26 Mayıs 2014 Pazartesi

mora da türk soykırımı

MORA’DA TÜRK SOYKIRIMI VE YUNANİSTAN’IN DOĞUMU
1800’lü yılların başında, bugünkü Yunanistan’ın güney ucunda, Mora Yarımadası’nda kin ve düşmanlığın çığlığı yükselene kadar:’’Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!’’ Balkanlar’ın Türklerden temizlenmesine dönük ilk hareket Yunan başpiskoposunun tarihe armağan ettiği bu sloganla başladı. Mora’da başlayan 1821 isyanı, buradaki Türklerin toptan katline dönüştü ve tüm Balkan ülkelerine model oldu. BU İSYAN HALA BATI DERS KİTAPLARI VE KAYNAKLARINDA SADECE YUNANLILARIN TÜRK YÖNETİMİNE KARŞI KAHRAMANCA İSYANI VE BAĞIMSIZLIK HAREKETİ OLARAK GÖSTERİLİR.Model şuydu:’’Bağımsız bir Yunanistan yaratma amacına uzanan yolda Türkler, bir engel olarak görülmekte idiler.’’ Buradaki Türk varlığı, Osmanlı müdahalesi için bahane oluşturabilir ve Türkler doğal olarak Osmanlı’ya bağlılık duyarlar diye varsayıyorlardı. ‘’Çare, kökten kazıyıp yok etme idi.’’ Nitekim Mora’daki (o zamanki Yunanistan sadece Mora Yarımadası’nı kapsıyordu) ayaklanma, doğrudan sivil Türkleri hedef aldı. O sırada Mora’da 30 bine yakın Türk yaşıyordu. İki ay içinde çoğu kıyımdan geçirildi. Yunan ayaklanmasını anlattığı 1861 tarihli kitabında George Finlay, şunları yazdı:’’Adamlar, kadınlar ve çocuklar hiç acımadan ve sonra da pişmanlık duyulmadan öldürüldüler. Yaşlılar hala taş yığınlarını parmakla gösterip, gezginlere, ‘işte şurada Ali Ağa’nın kulesi vardı; burada hem onu, hem eşlerini ve hizmetkârlarını öldürdük’ diye anlatırlar. Ve bunu anlatan yaşlı adam, yolu üzerinde bir öç alıcı meleğin bekliyor olabileceğini aklına bile getirmeden, bir zamanlar Ali Ağa’nın olan tarlaları sürmek için yürür gider. İşlenen suç bir ulusun suçu idi…’’ Finlay’i bu denli dehşete düşüren şey, savaş ya da isyanlarda görülecek türden öldürmeler değildi. Yunan çeteci ve köylülerin, düpedüz karşılaştıkları her Türk’ü çocuk, kadın, yaşlı, hasta demeden doğramalarıydı. Kasabalar basılıyor, Türkler toplanıp ‘’bir dere yatağına’’ ya da uygun bir yere götürülüyor ve orada katlediliyorlardı. Alison Phillips 1897’de yayımlanan kitabında katliamın boyutlarını şöyle anlattı:’’Her yerde daha önceden kararlaştırılmış bir işareti almış gibi, köylüler ayaklanmakta ve yakalayabildikleri bütün Türkleri, erkeğiyle, kadınıyla, çocuklarıyla kıyımdan geçirmek idi. ‘Hiçbir Türk kalmayacak! Ne Mora’da, ne dünyada’; ağızdan ağza dolaşarak bir kökten kazıma savaşının başlangıcını ilan eden şarkı böyle diyordu…Ayaklanmanın patlak vermesinden sonraki üç hafta içinde, kentlere kaçabilenler dışında, bir tek Müslüman bırakılmamıştı. Amerikalı tarihçi Justin McCarthy, ÖLÜM VE SÜRGÜN adlı kitabında, öldürülen Türklerin 25 bin kişi olduğunu yazdı. Burada ölenlerin sayısından daha önemli olan, bunun bir arındırma politikası olması ve Balkanlar’ın tarihine damgasını vurmasıydı.Olayların Osmanlı başkentindeki yankıları yakıcıydı. Katliamlar karşısında halkın kapıldığı infial ve öfke o denli büyüktü ki, İstanbul’daki Rumlara karşı her an misilleme hareketleri başlayabilirdi. Padişah Mahmud da öfkesini dizginleyemeyenlerdendi. Kayseri, Edirne, Tarabya, Edremit piskoposları ile İstanbul’daki patrik Gregorius’un idam fermanını verdi. Ortodoksların davranışlarından patrik sorumlu tutulmuştu. Patrik, Fener’deki patrikhanenin ‘’Orta Kapı’’sında asıldı ve yaftası göğsünde üç gün teşhir edildi. (O kapı o gün bugündür kapalı tutuluyor.)Öte yandan, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordu, Mora’ya çıktı. İsyan kısa zamanda ve şiddetle bastırıldı. Ama işte tam da bu anda, Batılı devletler müdahale çarkını işletti. İsyana sevk ettikleri, destekleyip yönlendirdikleri Yunanistan’ın daha doğmadan ölmesine izin veremezlerdi. Ordularını Mora’dan çekmesi için Osmanlı’ya yönelen baskı ve tehditler işe yaramayınca, dünya askerlik tarihinin en utanç duyulacak saldırısını gerçekleştirdiler. İngiliz, Fransız ve Rus gemileri, Navarin’de demirli bulunan Osmanlı-Mısır donanmasını, savaş ilanına gerek duymadan topa tuttu; savaş hali olmadığı ve herhangi bir saldırı beklemediği için müttefik gemilerinin gelişini seyretmekle yetinen 57 Osmanlı gemisi batırıldı. Sekiz bin denizci oracıkta öldürüldü. Fransa, denizcilik tarihine ‘’şanlı bir zafer’’ yazdıklarını açıkladı. İngilizler temkinliydi; bir yanlışlık olmuş gibi davrandılar. Osmanlı’nın Mora’dan çekilmesi için bu da yeterli olmadı. Bu kez İbrahim Paşa üzerindeki baskılar artırıldı. Sonunda İbrahim Paşa ikna edildi ve isyanı bastıran ordu Mora’dan çekildi. Osmanlı hala Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmiyordu. Artık tek yol kalmıştı: Savaş. Rusya’nın saldırısı(1828) bu koşullar altında başladı ve Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlandı. Edirne Antlaşması’nın imzalanması Yunanistan’a bağımsızlık, Sırbistan’a da özerklik getirdi. Osmanlı’dan koparılan bu ilk ülkenin kralı da Almanya’dan geldi; BAVYERA PRENSİ OTTO, beyaz bir atın üzerinde muzaffer bir komutan gibi Atina’ya girdi. Antlaşmada adına ‘’bağdaşmazlık ilkesi’’ denen yeni bir anlayış da yüzünü gösterdi: Buna göre, ‘çatışmaları önlemek için ‘’Mora’daki Türklerin çıkarılması öngörüldü. Özerkleştirilen Sırbistan’daki Türklerin de, Belgrad ve bir iki kale hariç ülkeden sürüldüler. BALKANLAR’I KANA BOĞACAK, İLERİDE MÜDAHALEYE GEREKÇE OLUŞTURACAK OLAN DA İŞTE BU BATILI İLKEYDİ. BAĞIMSIZLIK FİTİLİNİ TUTUŞTURAN HER BALKAN HALKINA, AYNI TOPRAKLARI PAYLAŞAN TÜRK VE MÜSLÜMANLARI SÜRME, GEREKİRSE YOK ETME İŞARETİ VERİLMİŞTİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder