümeti bu siyaseti ile hem kendilerine sadık Hıristiyan bir unsur olarak Ermenileri kullanabilecek ve hem de Türkiye ile Azerbaycan Türkleri ve diğer Orta Asya Türkleri'nin birbirleriyle olan temaslarını engelleyebilecekti.
Nitekim İ.Şopen'in yaptığı araştırmaya göre, 1829-1832 yılları arasında İran'dan, 366 hane(1715 kişi) Erivan, 265 hane (1110 kişi) Nahçivan'a, 36 hane (182 kişi) Ordubad Şehirlerine göç ettirilerek yerleştirilmişlerdir. Ayrıca bu tarihte Erivan'ın 119, Nahçivan'ın 61, Ordubad'ın 11 köyüne İran'dan Ermeniler göç ettirilmiştir ki, şehir ve köylere İran'dan göç ettirilerek yerleştirilen Ermenilerin toplam sayısı; Erivan bölgesine 4599 hane (23568 kişi), Nahçıvan bölgesine 2137 hane (10652 kişi), Ordubad bölgesine 250 hane (1340 kişi) olmak üzere 6949 hane (35560 kişi)'dir . Daha sonraki dönemlerde de İran'dan bu bölgelere Ermeniler göç etmeye devam etmişlerdir.
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşları esnasında Ermeni Vilayeti bölgesinde yaşayan bir kısım Türkler, kırgınlar ve tacizler sonucu Türkiye içlerine göç etmeye mecbur kalırken, savaş sonunda yapılan Edirne Antlaşması'ndan sonra Rusya, Türkiye'de işgal ettiği yerlerden çekilmeye başlayınca, bu bölgelerde yaşayan ve Rus kuvvetlerine yardımcı olarak, yıllardır birlikte yaşadıkları Türklere ihanet eden Ermeniler de Kafkasya'ya göç etmeye başlayacaklardır. Kemal Beydilli'nin "1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Doğu Anadolu'dan Göçürülen Ermeniler" adlı makalesinde belirtildiğine göre, Edirne Antlaşması imzalanması sırasında ve sonrasında yaklaşık 100.000 kişiden oluşan kalabalık bir Ermeni topluluğu Kafkasya'nın çeşitli bölgelerine göçürülerek yerleştirilmişlerdir .
Edirne Antlaşması'nın 13. maddesinde, Ruslar tarafından Türkiye'nin işgal edilen arazilerinde yaşayan Ermenilere 18 ay zarfında, taşıyabilecekleri emlakları ile Rusya vatandaşlığına geçmek hakkı, Rusya'nın isteği üzerine verilmişti. Edirne Antlaşması gereğince, Rusların Kars, Ardaha, Beyazıd, Erzurum ve diğer bölgelerden geri çekilmesi, Türklere ihanet eden, Ermenileri son derece sıkıntılı bir duruma sokmuştu. Ermeniler yaptıkları ihanetlerden dolayı Osmanlı Devleti tarafından cezalandırılacaklarını düşünüyorlardı. Rus-Kafkas Ordusu Komutanı General Paskyeviç Ermenileri bu durumdan kurtarmak için, onları yeni işgal edilmiş bölgelere göç ettirmeyi ve böylece Osmanlı Devleti ile sınır olan bölgelerde Hıristiyanların sayı üstünlüğünü sağlamaya karar verdi. Bu amaçla 10 Ekim 1929'da Paskyeviç Rus Çarı I.Nikola'ya şu raporu yazmıştı :
"Bayazıd'da 2 bin Ermeni bizim kuvvetlerle birlikte Türklere karşı savaşmıştır. Erzurum'da Hıristiyan ahalinin büyük bir kısmı bizim dini bayramımızı kutlamışlardır. Kars'ta, Ermenilerden oluşan 800 kişilik gönüllü batalyon teşkil edilmiştir ki, onların ailelerinden oluşan 10 bin kişi tehlike altındadır. Bu talihsiz kurbanlara dikkatinizi yöneltin ve Rusya'ya gösterdikleri muhabbetten dolayı Osmanlıların onlardan intikam almasına yol vermeyin. Bunları dikkate alarak siz, büyük imparatorumuzdan bana bu aileleri Gürcistan ve Ermeni Vilayetlerine yerleştirmek yetkisini vermenizi rica ediyorum".
18 Kasım 1929'da, Çar Hükümeti'nin Savaş Bakanı Çernişev, Paskyeviç'e teklifinin Çar tarafından kabul edildiğini bildirmesi üzerine, Paskyeviç derhal harekete geçerek, bölge Ermenilerini Kafkasya'ya göç ettirmeye başlamıştır. Hatta bu amaçla özel bir komite dahi tesis etmiş, bu komite Ermenilerin göçürülmesi ve yerleştirilmesi için çalışmalar yapmıştır. Bu komitenin ne şekilde çalışacağını belirten 12 maddelik bir kararnamede ilan edilmiştir .
İhanetlerine rağmen Osmanlı Devleti Ermenilerin Doğu Anadolu'dan göç etmesine engel olmak için, onların cezalandırılmayacaklarına dair fermanlar çıkarmış ve hatta bölgeye temsilcilerini göndererek Ermenileri göç etmemesi için ikna etmeye çalışmıştır .
Edirne Antlaşması'nın 13. maddesinde belirtilen 18 aylık sürenin sonunda, 3 Nisan 1831'de düzenlenen bölgede; toplam 14.044 hane Ermeni'nin Kafkasya'nın çeşitli bölgelerine Ruslar tarafından göç ettirildiği kaydedilmektedir . Ve bunların yerleştirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için Çarlık Hazinesi'nden 380 bin Gümüş ruble ayrılmıştı .
Türkiye'den Kafkasya'nın çeşitli bölgelerine göçürülen Ermenilerden Ermeni Vilayeti arazisine yerleştirilen Ermenilerin sayısını, Paskyeviç'in emri ile Ermeni Vilayeti'nde araştırmalar yapan İ. Şopen eserinde; vilayetin arazisine 21666 kişiden oluşan 3682 hane Ermeni ve 324 kişiden oluşan 67 hane Yezidi Kürd göçürüldüğünü kaydetmektedir. İ.Şopen tarafından yapılan çalışmalar sonucu, Ruslar tarafından oluşturulan Ermeni Vilayeti'nde, 1828-1830 yılları arasında bulunan ahalinin sayısı, hangi mahallerde ne kadar Müslüman ve Ermeni olduğu ve İran ve Türkiye'den göçürülen Ermenilerin sayısı da belirtilerek aşağıdaki şekilde verilmiştir :
Şimdiki Ermenistan arazisine Ermenilerin kitlesel olarak göç ettirilmesi daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Ayrıca bu araziye Ermenilerin yanısıra Yezidi Kürtlerde gelip yerleşmişlerdir. 1834 yılında, Erivan Eyaleti'ne, Bayazıd'dan gelmiş 1000 kişilik (yaklaşık 300 hane) Yezidi Kürtleri yerleştirilmişlerdir. Eleyez Dağı'nın eteklerinde boşaltılan Türk köyleri, Türkiye'den gelen Yezidi Kürtlere verilmiştir. Yezidi Kürtleri, 1839'da da Mirek, Kuruboğaz, Çarçarçı, Çobangerekmez köylerine, daha sonraları ise Pembek, Gundahsaz, Büyük Camışlı, Küçük Camışlı ve Karbulak köylerinde yerleştirildiler. Türkiye'den göçürülen Rumlar ise esasen Şöregel-Pembek bölgelerinin Alakilise, Bayandur, Sisimedin köyleri ve Gümrü'ye yerleştirilmiş olup, sonraları bu Rumlar Ermenistan'da asimilasyona maruz kalıp, tedricen Ermenileşmiştirler. Bu arada Çar Hükümeti 19.yüzyılın başlarından itibaren Zakafkasya'da işgal ettiği belirli bölgelere özellikle Ermenileri değil, Rusya içlerinden getirttiği Rus kolonilerini (Kazak, Malakan, Duhobor) yerleştirme siyasetini de gütmüştür.
Kafkasya'yı işgal ettikten sonra gerçekleştirdiği adaletsiz uygulamalardan dolayı, Kafkasya'da Rus yönetimine karşı oluşan tepkiler, Rus Çar Hükümeti'ni Kafkasya'nın idari yönetiminde bazı değişiklikler yapmaya mecbur bıraktı. Çarlık Hükümeti, halkın durumunu iyileştirici bazı ıslahatlar yaparken, 1844'te doğrudan Çar'a bağlı olarak Kafkasya Genel Valiliği oluşturuldu ve M. Vorontsov da ilk Kafkasya Genel Valisi olarak atandı .
Önce Kafkasya Genel Valiliğine bağlı olarak, Tiflis, Kutais, Şamahı ve Derbend'den oluşan dört Guberniya (Vilayet) kurulmuş, birkaç yıl sonra ise Ermeni Vilayeti'nin yerine, 1 Ocak 1850'de Erivan Guberniyası (Vilayeti) oluşturularak, Nahçivan ve Ordubad Kazaları da bu vilayete dahil edilmiştir .
