26 Mayıs 2014 Pazartesi

ROMANLAR



ÇİNGENELERİN TÜRKİYE'DEKİ TARİHİ
Çingenelerin Anadolu'ya Gelişi
Yukarıda da bahsedildiği üzere genel kanaat; çingene göçünün V-XI. yüzyıllar arasında farklı dalgalarla Hindistan'dan İran'a olduğu ve göçün buradan, batı ve güney olmak üzere ikiye ayrıldığı doğrultusundadır. İkiye ayrılmış olan bu çingene göç hareketinin iki kolunun bir kısmı, Suriye ve Ermenistan üzerinden Anadolu'ya geçmiştir. Onların Türkiye'ye kesin geçiş tarihleri bilinmemekle birlikte, çingenelerle akraba oldukları kabul edilen Catların 820-834 yılları arasında Araplar tarafından Bizans İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Anazarva’ya* (Ain Zebra) sürülmüş ve orada Ermenilerle bağlantı kurmuşlardır. Bunlardan bazılarının 1071'den önce de Ermenistan üzerinden Anadolu'ya geçmiş olabileceği düşünülmektedir. Bizanslı tarihçi Nichephoros Gregoras'ın, Çingene akrobatlarının 1322 yılında Konstantinapol'e ulaştıklarını kaydettiği bildirilmektedir. Ayrıca bu tarihten çok önce, X. yüzyılda onların, Konstantinopol'e demirci ve seis olarak geldiği de kaydedilmektedir. Bu haberlerin ışığında çingenelerin Anadolu'ya girişlerinin IX. ve XIV. yüzyıllar arasında olduğunu söylemek mümkündür.
Avrupalı bilim adamları ise Orta Çağ kronikçilerinin verdiği bilgilere dayanarak, Timurleng'in Anadolu'yu istilasıyla birlikte, Anadolu'da bulunan çingenelerin bir kısmının o tarihten itibaren Avrupaya'ya geçmeye başladığını savunmaktadır. Nitekim bunun en önemli göstergesi ise 1400'lü yıllardan sonra Avrupa'da görülen bazı çingene gruplarının lisanlarında Türkçe'den alınmış kelimelere rastlanmış olmasıdır.
Avrupa'ya Türkiye üzerinden göçetmiş olan çingenelerin, XX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren tekrar Türkiye'ye Avrupa üzerinden zorunlu olarak göçettiklerine şahit olunmaktadır. Bunun en önemli sebebi; onların XIV. yüzyıldan itibaren Avrupalılarca Türk veya Türk ajanı oldukları gerekçesiyle dışlanmaları, esir edilmeleri ve hatta toplu katliamlara maruz bırakılmalarıdır. (Nitekim biz bu konuya yukarıda temas etmiş bulunuyoruz.) Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz husus, çingenelerin hileyle Türkiye'ye gönderilmeleridir. 1923 yılında yapılan Lozan Barış Andlaşması gereğince Türk ve Rum nüfusun mübadelesine ilişkin 19 maddelik sözleşme ve protokol 30 Ocak 1923'de imzalanmıştı. Ayrıca Sırp-Hırvat ve Sloven devletleri de daha sonra 24 Temmuz 1923'de Lozan Andlaşması'nın pek çok hükmüne imza koymuşlardı. Bu andlaşmalar çerçevesince 1924 yılı Ekim ayının sonuna kadar sadece Yunanistan'dan Türkiye'ye gönderilen göçmen sayısı 370.000'e ulaşmıştı. Göçmen sayısının kademeli bir şekilde artmasından sonra, resmî istatistiklere göre, Türkiye'ye gönderilen göçmen sayısı 456.720'i bulmuştu. Ayrıca mübadele kapsamına