Şimdiki Ermenistan arazisine bu tarihten sonrada Ermeni göçü devam etmiş, özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşları sonrası 1890'lı yıllarda meydana gelen Ermeni İsyanları esnasında 400 bine yakın Ermeni Kafkasya'nın çeşitli bölgelerine göçüp yerleşmişlerdir.
N.Şavrov, 20. yüzyılın başlarında Zakavkasya'da yaşayan 1.300.000 Ermeni'den bir milyonunun Ruslar tarafından göçürülerek yerleştirildiklerini eserinde kaydetmektedir .
Kafkasya Genel Valiliği tarafından oluşturulan Zakafkasya İstatistik Komitesi tarafından yapılan nüfus sayım sonuçlarına göre; Erivan Vilayeti'nde yaşayan ahalinin dağılımına ait 1886, 1897, 1902, 1908, 1915, 1917 yıllarının istatistikleri, geçen yüzyıla yakın bir süre içerisinde, 1827'de, 25 bin yerli Ermeni ahalisi olan şimdiki Ermenistan arazisinde Ermenilerin sayısının, daha önce belirtilen İran'dan ve Türkiye'den Ermenilerin göçürülmeleri ve bölgenin yerli halkı olan Türklerin bölgeden uzaklaştırılmaya çalışılması ile arttığını ve Türk nüfusa oranla bir miktar üstünlük sağladığını göstermektedir. Rus Kafkasya Genel Valiliği tarafından yayınlanan "Kavkazski Kalender"lerden çıkarılan ve Azerbaycan Cumhuriyeti Merkezi Devlet Yeni Tarih Arşivi'nde bulunan bu istatistikler aşağıda verilmiştir:
Bu istatistiklerden kolayca anlaşılacağı gibi, bir taraftan Ermeniler İran ve Türkiye'den Erivan Vilayeti arazisine göçürülmesine ve diğer taraftan bölgedeki Türkler çeşitli bahane, tazyik, kırım ve zulümlerle bölgeden uzaklaştırılmalarına rağmen 1917 yılına gelindiğinde bütün Erivan Vilayeti'nin % 40'a yakın nüfusu Türk'tür. Bu vilayetin Şerur-Dereleyez, Sürmeli, Nahçivan bölgelerinde Türkler büyük çoğunluktadır. Erivan bölgesinde ise ahalinin % 45'i Türk'tür. Rus nüfus istatistiklerinde göze çarpan diğer bir özellik Kafkasya'daki Türk nüfusun Müslüman genel kimliği ile bazen de Tatar ismi ile kayıtlara geçirilmesidir. Kafkasya'da yaşayan diğer milletler, kendi adları ile bu istatistiklere geçirilirken, Çarlık Rusyası'nın bu yaklaşımı; Türklere karşı düşmanca tavrının ve onları Türkiye Türklerinden ayırma siyasetinin bir ürünü olduğu açıktır. Örneğin yukarıda verilen 1902 yılı nüfus istatistiklerinde Ruslar, Ermeniler, Müslüman Gürcüler, Müslüman Kürtler, Yezidi Kürtler, Yahudiler, Polyak ve Çıganlar ayrı ayrı kendi adları ile yer alırken, yalnız Türkler Müslüman genel kimliği ile verilmiştir.
Rusların bölgeyi istila ederek, bölgenin demografik yapısını değiştirmek üzere yaptığı çalışmalara, Ermenilerin Büyük Ermenistan Devleti kurma hayali de eklenince Erivan Bölgesi'ndeki Türklerin vaziyeti çok daha kötüleşmiştir. Özellikle 1890'da Tiflis'te kurulan Taşnaksütyun un 1904'te, kuracağı Büyük Ermenistan Devleti'nin sınırlarına Kafkasya'yı dahil etmesi ile Türklere karşı Ermeni terör hareketleri de artmıştır .
Ermenilerin bu hareketleri 1890'lı yıllarda, Rusların dahi tepkisine sebep olmuştu. Çarlığın kaynaştırma siyasetinin Ermeni milliyetçiliği ile çatışması sonucu, kısa bir süre için Rus-Ermeni dostluğu bozulur gibi olmasına rağmen, 1905'te Varontsov Daşkov'un Kafkasya Genel Valiliği'ne atanması ile sorunlar çözülmüş ve Varontsov Daşkov'un Ermeni yanlısı tutumu Taşnak Ermenilerini iyice cüretlendirmiştir. Bunun sonucunda 1905-1907 yılları arasında Kafkasya'da Ermeni-Türk çatışmaları başlamıştır ki, yıllardır teşkilatlanarak silahlanan Ermeniler Erivan, Nahçıvan, Ordubad, Karabağ, Şuşa, Gence, Bakü ve Şirvan'da silahsız ve müdafaasız kendi hallerinde yaşayan Türklere saldırarak, onları kırmaya, öldürmeye başlamışlardır . Erivan Vilayeti bölgesinde Ermenilerin Rus işgalinin ilk günlerinden başlayan terör hareketleri 1905-1907 yıllarında kitlesel kırgınlara dönüşmüş ve bunun sonucunda pek çok Türk bu bölgeden göçmek zorunda kalmıştır .
Ermenilerin Türklere karşı katliamları Birinci dünya Savaşı esnasında ve sonrasında da devam etmiş ve özellikle 1918-1920 yıllarında, Rusların 28 aralık 1917 Erzincan Mütarekesi ile işgal ettikleri bölgelerden çekilmeye başlanması ile Türkiye'nin Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerinde Ermenistan'ın her bölgesinde Taşnak Ermenileri tarafından Türk soykırımı gerçekleştirilmiştir .
Erivan Vilayeti'nde (1918'den sonra Ermenistan Cumhuriyeti) 1918-1920 yılları arasında, Taşnak Hükümeti ve Taşnak Ordusu tarafından gerçekleştirilen "Türk Soykırımı" esnasında şimdiki Ermenistan bölgesinde yaşayan 575 bin Türk'ten 565 bini soykırıma ve sürgünlere maruz kalmıştır . Bu rakamı Ermeni araştırmacısı Zevan Korkodyan'ın kendisi "Sovyet Ermenistanı'nın Ahalisi son yüzyılda 1831-1931" adlı, Erivan'da, 1932'de, Ermenice olarak yayınlanan eserinde tasdik etmektedir. Z.Korkodyan'ın tespitlerine göre; Sovyet Ermenistan Hükümeti'ne Taşnaklardan toplam 10 binden biraz fazla Türk kalmıştır .
Birinci Dünya Savaşı öncesinde (1914) Erivan Vilayeti'nin Türk ve Ermeniler dahil toplam nüfusu 1.014.255'tir. 1914-1919 yılları arasında Türkiye'den Erivan Vilayeti'ne 300 bin Ermeni gelmiştir . Bu rakamı üstteki rakama ilave ettiğimizde 1.314.255 etmektedir. Bu yıllar arası bu nüfustaki doğal artışı da hesaba aldığımızda 1922 yılına geldiğinde Erivan Vilayeti'nin nüfusu 1.400.000 civarında olması gerekir.
Ancak Sovyet Ermenistanı'nın 1922'de yaptığı nüfus sayımında bütün Ermenistan'daki nüfus 772.052'dir . Aradaki fark 600 binden fazladır. Bu durum dikkate alındığında Türklerin ne kadar büyük bir soykırıma maruz kaldıkları ortaya çıkmaktadır.
Ermenistan'da Sovyet hakimiyetinin kurulması ve Türkiye ile yapılan Kars Antlaşması sonrasında, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti'nin teşebbüsü ile daha önceden Ermeni Taşnak zulmünden İran ve Azerbaycan'a göçen Türklerden 60.000 kişi Ermenistan'daki ata topraklarına dönmüşlerdir. Bunların gelmesi ile Ermenistan'da 1922 yılındaki Türk nüfusu 72.596'ya ulaşmıştır . Bu sayı 1926'da 84.717'ye, 1939'da ise 130.800'e yükselmiştir .
Ermenistan'da yaşayan Türkler için 70 yıllık Sovyet döneminde de acılı günler sona ermemiştir. 1948-1953 yılları arasında Stalin, Harutyunov ve Mikoyan üçlüsü Ermenistan'da yaşayan Türklere karşı bir sıra baskı tedbirleri uygulamış ve binlerce Türk bu topraklardan başka yerlere sürülmüştür. En son Ermenistan 1988'de başlattığı etnik temizleme politikası sonucunda, 1988-1990 yıları arasında 200 binden fazla Türk'ü Ermenistan'dan sürgün etmiştir .
1827'de nüfusunun hemen hemen tamamı Türk olan bugünkü Ermenistan arazisinde, yukarıda belirtilen süreçte, soykırım ve göç ettirmeler sonucunda 1990 yılına gelindiğinde bir tek Türk dahi bırakılmamıştır. 1827'de Rusların bölgeyi istilasından önce 25 bin civarında Ermeni'nin yaşadığı şimdiki Ermenistan Devleti arazisinde bugün yalnız Ermeniler ve Yezidi Kürtler yaşamaktadır. Bu da geçen 163 yıl esnasında bölgenin demografik yapısının tamamıyla değiştirildiğini açıkça ortaya koymaktadır.