girip, mübadele edilmeyi beklemeden Türkiye'ye sığınmacı olarak 50.000'i aşkın göçmenin gelmesiyle, ülkemize getirilen göçmen sayısı 500.000'i geçmişti. Büyük bir ihtimalle Türkiye'ye gönderilen bu göçmenler arasında çok sayıda çingene de bulunmaktadır. Zira yukarıda belirtildiği üzere Avrupa'da çingeneler Ortaçağ'dan itibaren Türk veya Türk ajanı olarak telakkî edilmiştir. Kanaatimize göre bu andlaşmayı fırsat bilen Yunanlar, kendi ülkelerinde yaşayan çingenelerin büyük çoğunluğunu, Türk oldukları gerekçesiyle Türkiye'ye göndermiştir. Zira ülkemizde kendilerini "roman" olarak nitelendiren vatandaşlarımızın tamamı, Avrupa'dan Türkiye'ye göçeden çingenelerdir. Kendileriyle görüştüğümüz bütün Romanlar; Yunanistan, Bulgaristan ve Yugoslavya göçmeni olduklarını söylemektedir. Hatta aralarında doksan yaşın üzerinde olanlar Türkiye'ye gönderilişlerini hatırlamaktadır. Osmaniye'deki Manuşların yakın zamana kadar çeribaşılığını yapmış olan 94 yaşındaki Hüseyin Kaplan isimli şahıs bunlardan biridir. Yunanistan'ın kendi ülkesindeki çingeneleri hileyle Türkiye'ye gönderişinin yanısıra, Bulgaristan'nın da sınırları içerisinde yaşayan çingeneleri tehcir ettirmesi üzerine, Bulgar çingeneleri de 1930'lu yıllardan itibaren Türkiye'ye gruplar halinde gelmeye başlamıştır. Günümüzde Osmaniye, Çorum, Sakarya, Tekirdağ gibi illerde çoğunlukta bulunan "But Manışa" isimli Romanların tamamı Bulgaristan'dan gelmiştir. Ege ve Marmara Bölgesi'nde yaşayan Romanların tamamı Yunanistan ve Yugoslavya'dan geldiklerini ifade etmektedir. Ayrıca Osmanlı Devleti zamanında, bilhassa 1877 yılından itibaren Balkanlar'dan Anadoyu'ya Türklerin zorunlu olarak tehcir edilmeye başlamasıyla birlikte, Türklerin yanısıra pek çok çingenenin de Anadolu'ya gelmiş olması muhtemeldir.
Kanaatimizce bütün bunlar, Türk topraklarının gerek Osmanlı ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti döneminde, bütün azınlıklar için gerçek sığınak ve barınak yeri oluşunun en canlı göstergesi ve belgesidir.
b. Osmanlı Devleti Zamanındaki Çingeneler
Osmanlı Devleti zamanındaki çingenelerin genel durumları hakkındaki bilgiler, hiç şüphesiz Osmanlı Arşiv belgelerinde bulunmaktadır. Biz burada tespit ettiğimiz arşiv belgeleri ve diğer kaynakların ışığında, Osmanlı Devletinin sınırları içerisinde yaşamış olan çingenelerin genel durumlarını belirlemeye çalışacağız.
Osmanlı Devleti, Rumeli Eyaleti'nde çoğunlukta bulunan çingeneler için Rumeli'de merkezi o zamanki ismiyle Kırkkilise (Kırklareli) olan bir "Çingene Sancağı" tahsis etmiş, İstanbul ve Rumeli'de oturan çingeneleri bu sancağa bağlamıştır. Çingenelerin göçebe olarak yaşamaları ve sürekli yer değiştirmeleri sebebiyle kesin sayıları tespit edilememiştir. Lâkin 1477'de İstanbul'da yapılan nüfus sayımında 31 hanelik çingene ailesi tespit edilmiştir.
Çingenelerin göçebe bir hayat yaşamalarından dolayı Osmanlı Devleti, onların vergilerini düzenli olarak toplayamamış ve bunun önüne geçebilmek için yeni fethedilen yerlerden çingenelere toprak vererek, onları yerleşik hayata geçmeye ve ziraate teşvik etmiştir. Kanaatimizce Osmanlı Devleti, çingeneleri Avrupa'da yeni fethedilen bu bölgelere sadece yerleşik düzene geçmeleri için yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda onları Avrupa devletlerine karşı sınır muhafızları olarak da kullanmış olmalıdır. Zira çok geniş toprağa sahip olan bir devletin, yeni fethedilen yerleri seçmesinin başka bir izahı zor gözükmektedir. Sultan Selim II. (1566-1574) 1574 yılındaki bir fermanıyla "Bosna-Hersek'te yerleştirilmiş olan çingenelerin vergiden muaf olduklarını, hiç kimsenin onların aktivitelerine karışmamasını, ancak kanunları ihlâl eden çingenelerin de çeribaşıları tarafından yakalanarak, devlete teslim edeceğini bildirmektedir". O dönemde Bosna-Hersek'de yerleştirilen çingenelerin bir kısmının madencilikle uğraşmış olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan çingeneleri müslim ve gayr-ı müslim olarak iki gruba ayırmasına rağmen, bu iki grubu hukukî bakımdan denk saymıştır. Osmanlı Devleti'nde sadece gayr-ı müslimlerden cizye alınması söz konusuyken, kıptî teb'anın hem zimmilerinden hem de müslimlerinden cizye alınmıştır. Ancak bu iki grubun ödediği cizye miktarı farklı tutulmuştur.
Bu belge Osmanlı Devleti'ndeki çingenelerin hepsinin müslüman olmadığını ortaya koymaktadır. Çingenelerle ilgili pek çok hükmün bulunduğu Fatih Kanunnamesi'nde çingenelerin dinî durum ve ayırımları da ortaya konulmaktadır: "Müslim olan çingene, kâfir olan çingeneler arasında oturmamalı, müslümanlara karışmalıdır. İlle de onlarla birlikte oturup, müslümanlara karışmayacak olursa, onların da kâfirler gibi haraçları alınmalıdır.
Çingenelerle ilgili dikkat çeken bir diğer husus ise, onların dolaşacakları yerlerin tespit edilmiş olmasıdır. Göçebe çingenelerden hiç birinin kendi cemaatini terkedip gitmesine müsaade edilmemiş ve terkedenler yakalanarak kabilesine teslim edilmiştir. Ayrıca müslüman çingenelerle müslüman olmayanların birbirine karışmasına, birlikte konup göçmelerine ve kız alıp vermelerine müsaade edilmemiştir. Hatta çingene kanunnamesine göre müslüman çingenelerin kafir çingenelere karışması durumunda, onlardan sayılacağı ve cizye mükellefiyeti yükleneceği bildirilmektedir.
Kıbtiyân ve cingâne tâifesi diye anılan ve Osmanlı Devleti'nde özel statüye tabi‘ askerî ve sosyal bir sınıf olan çingenelerle alakalı ilk hukukî düzenleme, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) devrinde yapılmış ve "Rumeli Etrâkinün Koyun Âdeti" Kanunnâmesinin içinde neşrolmuştur. Ancak bu sosyal ve askerî grupla ilgili ilk müstakil kanunnâme ise, II. Bâyezid devrinde tedvin olunmuştur. Kanunî devrinde ise çingenelerle ilgili iki ayrı kısa hukukî düzenleme yapılmıştır. Bunlardan ilki; İstanbul Müftülüğü Şer‘î Siciller Arşivi, Üsküdar Mahkemesi Sicilleri, (No: 6/15, s. 138)'de yer alan ve çingenelerin ifa ile mükellef oldukları cizye ve harâclarını tanzim eden bir kanun hükmüdür. İkincisi ise; aynı şer‘iye sicillerinde (No: 6/15, s. 137)'de yer alan bir kanun hükmüdür. Bu iki Kanunnâmenin metinlerini Ahmed Akgündüz günümüz Türkçesine çevirmiştir. Anadolu, Karaman ve Trabzon kadılarına tedvin edilen bu hükümde, şer‘î hükümlere göre, cingânelerden alınacak harâc, harâc-ı re's denilen cizye ve kesim yani harâc-ı mavazzaf denilen “çift akçesi “ hükme bağlanmış bulunmaktadır. Bu kanun hükmünde, “kıbtiyân “ denilen çingeneler, “âzâdegân” denilen azadlı köleler ve “yâve kafirler “ denilen kaçkın gayr-i müslimlerle alakalı düzenlemeler yapılmıştır.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi'ndeki Kanunî dönemine ait Tapu-Tahrir Defteri'nde “Kanunnâme-i Kıbtîyân-ı Vilâyet-ı Rum ili” başlığı adı altında kayıtlı bulunan kanunnâme ise özet olarak şu hükümleri ihtiva etmektedir:
1- Müslüman çingenelerin her hane ve mücerredi (ergin bekarı), yılda yirmi iki akçe resim verirler. Kâfir çingenelerin her hane ve mücerredleri ise yılda yirmibeşer akçe, bîveleri (dul kadınları) de altışar akçe ispenç verirler.
2- İstanbul, Edirne, Filibe ve Sofya’da olan çingenelerin nâ-meşrû fiile girişen avratlarından kesim adı altında her ay yüzer akçe resim (vergi) alınır.
3- Cürüm, cinâyet ve ârüs resimleri, sâir reâyâ gibi, kânunların gerektirdiği mütad şekil ve miktarlarda edâ ederler.
4- Kayıtlı bulundukları kadılıktan başka bir kadılığa veya havlulara giderek izlerini ille de kaybettirmekte inad eden çingeneler aranıp bulunduklarında, kınanıp cezalandırılarak kendi kadılıklarına iade olunurlar.
5- Kendi cemaatlarından kaçan çingeneler, katuna başları (konak yerlerinin reisleri) ve kethüdaları (kahyaları) aracılığıyla buldurulup kendi cemaatlarına getirilirler. Böylece, avârız-ı divâniye vukuunda onların kendi cemaatlarının efrâdı arasında bulunmaları sağlanmış olur.
6- Çingene sancağına ait olan cingenelerin cürüm ve cinâyetlerine, bâd-i hevâlarına, rüsüm-ı örfiyyelerine ve siyasetlerine çingene sancağının beği mutasarrıftır. Vilayetin diğer sancaklarının Beğleri ve Subaşıları ve kapu halkı ve yeniçeriler buna asla karışamazlar.
7- Gerek has, zeâmet ve tımarlarda ve gerekse evkaf ve emlâkda raiyyet olarak kayıtlı bulunan çingenelerin İspençe ve rüsûm-ı örfiyyelerine ve bad-i hevâlarına ve siyasetlerine , ne çingene sancağının beği ne de diğerleri karışabilir. Bunları, doğrudan doğruya o raiyetlerin sahipleri tasarruf eder.
8- Müslüman çingeneler kâfir çingenelere karışarak onlarla birlikte göçüp konacak olursa, kınanıp te’dip edildikten sonra, onlardan da kâfir çingeneler gibi resim alınır.
9- Hisarlarda Müsellim Hizmeti görmek üzere ellerinde padişahın berâtı bulunan çingeneler, avârız-ı divâniyye, ispenç ve sair rüsum-ı örfiyyeden muaf olup yalnızca haraç verirler.
10- Semendire sancağının Biracık Nahiyesindeki Çingenelerin her hanesi, Resm-i Flori olarak, miriye her yıl seksen akçe öder.
11- Niğbolu sancağındaki çingeneleri raiyyet olarak tasarruf edenler, Niğbolu sancağına eserler.
12- Niğbolu sancağındaki çingenelerin hane ve mücerredleri, her yıl cizyelerini ödedikten sonra, ayrıca, kaftanlık adıyla da yılda altışar akçe öderler.
13- Niş çingenelerine raiyyet olarak mutasarrıf olan sipahiler, semendire sancağına eserler.
Kanunnâmede de çingenelerin bir kısmının fuhuş, hırsızlık, gasp vs. gibi gayri meşru işlerle meşgul olduklarını göstermektedir. Günümüzde de onların bir kısmı fuhuş, hırsızlık ve yankesicilik gibi özelliklerini hâlâ devam ettirmektedir.
Çingeneler hakkındaki düzenlemelerin çoğu vergi alanında olmuştur. XVII. asrın başlarında yayalar ve müsellemler gibi, çingene müsellemleri de kaldırılarak mukataaya bağlanmıştır. Rumeli çingeneleri mukataaya bağlandıktan sonra da özel durumlarını muhafaza etmiştir. Diğer reayanın ödediği avârız-ı divâniye ve öbür resimlerden muaf tutulup, buna karşılık maktu‘ olarak senede müsellem olanlardan 655'er akçe alınmış, lakin cizye taleb edilmemiştir. Buna mukabil Hıristiyan olanlardan ise 730 akçe cizye alınmıştır.
XVII. asrın sonlarına doğru kıbtîyan mukataasına serhad çingenelerinin de (kıbtîyan-ı serhadlûyân) 830.000 akçe maktu‘a ve cizyeye dahil oldukları görülmektedir. Bu dönemlerde cizye veren çingenelere Balkan Yarımadası'nın her tarafında, bilhassa İlbasan ve Avlonya gibi Arnavutluk taraflarında Üsküb, Vulçıtıran, Priştine, Mora, İnebahtı, Karlıeli'nde ve Ege adalarının bir çoğunda rastlanmaktadır.
Çingenelerin vergisi, Avusturya harpleri yüzünden devletin fazla para sıkıntısı çekmesiyle II. Mustafa'nın saltanat döneminde (1606-1695) bir hayli artırılmıştır. O sıralarda Rumeli ve Anadolu’daki çingenelerin toplam sayısı, 45.000 kişi (erkek ve büyük) ve bunlardan 10.000’inin müslüman ve 35.000’inin ise Hıristiyan olduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan müslüman olanlarına 5, Hıristiyan olanlarına ise 6 kuruş tayin olunarak, hâsıl olan 260.000 kuruşun parça parça diğer havass-ı hümâyun mukataaları gibi, talibine satılması ferman olunmuştur.
XVIII. asrın birici yarısında ise , cizye ve maktu‘aların tahsili muhtelif şahıslara verilmeğe başlandığından, bundan sonra çingenelerin mali mükellefiyetleri, bazı suistimallerle artmış, böylece çingenelerin bazıları cizye ve maktu‘a resmi ödemekten kaçınmışlardır. Hatta bunları bu konuda himaye edenler bile görülmüştür.
Muhtelif yer ve zamanlarda devam eden bu gibi durumların önüne geçmek maksadıyla çingenelerin cizye ve maktualarının tahsili konusunda oradaki görevli kadılara fermanlar gönderildiğini yine arşiv belgelerinden öğrenmekteyiz.
Bazı yerlerdeki çingenelerin cizye ve maktualarının saray mensublarına ocaklık olarak verilmesi XIX. asır başlarına kadar gelen bir usûldür. Halbuki, meydana gelen savaşlar dolayısıyla, çingenelerin yaşayışları itibariyle de sık sık yer değiştirerek mukataa mültezimleri ile ocaklık sahiblerini müşkil duruma sokmuşlardır.
Bu durumlardan dolayı tanzimattan sonra bir taraftan çingenelerin tahrirleri ile iskanları cihetine gidilmiş, diğer taraftan da vergilerin tahsilinde başka yöntemler uygulanmıştır. Daha sonra çingenelerin tesbit ve tahrirleri yolunda yapılan çalışmalar semeresini vermiş, Anadolu’nun en uzak mıntıkalarındaki (meselâ: Diyarbekir, Beşiri, Çopakçur, Midyat ve Mardin havalisinde müslüman çingeneler ayrı ayrı tesbit edildiği gibi, Bosna’daki ) çingenelerin de mevsime göre göç etmeleri sağlanmıştır.
Genel olarak gayr-ı müslimlerden alınan cizye kıbtîlerden de alınmıştır. (Osmanlılarda müslüman kıbtîlerden de cizye alındığını daha önce belirtmiştik.) Gayr-ı müslimler gibi askerlik yükümlülüğü bulunmayan bu müslüman ve gayr-ı müslim teb‘adan alının vergiye, cizyenin kaldırılmasından sonra “kıbtîyân vergisi” denilmiştir.
Osmanlı Devleti Çingene Sancağı'nda Serasker Kânunu da ihdas etmiştir. Onların Serasker Kânunu hakkında M. Tayyib Gökbilgin şunları nakletmektedir: "Osmanlı Devletinde çingenelerin bir teşkilata sokulmalarıyla Rumeli’de mevcut bulunan Çirmen, Kızılca ve Vize müsellemlerinden ayrı bir liva olan çingene müsellemleri de 938 (1531)’de, diğerleri gibi 3-4 müsellim ile 9-12 yamaktan meydana gelen ocaklar halinde tahrir edilmiştir. Bunların müsellimleri, seferlerde yamaklarından avârız-ı divâniye karşılığı olarak, 50’şer akçe harçlık alıp, nöbetlere iştirak etmişlerdir. Sefer olmadığı zaman ise hiçbirşey almaz ve hizmete alınan nöbetli müsellim de o senenin ağnam vergisini (âdet) vermezmiş. Müsellemlere ayrıca birer çiftlik miktarı yer tahsis edilmişti. Çiftliğin hasılatını sefere giden alır, nöbetli olmayanlar da yamaklar gibi 50’şer akçe harçlığı ve öşürlerini 'esen müsellimlere' verirlerdi. Çingene müsellimlerinin vazifesi seferde top çekip, yol yapmak ve askere erzak taşımak gibi geri hizmetleri idi. Müsellemlerin başında çeribaşıları (seraskerân) olan tımarlı sipahileri bulunuyordu ki bunların statüleri ve görevlerini aşağıdaki kısımlarda kanun-i seraskerân-ı liva-i çingena bahsinde ele alacağız. Müsellemlerin başında bulunan çeribaşılar (seraskerân) çingene olmayıp, bilakis ötedenberi timarlı sipahileri sınıfına mensup beyzâde ve sipahizâdedir. Bunların timarları livanın muhtelif mıntıkalarında olup, kendileri de bir veya bir kaç nahiyenin müsellemlerini sefere sevk ederlerdi. Müsellemlere tahsis edilen çiftlikler veya bu çiftliklerin bir kısmını teşkil eden zeminler, mezraalar bazan, muhtelif tahrirlerde başka başka müsellemlere arak yazıldıkları için, bir ihtilaf konusu olmuş ve meselenin halledilmesi için o mıntıkadaki kadılara hükümler gönderildiği gibi, bazen de çeribaşılara tımar olarak verilen köylere de müdahale yapılmak zorunda kalınmıştır. Murat III., devrinden itibaren diğer askeri teşkilat gibi, çingene teşkilatı da bozulmaya başlamış, 987 (1579)’de İran harbi sırasında, Bezder tarafına hizmete memur edilen çingâne müsellemleri, defterin teslim edilmediğini bahane eden yamakların harçlık vermemeleri yüzünden, vazifelerine gidememişler ve çingeneleri yola getirmek hususunda Kırkkilise, Hayrabolu ve Babaeski kadılarına emir ve hükümler göndermişti".
Enver M. Şerefgil, "XVI. Yüzyılda Rumeli Eyaleti'ndeki Çingeneler" isimli makalesinde Çingene Sancağı'nın Serasker Kanunu hakkında teferruatlı bilgi vermektedir. Buna göre Çingene Sancağı'nın Serasker Kanunu yalnızca seraskerlere mansus olmayıp, aynı zamanda, çingene müsellemleriyle onların yamaklarını da içine almaktadır. Bu hükümler şunlardır:
1- Eski defterlerde Müsellemler (her ocakta) üçer ve bazanda dörder kişidir. Yeni defterde de aynı uslûb üzere yazılmışlardır.
2- Müsellemlere Yamaklarından ellişer akçe harçlık konulmuştur. Çiftlik dahi tasarruf ederler, yamak mücerred ise Yirmibeş akçe öder. Bu hususta sultan Hüdavendigâr’ın (Murad I) hükm-ü şerif-i vardır.
3- Yamakların Müsellemlere harçlık olarak ödedikleri ellişer (mücerred yamakların yirmibeşer) akçe, avarız teklif olunamaz.
4- Müsellemler, sefer vaki olunca Yamaklarından ellişer akçeyi alırlar. Sefer vaki olmadıkça alamazlar. Ama, subaşılar ve Çeribaşılar sefer olsun veya olmasın yamaklardan ellişer akçeyi alırlar.
5- Çiftliklerden hasıl olan geliri, Müsellemlerden hangileri eserlerse onlar alır. Esmeyen müsellemler, tıpkı yamaklar gibi, ellişer akçeyi ve öşürlerini esen müselemlere verirler.
6- Müsellem ve Yamakların Gerdeği değereni (ârûs resmini) ve kanlığını (rusûm ve cinayet resimlerini) sancak beği tasarruf eder, çünkü bunlar ona hasıl yazılmıştır.
7- Bazı zaruri hallerde veya sıkışık durumlarda, müsellemlerin üçünü veya dördünü de eştirmek zorunluluğu olabilir. Bu gibi durumlarda yamakların ödedikleri ellişer (mücerred yamakların yirmibeşer) akçe ve çiftliklerin geliri, Müsellemler arasında eşit miktarlar halinde bölüşülür.
8- Bir müsellemin yerinde başka bir kimsenin bağı veya bahçesi olursa, Müsellem ondan öşür alır, amma onun bağ ve bahçesini elinden alıpta başkasına veremez.
9- Çeribaşı (serasker) timarlarının gerdeği değerinin ve kanlığının yarısı onların kendilerinin ve yarısı da Çingene Ocağı Beği’nindir.
10- Çeribaşılık timarları serbest timarlardandır. Bu nedenle, bu timarlarda yakalanan kaçak kul ve cariyenin Muştuluğunu (müjde-i abd-ı âbık’ını) çeribaşılar alır. Herhangi bir çeribaşılıkta yakalanan kaçak kul ve cariye, müseccel olunduktan sonra, çeribaşı bunları iletip Yavacıya (kaçak takipcisine) teslim eder ve o müddet içinde onlar için yapılmış olduğu nafaka masraflarını ve muştuluk resmini otuzar akçeden çeribaşı Yavacıdan alır. Eğer müddet dolmadan o kul ve cariyenin sahibi gelirse, çeribaşı, nafaka bedelini ve muştuluk resmini ondan alıp kul ve cariyeyi kadı marifetiyle sahibine teslim eder.
11- Bir Çeribaşını tımarında olan Haymanaların resimlerini çeribaşı alır.
12- Bir çeribaşının timarında Yürük, Tatar, Canbaz ve Müsellem tayfalarından kimseler mütemekkin olsalar, bunların bütün çift tutanlarından, yani bir çiftlik yer ziraat edenlerinden, çeribaşı on iki akçe çift resmi alır, Amma aynı durumda olan yağcı ve kürecci tayfalarının mensuplarından bütün çift tutanlar, çeribaşıya yirmi ikişer akçe öderler; çünkü onlar raiyyet kısmındandır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder